İki asırlık modernleşme çabalarında, yeni bir iç muhasebenin eşiğindeyiz. 16 Nisan'da yapılacak referandum pek çok açıdan tartışılırken, bürokrasi boyutu ile de ele alınması gerekir. Zira "Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ile gelecek değişiklikler, sadece siyaseti değil, bürokrasiyi de etkinleştirecektir.
94 yıllık Cumhuriyet tarihinde kısa süren iktidarlar, yürümeyen koalisyonlar ve erken seçimler nedeniyle 65 tane hükümet kurulmuştur. Hükümet idaresine yetersiz kadrolar geldiğinde, uyumsuzluk ve çatışmalar baş göstermiş; ülkemiz çok başlı yönetim yapısı içinde pek çok krizler, hatta ihtilaller yaşamıştır. Çoğunlukla, tek başına iktidar dönemlerinde sağlanan istikrar ile devletimiz ilerlemiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemi; kalıcı istikrar için idare yapısını daha sağlıklı ve güçlü bir mekanizmada toplamayı hedeflemektedir.
Ehliyet ve liyakate dayalı sağlam bir memur kadrosu olmayan hiçbir devlet başarılı olamaz. Fakat güçlü idari kadroların olması da yeterli değildir. İyi bir siyasi liderliğin eşlik etmesi gerekir. Halk tabiri ile “ayağı yürüten baştır”. Güçlü lider ile kurumlar, tıpkı vücudun azaları gibi uyumlu ve düzenli çalışır. Türkiye'nin son 15 yılına bakıldığında da; başın, vücudun tüm azalarını iyi bir şekilde idare ettiği görülmektedir. Bu dönemde, standartlar yükselmiş ve gelişmiş ülkeler ile rekabet edilebilir bir zemin oluşmuştur. Ancak bu süreç, siyasi liderliğin ve başarılı takımının varlığı ile çok ilişkilidir. Yani istikrar sistemin değil, siyasi iradenin bir neticesidir. Geçmiş tecrübelere de bakıldığında, aynı nitelikte yönetim kadroları her dönem iş başına gelememiştir. Dolayısı ile devlet sistemimizi daha etkin işleyişe taşıyacak ve sürdürülebilir istikrara kavuşturacak bir hedefe odaklanmakta yarar vardır.
Ortalama ömrü 16 ayı geçmeyen hatta 6 ayı bile bulamamış hükümetlerin olduğu bir devlet düzeninde bürokrasi ne kadar başarılı bir şekilde yönetilebilir? Kısa dönemler içinde, halkın uzun soluklu taleplerini ve projeleri hayata geçiremeyen idarenin verimliliğinden nasıl bahsedilebilir?
2002 yılına kadar, yüzlerce yarım kalmış inşaat, yol, köprü, baraj gibi yatırımlar olduğu bilinmektedir. Nedenine bakıldığında; siyasi istikrarsızlıklar sonucu sıkça tıkanan bürokrasi, zayıf bütçe kullanımı ve idari yapıdaki yetersizlikler göze çarpmaktadır. Son 15 yılda ise yarım kalan projeler tamamlanmış ve üzerine pek çoğu da eklenmiştir. Güçlü siyasi kadro ve iyi bir bürokrasi ile elde edilen bu başarı bizi yanıltmamalıdır. Çünkü sistem, istikrarsızlık üretme riskini her zaman içinde taşımaktadır. Yeni sistemin ise, koalisyon risklerini kaldırarak bürokrasiye vereceği güven ve yapacağı güçlü denetim ile istikrarı sağlaması beklenmektedir.
Siyasi istikrar bürokrasiyi nasıl rahatlatırsa, yönetimde hızlı karar alma da siyasi iradeyi rahatlatır. Aşırı bürokrasi ise hızlı iş yapmanın önünde engel oluşturmaktadır. Federal parlamenter sistem ile yönetilen Almanya da bu konudan muzdarip ülkeler arasındadır. Koalisyonların ve AB düzenlemelerinin neden olduğu bürokrasi yığını, 2006 yılında kurulan Norm Kontrol Konseyi tarafından azaltılmaya çalışılmaktadır. Çıkarılan bilançoya göre tüm idari düzeylerdeki fazla bürokrasi önlendiğinde yılda 50 milyar avroluk bir tasarruf beklenmektedir. Ancak, sistemin yavaşlığı ve ürettiği yeni iş yükü nedeniyle son 10 yılda çok fazla mesafe alınamadığı ifade edilmektedir.
