Suriye ordusu Tuğgenerali Türk vatandaşı Ömer Çiftçi: Halkta ilk günlerde rejimin geri dönmesi endişesi vardı

14:3010/01/2025, Cuma
Diğer
Suriye ordusunda Tuğgeneral olarak görev alan Ömer Çiftçi, devrimin ardından çok önemli açıklamalarda bulundu.
Suriye ordusunda Tuğgeneral olarak görev alan Ömer Çiftçi, devrimin ardından çok önemli açıklamalarda bulundu.

Suriye devriminin hangi süreçlerden geçtiğini öğrenmek için Suriye Geçici Hükümeti bünyesinde oluşturulan yeni Suriye ordusunda Tuğgeneral olarak görev alan Türk vatandaşı Ömer Çiftçi (Muhtar Türki) ile Suriye’nin başkenti Şam’da bir söyleşi gerçekleştirildi. Çiftçi, "Halkta ilk günlerde rejimin geri dönmesi endişesi vardı. Daha dar bir kesim ise doğal bir şekilde bize dair belirsiz düşünceler taşıyor. Biz bunları aşmak için çaba gösterdik ve bir aylık süreçte önemli değişimler gözlemledik" açıklamasında bulundu.

Haksöz Haber, Suriye devrim sürecinde yaşananları ve devrime dair üretilen dezenformasyonları Suriye ordusunda Tuğgeneral olarak görev alan Ömer Çiftçi ile konuştu. Çiftçi, "Dünyanın ye’se düşmekten en uzak ve en ümit dolu insanları mücahitlerdir!" ifadelerini kullandı.



Ömer Çiftçi'nin açıklamaları şu şekilde devam etti;
Devrimin başarıya ulaşmasında hangi faktörler etkili olmuştur? Şam’ın fethi ile sonuçlanan askeri operasyon hakkında genel olarak bilgi verir misiniz? 

Rejime karşı elde ettiğimiz zafer sahaya dair teorik birikimimiz ve pratikte karşılık bulan mücadele azminin sonucudur. Son harekât için 4 ay süren askeri hazırlığımız, hareketliliği takip edip her gün teyakkuza geçmek zorunda kalan düşmanı bıktırmıştı. Her gün bekledikleri operasyonun gerçekleşmemesi sonucunda bazı yanılgı hilelerimiz sonucunda tehdidin ortadan kalktığı algısına kapıldılar ve sonuçta gafil avlandılar. Bu arada “Rejim çok zayıftı, Rusya desteğini kesmişti” vb. söylemler ile izah edilemeyecek bir durum var. Rejimin destekçilerinin zafiyeti elbette bizim için fırsattı ve deyim yerindeyse hazırladığımız geminin açılan yelkenleri için Allah tarafından gönderilmiş bir rüzgârdı. Ama bunun yanında rejim sahadaki askeri varlığını koruyordu ve aslında savaşın başından bu yana en güçlü dönemindeydi. Buna karşın mücahitler de çok sıkı hazırlanmıştı. Operasyonun ikinci gününde biz daha Halep’e varmadan Halep’in içine sızan fedai birliği rejim ve İran saflarına karşı suikastlarla üst düzey zararlar verdi. Bu kardeşlerimiz şehit oldu ancak rejimin Halep’teki kayıpları onların iç birliğini dağıttı. Bizim hazırlığımızı ve ciddiyetimizi görünce, -Allah’ın da yardımıyla- düşman saflarında hızlıca çözülmeler başladı. Bu hızlı çözülme ile eş zamanlı olarak çok kısa bir sürede çatışma 80 – 90 km’lik bir alana genişletildi. Bu kadar geniş bir alana yayılan çatışmayı sürdürme gücü bulunmayan rejim hiç beklemediği bir pozisyona düştü. Asker üzerindeki hükmünü korku ve baskı ile sağlayan rejim ordusuna gece ve gündüz aralıksız saldırmaya devam ettik. Bu sayede moral motivasyonunun ve operasyon kontrol kabiliyetinin tekrar toparlanmasına fırsat vermedik. Halep düştükten sonra Hama’nın kuzeyinde sert bir mukavemet ile karşılaştık. Rejimin özel kuvvetleri Hama kırsalında ciddi bir savunma hattı kurarak Hama’yı tutmakta kararlıydı. Hama’daki yoğun ve sert çatışmalar sonucunda çok sayıda özel fedai birliklerini düşman kuvvetlerinin orta ve arka saflarında birçok noktaya indirmeyi başardık. Verilen büyük zayiatlarla savunma iradeleri tamamen kırılan rejim ordusunun yerle bir olan motivasyonun yanında kendisini toparlayacak seçkin bir birliği de kalmamıştı. Hey’et Tahriru’ş-Şam’ın kuruluşu Suriye sahasının parçalı bir yapı ile savunulamayacağının anlaşılmasıyla mümkün oldu. Farklı direniş gruplarının bir arada olması Suriye’nin kurtuluşu için zorunluluktu. Bunu başarmak, zafere giden yolun ilk adımıydı. İslami hareketler elde ettikleri kazanımları şekilsel konulara takılarak heba etmemeliler. Savaşın her bir merhalesinde bizler perspektifimizi genişleten olaylar yaşadık. Allah bizleri eğitti ve Şam’ı özgürleştiren sürece bu şekilde ulaştık. Daha şeffaf ve iç muhasebenin mümkün olduğu bir sistem inşa etmek için çalışmalarımızı arttırdık. Halkla ve halkın sorunlarıyla doğrudan ilgilenen yönetici-yönetilen ayrımının görünmez kılındığı bir noktaya ulaşma konusunda gayret ediyoruz.



