Sudan üzerine çalışmaları bulunan Dr. Serhat Orakçı, ülkede ordunun iki kanadı arasındaki çatışma için şu tespiti yapıyor: Anlaşmazlığın özü, iktidarın paylaşımı, ekonomik kaynakların paylaşımı. Her iki taraf da pastanın tamamını istiyor. Halbuki 2011 yılına kadar Sudan’da en fazla tartışılan, konuşulan konu kimlik meselesiydi.
Sudan’da Ömer Hasan el-Beşir rejiminin devrilmesinden bu tarafa Sudan’a istikrar bir türlü gelmedi. Yönetimin sivillere devredilmesi süreci bir türlü sonlanmadı. Kısa bir süre önce de, bu sefer ordunun iki kanadı arasında ülkeyi iç savaşa götürebilecek bir çatışma süreci başladı. Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki Abdülfettah el-Burhan ile milis gücü Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı “Hemedti” lakaplı Muhammed Hamdan Dagalo’nun tarafları arasındaki çatışmada kayıp sayısı bir haftada 500’e yaklaştı. Sudan’da olup bitenleri, Afrika’yı çok yakından tanıyan, “Sudan’da bölgesel sorunlar ve ulusal entegrasyon” konusunda çalışan Dr. Serhat Orakçı ile konuştuk.
2008 yılında Güney Afrika’da Johannesburg Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. “The Ottoman Legacy in South Africa” ve “Türkiye-Afrika İlişkileri: Tarihi Süreç, Yaklaşımlar ve Beklentiler” kitaplarının yazarı. Doktorasını İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde “Sudan’da bölgesel sorunlar ve ulusal entegrasyon” üzerine yaptı. Halen İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) bünyesinde Afrika çalışmalarını yürütüyor.
Beşir rejimi 1989’da sorunlu başladı. İslamcı kesimin bir kısmı askerle darbede iş birliği yaptı. Sanki darbe ile bir İslam Devrimi yapılmış havası verilmeye çalışıldı. Bu o dönemde Batı ve ABD’yi oldukça fazla rahatsız etti. Rejim işbaşına gelir gelmez Batı ile sorunları oluşmaya başladı. O sıra ülkede Güney Sudan sorunu da vardı. Güneyin animist ve Hristiyanlardan oluşuyor olmasından dolayı Sudan’da İslami bir rejimin işbaşına gelmesi Batı’da ciddi bir endişeye sebep oldu. O dönem Güney-Kuzey çatışmaları oldukça yoğunlaştı.
ÖMER EL-BEŞİR REJİMİ DE ASKERİ YÖNETİMDİ
Beşir dönemi 30 yıllık zaman dilimine yayıldığı için onu da dönem dönem incelemek yerinde olur. Birçok iniş çıkışlar oldu.
Beşir rejimi askeri bir yönetimdi. İslami devrim değildi. Ülkenin gelirleri belli başlı ailelere gidiyordu. Ekonomik gelirlerin halkın alt kesimine yansıması az oluyordu. Yani ekonomik darboğazdan dolayı halk içerisinde bir rahatsızlık zaten vardı.
MISIR VE SUDAN BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜLEMEZ
Ömer el-Beşir 2011 sonrası, yani bölünme sonrası oldukça pragmatist bir politika izlemeye başladı. Menfaati nerede ise oraya yönelme eğiliminde idi. Örneğin, İsrail rejimi ile görüşmeler yapıyordu. Devrilmeden kısa bir süre önce Moskova’ya gitmişti, Suriye’de Esed ile el sıkışmıştı. Zaman zaman Mısır ile görüşüp anlaşmalar yapmak durumunda kalıyordu.
Mısır ve Sudan iki yakın komşudur ve birbirleri üzerlerinde fazla etkisi olan iki ülke olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir. Sudan siyaseti üzerinde Mısır’ı dışlamanız neredeyse imkansızdır. Benzer şekilde Sudan’ın da Mısır üzerinde birtakım etkileri vardır: Mesela işçi gönderir Mısır’a, Mısır işgücünün bir kısmını Sudanlılar oluşturur. İki ülkeyi birbirinden yalıtmanız imkansızdır.
BEŞİR’İ MISIR, BAE VE SUUDİ ARABİSTAN DEVİRDİ
Beşir’in devrildiği askeri darbede bir takım dış güçler askerleri cesaretlendirerek ve bir takım destek sözleri vererek bu süreci hızlandırdılar. Bir nevi darbeye çanak tuttular. Beşir’in düşürüldüğü darbede üç aktör, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan etkili oldu.