Ülkemizde de bugüne kadar bürokrasinin azaltılmasına dönük çalışmalar yapılmış olsa da daha gidilecek çok mesafe vardır. Yeni sistem ile birçok alanda düzenleme hedeflendiği için bürokratik yığılmaların daha da azaltılacağı öngörülmektedir. Bu değişim, halka yeni kolaylıklar sağlarken, bürokrasi ile siyasi irade ilişkisine de olumlu tesir edecektir. İdari silsilelerin azalmasıyla, karar ve uygulama mekanizmasının hızlanması ve etkin bilgi akışı sağlanacaktır. Böylece siyasi irade icraatlerinde kısıtlanmazken, bürokratik yapıya karşı siyasal tepkiler de azalacaktır. Ortaya çıkan uyum ise başta ekonomi yönetimi olmak üzere pek çok alanda güven tazeleyecek, kalkınmanın ve yatırımların önü daha da açılacaktır.
Türk devlet geleneğinde önemli yeri olan, Büyük Selçuklu Devleti'nin en kudretli döneminde yaşamış Nizam'ü-l Mülk, “Siyasetname” adlı eserinde; devlet idaresinde en akıllı, tecrübeli ve ehliyetli insanlara vazife vermenin zaruretini anlatmakta ve liyakate göre vazifelerin dağıtılmasını vurgulamaktadır.
Başta insan kaynaklarımız olmak üzere her türlü zenginliğimizin korunması öncelikli olarak vatandaşlık görevimizdir. Devlet kadrolarının görevi de bu zenginliğe sahip çıkmak ve geliştirerek gelecek nesillere aktarmaktır. Devletin bünyesinde görev yapan milyonlarca memurun, üst düzey 400-500 bürokrat tarafından itina ile yönetilmemesi adeta devlet içinde israfa neden olmaktadır. Siyasi iradenin değiştirme gücüne haiz olması, bürokraside bu insan kaynağı israfının önlenmesi ve hakkaniyetin sağlanmasıyla doğru orantılıdır. Tarihte de kültüre bağlı olarak bütün güçlü devletler başarılı kadroları taltif ederken, başarısız olanları tasfiye etmiştir. Batı değerlerinin temeli olan Roma Hukuku'na kaynaklık eden Roma İmparatorluğu, başarısız olan idarecileri aslanlara bile yem etmiştir. Osmanlı'da da sadrazamlar ve vezirler makamın gereğini yerine getiremediğinde azledilmiş, hatta zaman zaman idam edilenler olmuştur. Günümüzde de, ABD gibi pek çok gelişmiş ülkede, siyasi iradeye liyakatli olanı görevde tutma ve başarıyı üretebileceği kadroları getirme fırsatı verilmektedir. Böylece daha uyumlu kadrolarla çalışırken, devlet yapısı da kendi içinde tazelenmektedir.
Ülkemizde de siyasi iradenin etkin bir hareket alanı bulunmaktadır. Fakat istikrarsızlık dönemlerinde, liyakatli kadroları atama konusunda ciddi sorunlar yaşanmıştır. Özellikle koalisyonlarda, halkın seçtiği iradenin, zayıf performans gösterenleri değiştirme gücünü sistem kısıtlamıştır. Üçlü kararnameler ile belli makamlara gelenler yetersiz olsalar dahi, sistemin ürettiği tıkanıklık nedeniyle yerlerini korumuştur. Bu kifayetsiz ve muhteris yöneticileri de altlarındaki binlerce memur, mecburen omuzlarında yük olarak taşımıştır. Ayrıca siyasi irade de verimsiz kadrolarla çalışmak zorunda bırakılmıştır.
Yetersiz hükümet dönemlerinde, başarısızlık faturası halkın oylarıyla iş başına gelen siyasilere kesilmektedir. Ancak, bürokrasinin üst düzey kademeleri aynı göreve devam edebilmektedir. Bu durağanlık, yıllar içinde bir takım güç devşirme alanları açarak sistemde vesayetçi yapılara zemin hazırlamıştır. Ortaya çıkan boşluklar içinde maalesef prensipli bürokratlar görevini ifa edemezken, vesayetçi kadrolara da menfaatlerini elde edecek "fırsat kollama" yolları açılmıştır. En temel fırsat değerlendirme yöntemi olarak da siyasiler üzerinde baskı kuran “hemşehricilik” ilişkileri öne çıkmaktadır. Geçmiş dönemlerde özellikle koalisyonlarda, adeta sistemi kuşatan tavassutlar ile profesyonelce iş yapmak isteyen siyasilerin hareket alanı kısıtlanmış ve liyakatsiz kadrolar atanmıştır.