Mücahitlerin Halep ile başlayan askeri hareketliliği Hama, Humus ve Şam zaferleri ile birlikte başarıya ulaştı. Uzun yıllar rejimin tasallutu altındaki bu şehirlerde halk mücahitleri nasıl karşıladı? Bir yabancılık, korku ya da endişe var mıydı?

Halkta ilk günlerde rejimin geri dönmesi endişesi vardı. Daha dar bir kesim ise doğal bir şekilde bize dair belirsiz düşünceler taşıyor. Biz bunları aşmak için çaba gösterdik ve bir aylık süreçte önemli değişimler gözlemledik. Son beş sene boyunca İdlib’deki yönetim tecrübemiz Şam’ın fethedileceği günde insanların mücahitleri sevinçle karşılayacağı bir atmosferi mümkün kıldı.Bir başka kesimse “Rejimden daha kötü ne olabilir?” diyerek meseleye yaklaşıyor. Zira rejimin halka olan yaklaşımı baştan sona zorbalık üzerine kuruluydu. Bize duyulan sempati, rejime duyulan nefretin yanında İdlib’te ortaya koyduğumuz başarının etkisiyle oluştu. Halk, rejimin geri gelmesi korkusunu aştıkça daha da rahatladı. Topluma hâkim olan korkuları ortadan kaldırıp barış ve kardeşlik atmosferini inşa etmek öncelikli gayemiz. Sahanın istikrara kavuşması ve sulh ortamının inşası için görünen ve görünmeyen düşmanların eline argüman verecek basit hatalardan kaçınmaya gayret ediyoruz.


Esed rejiminin gerçekleştirdiği katliamları açıkça destekleyen kesimler Suriye devrimi sonrasında kadın ve azınlık hakları argümanı üzerinden propaganda yürütüyorlar. Toplumsal yapıdaki çeşitlilik de düşünüldüğünde Suriye’nin geleceğine dair öngörüleriniz nedir?

