Tunus'ta 17 Aralık 2010'da Muhammed Buazizi'nin hükümeti protesto etmek için kendini yakması ile başlayan ve başarılı olan –Yasemin devrimi- Arap coğrafyasında bir domino etkisi yarattı. Zeynel Abidin'in Tunus'tan kaçması diğer Arap halklarını da kendi yöneticilerine karşı ayaklanmaya teşvik etti.
Tunus'ta başlayan bu halk hareketleri sırası ile Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün ve Yemen'e de sıçradı. Arap halkları ortak bir noktada buluştu ve ülkelerindeki diktatörlüklere karşı harekete geçtiler.
25 Ocak'ta Mısır'da başlayan halk gösterileri, 11 Şubat 2011'de Mübarek rejiminin devrilmesi ile sonuçlandı. Libya'da ise Arap Baharı'nın en kanlı günlerinin başlayacağı döneme girildi. Tunus, Mısır ve Yemen'de iktidar değişikliği yaşanırken, Libya'da Kaddafi yönetimi ile muhalif gruplar arasında çok büyük çatışmalar başladı. NATO'nun Libya'ya müdahalesi Kaddafi'nin iktidardan düşürülmesi sonucunu getirirken, Arap Baharının düğümleneceği bir büyük krizler dönemine girildi.
Mart 2011'de Suriye'de Esed rejimine karşı sokaklara çıkan halk reform talebinde bulundu. Esed, muhaliflerin reform talebine silah ile cevap verdi. Ülkedeki muhalifleri 'terörist' olarak niteleyen Esed, Türkiye'nin bütün çağrılarına rağmen muhalifleri silahlı yöntemlerle bastırmaya çalıştı.
40 yıl boyunca ülkeyi yöneten Esed rejiminin ülkede kurduğu baskı rejiminden, yolsuzluklardan, adaletsizlikten bıkan halkın sokaklara çıkması ve rejime karşı organize olmaya başlaması ülkede uzun yıllar sürecek bir iç savaşın başlamasına neden oldu. Deraa şehrinde yaşanan protestoları kanlı bir şekilde bastıran Esed rejimi böylece önü alınamaz iç savaşın fitilini de ateşledi.
Özgür Suriye Ordusu adı altında bir araya gelen muhalifler, Esed rejimine karşı direnişe geçti. Geride kalan 5 yıllık süreçte 470 binden fazla insanın ölümüne ve 6 milyon insanın mülteci durumuna düşmesine neden olan iç savaş pek çok krizi ve katliamı da beraberinde getirdi. Kendi halkına karşı her türlü acımasız yönteme başvuran Esed rejimi 2013 yılında Doğu Guta'da kimyasal saldırı gerçekleştirdi.
Muhalif grupların en büyüğü olan Özgür Suriye Ordusu'nun iyi organize olamaması, çok sayıda muhalif grubun olmasına rağmen Esed rejimine karşı birlikte hareket edememeleri, Batılı ülkelerin ve özellikle ABD'nin yeterli desteği sağlayamaması, eğit-donat programının başarısızlıkla sonuçlanması muhalifleri zayıflattı. Yine benzer şekilde muhalifleri destekleyen Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin muhalifleri kendi çıkarları çerçevesinde desteklemesi ve Mısır'da yaşanan darbe sonrası süreçte Suriye'nin Dostları Grubunda yer alan ülkelerin farklı pozisyonlara kayması Suriye muhalefetine olan desteğin de zaman içerisinde zayıflamasına neden oldu. Suriye muhalefeti böylesi çok katmanlı ve karmaşık bir ilişki ağı içerisinde zamanla güç kaybına uğrarken, Esed rejimi ise İran ve Rusya'nın desteği ile kaybettiği alan hakimiyetini sağlayarak gücünü konsolide etmeye başladı. Obama yönetiminin belirli bir Suriye stratejisinin olmaması ve DAEŞ'in bölgede etkili olmasından sonra Suriye politikasını DAEŞ üzerine inşa etmesi de muhalefetin desteksiz kalmasına neden oldu.
