15 Temmuz sonrası sivil-asker ilişkilerinin geleceği

Yeni Şafak
Haber Merkezi
04:0012/08/2016, Cuma
G: 12/08/2016, Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Türkiye’nin 70 yıl aradan sonra milli savunma yapılanmasında güncellemeye gitmesi, önemli fırsatlar içeriyor. Ne var ki yol çakılsız değil. Türkiye’nin yoldaki çakılları temizleyerek dikkatli yol alması gerekiyor.

ÖMER ASLAN

Polis Akademisi Başkanlığı


15 Temmuz başarısız FETÖ darbe girişimi sonrasında hükümetin yaptığı değişiklikler ve ortaya koyduğu yol haritası üç hedefe yönelik duruyor. Hükümet ilk olarak, sivil-asker ilişkileri alanının duayenlerinden Samuel Finer'ın izinden giderek, herhangi bir darbenin meydana gelebilmesi için gereken darbeci eğilim ve darbe fırsatı boyutlarını ele alarak yeni bir darbe girişiminin başarı olasılığını sıfırlamak istiyor. Büyük şehirlerdeki askeri kışlaları ve zırhlı birlikleri şehir dışına taşıyarak olası bir darbe girişiminde 'baskın şeklinde harekat'ı ve 'darbe koordinasyonu'nu zorlaştırmayı; askeri eğitimi ve kurumlarını dönüştürerek ise müdahaleci kurumsal eğilimi/kültürü demokratikleştirmeyi hedefliyor. Hükümet, ayrıca ve daha önemlisi, kuvvet komutanlıklarını Milli Savunma Bakanlığına (MSB), Genelkurmay Başkanlığı'nı ise Cumhurbaşkanlığı'na bağlayarak ve Genelkurmay Başkanı'nın rolünü dönüştürerek milli savunma yapılanmasını yetmiş yıl aradan sonra güncellemeyi hedefliyor. Son olarak, bütün bunları yaparken sivil-asker ilişkilerini de sağlıklı bir zemine oturtmak istiyor.



ZİHNİYET
DÖNÜŞÜMÜ


Sivil-asker ilişkileri literatürünün uzlaştığı ana konulardan birisi orduların kurumsal kültürlerinin bugünden yarına değişmediğidir. Müdahaleci askeri kurumsal kültür (ordunun değerleri, kendisine atfettiği misyon ve sivil siyasete bakışı gibi) ise, darbelerin bulaşıcı etkisiyle olduğu kadar askeri okullarda verilen eğitimle (yalnızca formel dersler değil; ders dışı komutan yorumları, dersleri veren kişiler vb.) de subaylar arasında nesilden nesle aktarılır.



Müdahaleci askeri kültür değiştirilse dahi, değişen siyasal ortam içerisinde demokratik hakim kurumsal kültürden sapan kişilerin darbeye kalkışması yine de mümkün olabilir. Amerikan ordusunda Yarbay Charles Dunlap'ın Amerikan Harp Akademileri makale yarışması için 1991-1992 yılında kaleme aldığı makalesi 15 Temmuz sonrası Türkiye'de sivil-asker ilişkileri için oldukça öğreticidir. Dunlap, farazi '2012 Amerikan Askeri Darbesini' ele aldığı makalesinde, darbenin 200 yıl aradan sonra nasıl mümkün olduğunu anlatırken, birçok faktörü saydıktan sonra normalde hava, kara ve deniz kuvvetleri komutanlıklarının 'danışmanı' pozisyonundaki 'Müşterek Kuvvetler Karargah Komutanı' generalin yetkilerinin arttırılması ve kuvvet komutanlıklarının birleştirilmesinin rollerinden bahseder. Böylece muazzam bir gücün seçilmemiş bir yetkilinin (komutan) ellerinde toplanmasına izin verildiğini, buna izin veren Meclis'in bu adımı atarken her zaman prensipli (demokrat ruhlu) generallerin Genelkurmay Başkanı olacağını sandığını, 2012 darbesini yapan General Brütüs gibi hırslı ve güç sevdalısı bir generalin bu koltuğa gelebileceğini kimsenin tahmin etmediğini anlatır. Dunlap bu senaryoyla Amerikan ordusunun da 'güçler ayrılığı' ilkesinden münezzeh olmadığını ima eder. Bu ilkenin orduda da hem 'yaratıcı gerginlik' hem de 'denetim ve denge'yi sağlayacağı düşünülmüştür.