Bugün FETÖ belasının temizliği yapılırken de; 40 yıllık kamuya sızma eylemlerini, bu tarz ilişkiler üzerinden yaptıkları görülmektedir. FETÖ, istikrarsızlık ve sistemin ürettiği boşluklardan yararlanmıştır. Kurduğu "paralel yapıda" yetişen, yöneticiyi şüphede bırakacak kadar sözde "mükemmel!" adaylar, en yüksek noktalara kadar yıllar içinde aldatarak gelmiştir. Vakti gelince de tıpkı Saray'lara sızan ve ihaneti gerçekleştiren "Haşhaşiler" gibi, devlet içinde güce ulaşmışlardır. Burada önemli nokta; sistemin ve bürokrasinin dışarıdan müdahalelere açık olmasıdır. Bu müdahaleler sonucu oluşan bağımlı ilişkiler, devlet iradesine teslim olması beklenen kadroları, başka odakların boyunduruğu altına itmektedir. Bugün bu yapılarla başarılı bir şekilde mücadele ediliyor olsa da sistem, aynı sıkıntıların tekrarlanma riskini taşımaktadır.
Yeni sistemle; her türlü kayırmacılığın ve devlete ait kadroların bir takım karanlık odaklara tabi olmasının engellenmesi hedeflenmektedir. Zira cumhurbaşkanı seçildiğinde, halktan güvenoyu alarak bir “millet hükümeti” kurmakta ve hızlı şekilde çalışma ekibini oluşturmaktadır. Oluşacak kadrolar doğrudan bu iradeye hesap vererek, dışarıdan müdahalelerin, bağımlı ilişkilerin ve vesayetçi yapının oluşmasının önüne geçilmektedir. Böylece birbirinin başarısızlığını değil, ortak başarıyı hedefleyen bir tamamlayıcılık öngörülmektedir. Bakanların da meclisle bağı olmayacağı için il siyaseti içinde bir rekabet atmosferine zorlanmayacaklardır. Böylece liyakat esaslı bürokratik atamalar daha kolay olacaktır. Ayrıca teknik ve uzmanlık yönü güçlü kadroların oluşmasıyla, Meclis'in yasama faaliyetleri artarak, parlamento daha da ihtisaslaşacaktır.
Devlet görevi; topluma eşit mesafede, hiçbir çıkar odağını dikkate almadan hizmet etme alanıdır. Risksiz çalışma arzusu ile siyasilere yönelik “sizler yolcu bizler hancı” şeklinde bir yaklaşım ise hizmet üretmenin önünde engeldir. Sosyal adalete inanan her insan kamunun menfaatlerini gözetmekte hakkaniyetli bir duruş sergiler. Çalışan ile çalışmayan, risk alan ile almayan, idealist olan ile olmayan arasında ayrımı önemser. Yeni sistem arayışı, bu anlamda bürokrasiye cesaret ve ümit vermektedir. Makam endişesiyle risk alamayanların yerine, milleti ve devleti adına her türlü çabaya girenlerin iş başına gelmesi hedeflenmektedir. Memur olan yani imar eden ve devlet ile millet arasında köprü vazifesi gören kadroların sayısı daha da artacaktır. Bu aynı zamanda akılcı bir siyasetin de parçasını oluşturmaktadır. Doğru memur kadrosuyla hizmet vererek başarılı sonuçlar alan siyasi hareket, tekrar milletten yetki alacaktır.
Ehliyet ve liyakat temelinde idarecinin kolayca iş başına getirildiği bir bürokrasinin tesisi kimseyi ürkütmemelidir. Tüm bu değişim çabaları, devlet kadrolarını daha adil, verimli ve rekabete açık şekilde yönetme fırsatı verecektir. Başbakan'ımızın kendi makamı ve mevkisini öncelemeden Başbakanlık müessesesini tasfiye çabasıyla gösterdiği idealizm, diğer devlet kadrolarına da örnek teşkil etmelidir.
Velhasıl, Türkiye'nin geleceği yakalaması, geçmiş zorluklara bir daha maruz kalmaması ve sistemin doğurduğu yüklerden kurtularak bürokrasinin selamete çıkması açısından 16 Nisan Referandumu önemli bir dönüm noktası olacaktır. Yıllarca atanmışların devlet idaresine yaptığı müdahaleler neticesinde sivil hayat büyük darbeler almış, askeri, yargı veya bürokratik vesayetler ile devletimizin ilerleyişinde aksamalar olmuştur. Yeni bir sistem arayışı, bütün bu uyumsuzlukların giderilmesini ve gerçek millet iradesinin tecellisini öncelemektedir. Aynı şekilde, başında devletin ne olduğunu bilen, iyi yetişmiş bürokratın kıymetini keşfeden, onu heba etmeden doğru iletişim ve yönetim becerisiyle milletine hizmetkâr kılacak hükümetlerin kurulması da gelecek olan referandumda ümit edilmektedir. "Adalet mülkün temelidir" diyen Hazreti Ömer'in öğretisiyle yoğrulan bir toplum olarak, her alanda en başta da idari yapıda adaletin tecellisi önemsenmelidir.
Köklü yönetim geleneği olan devletimizin daha adil, hakkaniyetli ve verimli olacağı güzel bir 17 Nisan sabahına uyanmak ümidiyle…