Bu karmaşık tabloyu iyi değerlendiren Esed, Rusya'nın da desteği ile muhaliflere dönük geniş çaplı saldırılar başlattı. Bu saldırıların en önemli ayağını ise Halep'in ele geçirilmesi oluşturuyordu. DAEŞ'e karşı müdahale adı altında Suriye'ye giren Rusya, hava saldırılarının neredeyse tamamına yakınının muhaliflere yöneltti ve karada İran güçleri ve yabancı Şii milislerin aktif katılımı neticesinde Esed rejimi uzun bir sürenin ardından Lazkiye, Deraa ve Halep bölgelerinde belli ilerlemeler sağlamayı başardı. Bu süreçten sonra Halep, rejim yanlısı güçlerinin saldırı odağı haline geldi.
Irak'ın Amerika tarafından işgal edilmesinden sonra Irak'ın Felluce kentinde kurulan ve ABD'ye karşı mücadele eden bir örgüt olarak kurulan DAEŞ, Amerika'nın Irak'tan çekilmesinden sonra doğan boşluktan yararlanarak gücünü maksimize etmeye başladı. DAEŞ bir yandan hapishane baskınları ile örgüte militan kazandırırken öte taraftan da Maliki yönetiminin yanlış politikaları Sünni nüfusu bu örgüte yaklaştırdı. 2014 yılına gelindiğinde DAEŞ, Suriye'de var olan otorite boşluğunu da kullanarak burada da etkin olmaya başladı. Irak ve Suriye coğrafyasında büyük güç kazanan DAEŞ'in Musul'u ele geçirmesi ile birlikte bölgede yeni bir denklem kuruldu.
Suriye'de hızlı bir şekilde organize olan ve muhaliflerin kontrolünde bulunan bölgelere saldıran DAEŞ, kısa sürede Suriye'de geniş bir alanda hakimiyet sağladı. DAEŞ'in bu yükselişi aynı zamanda muhalefetin de güç kaybına neden oldu.
DAEŞ'in terör eylemleri uluslararası alanda bir güvenlik sorunu haline geldi. DAEŞ'in uluslararası alanda büyük bir güvenlik sorununa dönüşmesinden kazançlı çıkan Esed rejimi oldu. Suriye coğrafyasının kırılganlaşması da “Esed gitmeli" tezinin yerine, “Esed giderse yerine kim gelecek?" sorusuna bıraktı. Bu ortamda Rusya ve İran'ın da desteği ile Esed yönetimi zayıflamış olan muhalefete karşı daha fazla saldırganlaştı.
Moskova yönetimi, 2011'de Suriye'deki ayaklanmaların başlamasının ardından Esed rejimine ekonomik, uzman, asker ve diplomatik destek sağladı. Rusya, Suriye'deki askeri tesislerini korumak ve Esed rejimine destek vermek için Suriye'ye savaş uçakları, savaş gemileri ve 4,000 asker konuşlandırdı. Uzun yıllardır Suriye'nin müttefiki olan Rusya'nın Suriye'deki iç savaşa DAEŞ bahanesi ile müdahil olmasındaki asıl hedefi, Ortadoğu'daki nüfuzunu muhafaza etmek ve Ukrayna müdahalesiyle gelen uluslararası alandaki tecridini sona erdirmekti.
DAEŞ'in dünya genelinde ortaya çıkarılan bu yeni tablo Esed rejimine ve Rusya'ya yeni bir oyun kurma imkanı tanıdı. Rusya tıpkı ABD gibi Suriye sahasında DAEŞ'e karşı savaşmak adı altında Suriye'de muhalif güçleri vurmaya başlarken, Esed rejimi de yeniden gücünü topladı. Bu süreçte hem Esed rejiminin hem de Rusya'nın ana hedefi Halep'i ele geçirmek oldu. Rusya ve rejim yanlısı güçler Halep'te başlattıkları yoğun saldırı sonucu önce Azez-Halep hattını ele geçirdiler. Azez-Halep hattının kaybedilmesi ile birlikte, Türkiye sınırına uzanan hatta muhalifler üç yönden kuşatma altında kaldı.