Bazı çevreler sembolik meseleler üzerinden algı oluşturmaya çalışıyorlar. “İnsan hakları”, “kadın hakları”, “savaş hukuku” söylemlerini sıkça dile getirenlerin Gazze’deki vahşete karşı takındıkları tutumda da benzer bir şey görüyoruz. Bu konuda dünyanın en uygun ve merhametli yönetimi hiç şüphesiz Müslümanlardır.Bizler 13 senelik çatışmalar süresince halka zarar vermemek için defalarca bölge kaybetmek zorunda kaldık ve bundan dolayı da pişmanlık duymadık. Müslümanlar söz konusu olduğunda üç maymunu oynayanlar burada bize gelip bir takım meseleleri dayatmaya çalışıyorlar. Esed çetesinin suçlarına göz yumanların veya açıkça destekleyenlerin yaptığı ithamların bizim için hiçbir kıymeti olmadığı gibi onları samimi de bulmuyoruz. Bu bağlamda biz zaten İdlib’te Dürzi ve Hıristiyanlarla yıllardır ilişki içindeyiz. Bu kesimlere yönelik suç işleyenleri bizzat biz cezalandırdık. Gayrimüslimlerin arazilerini geri verdik ve ticaretlerine hiçbir şekilde karışmadık. Müslümanların tarihi tecrübesi bu bağlamda bize ilham oldu. Hiçbir Hristiyan’ın ibadethanesine dokunulmadı ve yıllarca beraber yaşama tecrübesi edindik. Şimdi de bizim için değişen bir şey yok. Kadınlarla alakalı konularda da biz zorba tavırları hiçbir zaman kabul etmedik. DEAŞ’in hâkimiyetindeki bölgelerde olduğu gibi farklı düşünüp farklı yaşayan münafık bir toplum oluşturmak istemiyoruz. İnsanların, yöneleceklerse kalpleriyle bize inanmalarını ve bize karşı eleştirilerini rahatça dile getirebilecekleri bir ortamın oluşmasını istiyoruz.


Suriye sathında DEAŞ’in varlığı bir tehdit oluşturmaya devam ediyor mu?

2014’ten 2017’ye kadarki süreçte DEAŞ’den çok fazla zarar gördük. 2017’de DEAŞ’in sahadaki etkinliği bitti ancak irili ufaklı hücre yapılanmaları saldırılarına ara vermeden devam etti.  Mücahitlere yönelik gerçekleştirdikleri saldırılarla direnişe zarar verdiler. Biz anladık ki Ali (r.a) döneminden bu yana bitmeyen bu zihniyet köklerini ne kadar kazısak da her dönem çıkmaya devam edecek. DEAŞ dünya üzerinde nerede bir İslami yapılanma varsa ona zarar vermeyi kendisine görev biliyor. İslam düşmanlarını bırakıp İslami projesi olan yapılara saldırıyor. DEAŞ’in en güçlü olduğu bölgelerde onlara karşı başarılı operasyonlar düzenledik. Şundan çok eminiz ki, bunlar ilmi münazara veya fikri tartışmalardan değil ancak kılıçtan anlar!


Siyonist işgal güçlerinin konumlandığı alanlarda nasıl bir askeri hareketlilik mevcut? Bu yayılmacılığa karşı ne tür tedbirler düşünülüyor?

Suriye’nin toprak bütünlüğü ve sınır güvenliği Geçici Hükümet Başkanı’nın da ifade ettiği üzere bizim kırmızıçizgimizdir. İsrail, biz Şam’ı ele geçirince istihbarat binalarını vurdu. Elimize geçen bazı belgeler, İsrail ile Esed rejimi arasındaki danışıklı dövüşü gözler önüne seriyor. Siyonistler, Esed döneminde Suriye’ye dair endişe taşımadıklarından dolayı rahat içindeydiler. Şimdi yeni yönetimle onlar için oluşan belirsizlikten korkuyorlar. İsrail’in şu an tanımlayamadığı yeni Suriye ordusuna karadan operasyon gerçekleştirebilecek bir potansiyeli olduğunu düşünmüyoruz. Kendi gelecekleri için fırsattan istifade güç yetirebildikleri oranda silah ve mühimmat depolarını hedef alıyorlar. Bu şekilde yeni oluşacak Suriye ordusunu zayıflatmayı hedefliyorlar. Bu çabaları korkularını gösteriyor ama bu hesapları tutmayacak. Biz Suriye sahasında tanımlanmış bir düşman olan Esed rejimi ile savaştık. Kendi gücümüzün ve zaaflarımızın farkındayız. Bölgesel tehditleri yakından tanıyarak ona uygun yeni bir gemi inşa etmemiz gerekiyor. Bu geminin etkin mürettebatı ise savaşçılardan daha çok yapay zekâ ve yazılım mühendislerinden oluşacaktır. Bu konuda sadece askeri kanat değil bütün Müslümanların desteğine başvurmamız gerekiyor.