Dunlap'ın senaryosundan hareketle Türkiye'deki ordu reformu tartışmasını da derinleştirmek adına şunu belirtmeliyiz: Genelkurmay Başkanlığı'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlandığı ve birbirleriyle eşit konumdaki hava, kara ve deniz komutanlıklarının üzerinde rütbece üst bir 'süper Komutan'ın bulunduğu milli savunma yapılanması Amerikan Askeri Yardım Kuruluşu (JAMMAT, daha sonra JUSMMAT) tarafından 1948-1949 yılları arasında şekillendirilmiştir. Böyle bir talep Genelkurmay Başkanlığı'ndan 1948 yılında geldiğinde önce şaşıran Amerikan Yardım Heyeti, Türk milli savunma yapılanmasında kalıcı etki sahibi olabilmek adına bu talebi kabul etti. JAMMAT'ın sunduğu öneri İnönü hükümetince kabul edilmiş ve 'Balkan Savaşından kalma Komutanlar'ın hilafına rağmen yürürlüğe girmişti. Amerikan Askeri Yardım Kuruluşu Başkanı General McBride, “kuvvet komutanlıklarının üzerinde rütbece üst bir Genelkurmay Başkanı olması uygulamasını değiştirmedi çünkü Türkler 1949 yılında ortak silahlı operasyonlar anlayışına henüz sahip değildi. Operasyonu yönlendirecek bir süper-şef (Genelkurmay Başkanı) olmadığı takdirde savaş zamanı önemli kararlar alınması gerektiğinde kuvvet komutanlıkları arasında gereksiz didişmeler olabilirdi." Bu küçük anekdot Türkiye'nin bu konuda atacağı adımın yetmiş yılın ardından köklü bir değişimin işaretçisi olabileceğini göstermektedir.



DUNLAP'IN ÖĞÜTLERİNE KULAK VERMEK


Ordulara kurumsal kültür kazandırmak veya mevcut demokratik kültürü korumak için de Yarbay Dunlap'a kulak vermekte fayda var. 'Bizi 2012 darbesine götüren yolun taşları 1990'ların başlarında döşenmeye başladı' diyen Yarbay Dunlap, 'şimdiki aklım olsa 1992 Harp Akademileri mezunlarına vereceğim öğütler şunlar olurdu' diyor ve sıralıyor:



'Ordunun tek işi vardır, o da savaşa hazırlıklı olmaktır. Askerlik dışındaki işlerde (polislik, yol-okul inşaatı vb.) kullanılmayı reddedin.


Milli güvenliğin ekonomik, sosyal, eğitim ve çevresel boyutları olduğu şüphe götürmez; ancak bu alanlardaki sorunları çözmek ordunun işi değildir.



Parasal kaynakların askerlikle alakası olmayan sorunların çözümü için Uyuşturucu ile Mücadele Kurumu, Barış Gönüllüleri, Eğitim Bakanlığı gibi kurumlara aktarılmasından rahatsızlık duymayın. Bu milletin uzun vadede daha küçük ama işine odaklanmış bir orduyla daha iyi yerlere geleceğini unutmayın.


Issız bir ada olarak kışla/garnizon sendromunun etkilerini azaltmak, toplumdan tamamen kopmamak için halkın arasına karışın; Anayasanın ihlal edilemeyeceği ve seçilmiş sivillerin askerlere üstün olduğu temalarını sürekli vurgulayın.


Ve son olarak kesintisiz itina isteyen ve özenle korunması gereken kırılgan bir kurumdur.'



YOLDAKİ
MAYINLAR


Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinde bugün gündemde olan adımlar atılırken, ordu-siyaset ilişkileri alanının sürece tabi olduğu unutulmamalıdır. Sivil-asker ilişkileri maalesef tek bir olayla kalıcı 'sağlıklı' zemine kavuş(a)mamaktadır. Bugün de tekrarlanan, 'darbeler devrinin sona erdiği' cümlesinin en iyimser gözlemle 2009'dan bu yana mütemadiyen söylendiğini unutmamak gerekir. Aksine, başarılı olsun veya olmasın her darbe girişimi orduyu siyasallaştırır. Öyle ki, 1961-2010 yılları arasında meydana gelmiş darbeleri inceleyen sivil-asker ilişkileri uzmanları, darbe girişimi geçirmiş ülkelerin bir yıl içerisinde bir girişim daha yaşama şansı %40 iken, bu oranın darbesiz beş yıl sonrasında %20'ye düştüğünü, darbesiz 36 yılın ardından ise darbe şansının kalmadığını söylemekteler. Son olarak; sistemi yeni girişimlere karşı 'darbe-geçirmez' kılmak üzere kısa vadede atılması planlanan adımların dahi (zırhlı birlikler ve Genelkurmay'ın taşınması, MSB'nin yeni yapılanmanın zorunlu kıldığı güçlü bir bakanlık haline gelmesİ, Milli Savunma Üniversitesinin kurulması ve fonksiyonel hale gelmesi gibi) en iyi ihtimalle 3-4 sene içerisinde gerçekleştirilebileceği, bu 'travmatik' dönüşüm sürecinde, Balyoz ve Ergenekon sonrası ordu reflekslerinden kesin emin olunamayacağı ve PKK terörüyle mücadelenin güvenlik kuvvetleri ve ülke siyasetinde baskı oluşturmaya devam edeceği de hesaba katılırsa sivil-asker ilişkilerini zehirleyebilecek çok sayıda tehlike bulunmaktadır.



#FETÖ
#Darbe girişimi