Halep'teki bu çatışmalar, ülkede yaşanan iç savaşın en kritik cephesini oluşturuyor. 23 Mayıs 2012'de Halep'in Azez kentine kara ve havadan operasyonlar düzenleyen rejim güçleri muhalifler tarafından püskürtülmüştü. Esed ve Rusya, 2012'de rejim güçlerinin muhaliflere yönelik saldırılarında ilk başarısızlığı yaşadığı Halep'i ele geçirerek muhaliflere en büyük kaybı yaşatmanın hesabını yaparken, muhalifler ise Halep'te rejim güçlerini yenilgiye uğratarak kentin kontrolünü devam ettirmeye çalışıyor. 2.5 milyonluk şehri tamamen kontrol etmek ise iç savaşın seyrini değiştirebilir. Bu durum da Halep'teki mücadeleyi kritik hale getiriyor.
Halep, Anadolu'dan Suriye'ye geçişte ve Anadolu'nun Suriye ve Irak'ın iç kısımlarından Akdeniz'e ulaşım noktasında son derece önemli bir stratejik konuma sahip. Suriye'deki Türkmenler de Türk siyaseti açısından, Türk tarihi açısından son derece önemli. Direnişin kalesi olarak görülen Halep'in ele geçirilmesi devrime en büyük darbenin vurulacağı anlamına geliyor. Bu yüzden Esed rejimi iç savaşın başından beri bölgede muhaliflerle çatışmaya devam ediyor. Bundan dolayı neredeyse bütün muharip gücünün büyük bölümünü Halep'e konuşlandırıyor. Halep'in Esed rejiminin eline geçmesi, 5 yılı aşkındır yaşanan insani krizin daha büyük boyutlara ulaşmasına sebep olacaktır.
Türkiye, Suriye ile olan 911 km'lik sınır hattındaki şehirleri ve Halep'i korumak için uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge konusunda ısrar ederken uluslararası camia konuyla ilgili net bir tutum sergilemiyor.
Muhalifler için kilit nokta olan Halep'in şah damarı ise Kastillo yolu. Rejim güçleri geçen ay kentin kuzeyindeki muhaliflerin tek çıkış noktası olan Kastillo yolunun kontrolünü sağlamış, bunun üzerine muhalif bölgeler kuşatma altına girmişti. 300 binden fazla sivilin yaşadığı Suriye'nin en büyük ikinci şehri olan Halep'te muhalifler kuşatmayı kırma amaçlı saldırı başlattı. Saldırıya 2 binden fazla muhalif savaşçı katıldı. Bir ayı aşkın süredir Halep'i kuşatma altında tutan Esed rejimi ve müttefiklerine karşı başlatılan operasyon sonucu önemli stratejik noktaları ele geçiren muhalifler, Halep kuşatmasını kırma yolunda önemli bir başarı elde etti.
Fetih Ordusu ve diğer muhalif gruplar (Ceyş el-Fetih) rejim güçlerinin kuşatması altındaki bölgelerin ablukasını kırmak için başlattığı ve ''Halep kuşatmasını kırma'' adı verilen operasyonda Şırfe köyü ve el Mahrukta tepesinin de aralarında bulunduğu 9 stratejik bölgeyi Esed güçlerinden aldı.
Muhalif birlikler Halep'te mahsur kalan sivillere yönelik bir koridor açmayı ve rejimin açlıktan öldürme stratejini engellemeyi hedeflediklerini duyurdu.
Rejim güçlerinin ve Rusya'nın hedefinde olan Halep'teki nüfusun çoğunluğunu Türkmenler oluşturuyor. Aynı zamanda Türkiye'nin Arap coğrafyası ile bağlantısını sağlayan an yolardan biri. Halep bu özelliği ile hem jeopolitik hem de ticari anlamda Türkiye için büyük önem taşıyor. İç savaşın başlaması ile 3 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, Halep'teki olası büyük bir çatışmadan kaçacak mültecilerin ana güzergahı olacak. Bu durum da Halep'in düşmesi Suriye'nin neredeyse tamamının kontrolünün Esed rejimine geçmesi anlamına geleceği gibi büyük bir mülteci dalgasını da tetikleyebilir.