Onlar da Beşir’in daha fazla gidebileceği bir yolu kalmadığının farkındaydılar. Dış aktörler de içerideki dinamiklere baktıklarında güçlü bir protesto dalgasının olduğunu görüyorlardı. Dolayısıyla, içeride askerlerle iş birliği yaparak kendilerine yakın bir ismi getirme arayışına başladılar.
Hamduk’un gelmesi bile baştan planlanmış değildi. O isim bile daha sonraları ortaya çıktı. Kozmopolit bir yapıya sahip gruplar arasında anlaşmazlıklar kaçınılmazdı ve asker anlaşmazlıkları kurcalayıp daha da belirgin hale getirerek, sivillerin birlik olmalarını engelledi ve bunu bir fırsata çevirdi.
ASKER SİVİL YÖNETİM İSTEMİYOR
Şu durumda iki figür ortaya çıkmış bulunuyor. Birisi “Çevik Destek Güçleri” Komutanı Hemedti, diğeri ise Sudan Silahlı Kuvvetleri Komutanı Abdulfettah Burhan. İkisinin de sivil bir yönetime olumlu baktığını düşünmüyorum. Egemenlik Konseyi ilk kurulduğunda kimsenin aklına bu ikisinin karşı karşıya gelebileceği gelmezdi. İyi anlaşıyorlarmış gibi bir resim veriyorlardı. Zamanla aralarındaki ihtilafın büyümesiyle birlikte iplerin koptuğu noktaya gelindi. Ulusal Ordu ile “Çevik Destek Güçleri” karşı karşıya geldiler. “Çevik Destek Güçleri” enteresan bir oluşumdur.
Evet, bunlar “Cancavid” milisleri olarak biliniyordu. Sudan’da bir devlet geleneği var. Sömürgecilik döneminde de varmış, sonrasında da devam etmiş olan bir gelenek. Devlet kendi güvenlik güçlerinin zayıf kaldığı yerlerde, kendisine yakın birtakım grupları silahlandırarak, güvenlik güçlerine destek oluşturuyor.
İSYANCI GRUPLARI BASTIRMAK İÇİN KURULDU
Evet, Beşir rejimi Darfur’da şöyle bir siyaset izledi. Darfur bayağı bir periferide kalan bir bölge. Çok iyi nüfuz edebildiği bir alan değildi. Bir takım isyancı gruplar vardı. Onları bastırabilmek için Sudan devleti kendisine yakın gördüğü Arap kabilelerini silahlandırdı. O silahlı gruplar “Cancavid” ismini aldılar. Cancavid milisleri büyüdükçe ve Darfur’da insan hakları ihlallerine isimleri karışmaya başladıkça, rejim frene basmaya başladı ve önlem almaya çalıştı. Bu milisleri sınır birliklerine dönüştürdü. Daha sonra da bunları resmi hale dönüştürerek “Çevik Destek Güçleri” ne dönüştürdü. Bu süreç 2013 yılında başladı. 2018 yılında Beşir rejimi kendisini zorda hissetmeye başlayınca, bu milisleri merkeze konuşlandırmaya başladı.
BAŞKENTTE 100 BİN MİLİS VAR
2018-2019 protestoları döneminde sayıları 50-60 bin civarında telaffuz ediliyordu. Kaynaklar milislerin sayısı ile ilgili yeni rakamları 100 bin civarında veriyor. Demek ki asker sayısını son dört yılda ikiye katlamış.
Çevik Destek Güçleri olarak yasallaştırılınca orduya bağlandılar. Ordunun içinde bir alt birim olarak konuşlandırıldılar. Ama ordu ile tam bir entegrasyon da sağlanmadı. Anlaşmazlıklar biraz da entegrasyon süreci ile ilgili.
MİLİSLERİ WAGNER DE DESTEKLİYOR
Önceden de zikrettiğim gibi bunlar Darfur bölgesinde etkin bir milis gücüydü. O bölgedeki bütün altın madenlerini bunlar işletiyorlar. Hemedti lakaplı Muhammed Hamdan Dagalo’nun en büyük gelir kalemi altın. Ayrıca bunlar Libya’ya çok rahat girip çıkıyorlar. Libya’da Hafter saflarında savaşıyorlar. Hafter istediğinde Hemedti üzerinden asker alıyor. Burada Hafter, Birleşik Arap Emirlikleri ve Hemedti arasında ciddi bir iş birliği var. Buna Wagner üzerinden Rusya’nın da dahil olduğu söyleniyor. Bu iddiaların gerçek olma ihtimali yüksektir. Çünkü Wagner son dönemde Sudan’dan iki şirket üzerinden altın çekmeye başladı. Dolayısıyla burada perde gerisi ilişkiler önem kazanmaya başlıyor.