PKK/YPG’nin işgali altındaki topraklarda halkın durumu nasıl? Suriye topraklarındaki PKK varlığına dair nasıl bir süreç izlenecek?

Öncelikle rejim ve PKK arasında karşılıklı çıkar ilişkisi çok güçlüydü ve hem rejim hem PKK, Kürt halkını kendi çıkarları için baskı ile değersizce yönetiyorlardı. Aralarındaki ilişkinin ne kadar güçlü olduğunu Haleb’i savunamayacağını anlayan rejimin havaalanı da dahil bütün bölgeleri PKK’ya teslim etmesinden anlıyoruz. Allah’ın yardımı ile daha teslim tamamlanamadan hem rejim hem PKK saflarına ağır kayıplar verdirerek bu planı boşa çıkardık.Sürecin nasıl olacağı konusuna gelince öncelikle Kürt halkı ile PKK’nın ayrıştırılması gerekiyor. PKK’nın da Kürt halkını temsil etmekten men edilmesi gerekiyor. Esed rejimi Suriye Kürtlerine haklarını vermedi ve her türlü ayrımcılığa maruz kaldılar. Bu sebeple Kürtler ötekileştirildi ve PKK’nın kucağına itildi. Biz Kürt halkına çok görülen nüfus kimliklerinin yanında Kürtlerin kıymetli kanaat önderlerinin yeni Suriye yönetiminde aktif olmaları gerektiğini düşünüyoruz. PKK/YPG’nin Suriye Kürtlerini temsil etmesinden kurtulmalıyız. Suriye halkının tüm bileşenleriyle devrimine sahip çıkmasını sağlamalıyız.


Suriye ordusu bundan sonra nasıl şekillenecek? Hassaten Suriye kökenli olmayan mücahitlerle ilgili nasıl bir düzenleme yapılacak? 

13 yıllık direniş aynı Çanakkale gibi çok farklı kavimlerden insanın emeğini taşıyor. Kabirlerimiz Türk, Kürt, Arnavut, Çeçen birçok şehitle dolu. Bu bağlamda geçiş hükümeti, sayıları zaten kısıtlı olan muhacir mücahitlere gereken vefayı göstermeyi haysiyet meselesi olarak görüyor. Ahmed el-Şara’nın talebi sayıları çok fazla olmayan bu muhacirlerin Suriye vatandaşlığı alması için gerekli adımların atılması yönünde.


Suriye’nin birkaç şehrinde provokasyon girişiminde bulunan şebbihalara karşı yürütülen operasyonlara dair son durum nedir?

Devrimin hemen ardından bütün azınlıklara iyi niyet göstergesi olarak eman verdik. Daha önceki süreçte eli kana bulanmış unsurların iyi niyetimizi suistimal etmesi üzerine bölgeye askeri operasyonlar başlattığımızda gördük ki rejim, Suriye Alevilerini de o kadar ihmal etmiş ki onların durumu da gerçekten içler acısı. Yaşanan devrimi sindiremeyen birkaç başıbozuk dışında örgütlü bir provokasyondan bahsetmek mümkün değil. Zaman içerisinde normalleşme ortamı genişledikçe her şey rayına oturacaktır. Allah’ın izni ve inayetiyle, Suriye geleceğe emin adımlarla yürüyecek ve herkese örnek olacak bir başarı inşa edecek. Bütün duamız ve çabamız bunun gerçekleşmesi için. Davamızın sonu ise âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir!


#Suriye Devrimi
#Türkiye
#Baas Rejimi