Bu milislerin Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne de giriş çıkışları oluyor. Oralarda da bir takım paralı askerlik, silah kaçakçılığı, araba kaçakçılığı, gibi kaçakçılık faaliyetleri bunlar üzerinden yürüyor. Gelirleri bu kanallardan geliyor.
2019’dan itibaren devletin bir parçası oldukları için, devletin kaynaklarından da faydalanıyorlar. Diğer türlü 100 bin milisin ihtiyacını karşılamak kolay değil.
KİMLİK SORUNU DEĞİL RANT PAYLAŞIMI
Anlaşmazlığın özü, iktidarın paylaşımı, ekonomik kaynakların paylaşımı. Her ikisi de pastanın tamamını istiyor. Pastayı bölüşmek istemiyorlar. Anlaşmazlık iktidar ve ekonomik kaynaklar üzerine. Bu sorunlar kimlik, kültür, sosyal olgular üzerinden çok fazla tartışılan, gündem olan konular değil. Halbuki 2011 yılına kadar Sudan’da en fazla tartışılan, konuşulan konu kimlik meselesi idi. Sudan’ın kimliği meselesi idi. Şimdiki sorun ise siyasi ve ekonomik konular üzerinden rant paylaşımıdır. O pastanın tamamını ele geçirme gibi arayışlar var. Bunu tabi dışarıdaki aktörler teşvik ediyor.
Burada, önceden de dediğim gibi, Hemedti’nin birtakım ilişkileri, Libya’daki Hafter ile, Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkileri var. Bu şahsın Rusya ziyareti falan da oldu. Rusya ile ilişkileri var.
Mesela, Abdulfettah Burhan’ın Mısır tarafından desteklendiği iddiası var. Bu iddia da abartı değil. Mısır’la, Sisi’yle bir ittifakı var.
Sudan söz konusu olduğunda, Mısır burada başka bir ülkeye müsamaha göstermez. Çünkü, bir kere ülkenin hayat kaynağı Nil Nehri söz konusudur. Mısır için Sudan vazgeçilmezdir. Tarihi olarak birlikte olmuşlardır. Sömürge döneminde birlikte yönetilmişlerdir. Sonradan ayrılmışlardır. Sudan’ın Mısır’la olan bağları çok daha eski, çok daha köklüdür; tarihi bağları var, ekonomik bağları var, siyasi- askeri bağları var.
Darfur krizi derinleşebilir
Bu konuda birkaç farklı senaryo gündeme gelebilir: Taraflardan şu ana kadar yapılan açıklamalar çok sert, birbirlerini bitirmeye yönelik açıklamalar. Sonuna kadar gideceğiz gibi açıklamalar yaptılar. Bu durumda olası senaryolara baktığımızda bir tanesi savaşan taraflardan birinin diğerini saf dışı etmesidir. Burada beklenen ordunun milisleri tasfiye etmesidir.
İkinci bir senaryo ise yenişemedikleri bir durumda, el sıkışmak durumunda kalabilirler. Kanlı bıçaklı da olsalar yeniden el sıkışıp yeniden güç paylaşımı noktasında anlaşma zemini arayabilirler.
Tabi bu durum orduya, isyanı bastıramadı noktasında, ciddi anlamda prestij kaybettirir. Sonuncu ise, en kötü senaryodur. Ordunun Çevik Destek Güçleri isyanını bastırıp dağıttığını farz etsek bile, bunların ülke geneline, özellikle de Darfur’a, yayılması söz konusu olacaktır. Darfur’a döndüklerinde ise bazı bölgeleri hakimiyetlerine alıp orada özerk davranma yoluna gidebilirler. Hafter ile olan ilişkilerini güçlendirerek Libya’daki dengeleri değiştirme üzerinden Sudan’daki dengeleri değiştirme gibi olasılıklara oynayabilirler. Bu senaryo Darfur krizini daha da derinleştirebilir. Bu ise Sudan için en kötü senaryodur.