Türkiye'nin önce Libya, ardından da Doğu Akdeniz'deki siyasi ve askeri hamleleri en çok Fransa hükümetini rahatsız etti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un son birkaç aydır Türkiye karşıtı açıklamalarının ardı arkası kesilmedi. Macron'un imparatorluk artığı hezeyenlarıyla Napolyon sendromu yaşadığını belirten Uluslararası Güvenlik Analisti Kaan Kutlu Ataç, "Türkiye ve Fransa için Levant, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Sub-Sahara/Sahel alanları ciddi rekabet alanlarını oluşturuyor. Yakın döneme değin kısmen Ortadoğu hariç bu bölgelerde iki ülkenin ciddi bir rekabeti görünmüyordu. Fakat ne zaman ki Türkiye Akdeniz çanağının güney coğrafyası ve Sub-Sahara’da ekonomik ve siyasal anlamda aktör olarak varlığını göstermeye başladı Paris ve Ankara arasındaki rekabetin şiddetini arttırdı" değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye ile Yunanistan arasında devam eden Doğu Akdeniz gerilimine Fransa'nın dahil olması gelişmelere yeni bir boyut kazandırdı.
Türkiye'nin Libya'da meşru hükümete askeri danışmanlık desteği vermesinden rahatsız olan Fransa hükümeti, ardından Doğu Akdeniz'deki gerilimde Ankara'ya açıkça meydan okudu.
Yeni Şafak'a değerlendirmelerde bulunan Uluslararası Güvenlik Analisti Kaan Kutlu Ataç, Macron'un Türkiye karşıtlığını bu denli yükseltmesinin temel nedeninin iç politikadaki sorunlar ve Fransız ekonomisindeki gidişat olduğunu söyledi:
- "Macron da her iktidar sahibinin temel güdüsü olan iktidarın perçinlenmesi ve bir sonraki seçimde bu iktidarın devamını sağlamayı garanti edecek ekonomi politikalarının neler olduğunun arayışında. Her zaman olduğu gibi bunun da iki temel yapısı var: Birincisi vatandaşının hayatta kalması için gerekli olan günlük besinin belirli miktar ve kalitede sürekli arzının sağlanması ve Fransız vatandaşlarının bunu sağlayabilecek düzeyde finansal bir gelire sahip olması."
MACRON ÇOK CİDDİ BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYA
Covid-19 sürecinin küresel ekonomik sisteme verdiği zarar devletlerin saldırgan dış siyasetini anlamamıza yardım ediyor. Fransa açısından ekonomik durum, tüm ülkelerde olduğu üzere, hiç de iç açıcı değil. Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın resmi internet sitesindeki veriler Macron’un çok ciddi bir durumla karşı karşıya olduğunu delalet ediyor.
İHRACATTA DÜŞÜŞLER YÜZDE 25'İ GEÇTİ
Veriler gerçekten oldukça çarpıcı: 2020’nin ilk yarısında mal ihracatı 2019’un aynı dönemine göre 21.5% nipetinde düşmüş. Bu düşüş 2008 küresel ekonomik buhranındaki yüzde 20.8'lik azalmaya göre daha yüksek bir değer. AB bölgesi dışındaki üçüncü ülkelere yapılan ihracattaki düşüş ise daha da dramatik: 25.6 yüzde. Fransa’nın önemli ihracat kalemleri olan havacılık ve otomotiv ürünlerindeki düşüşler ise gerçekten müthiş, sırasıyla 47.2% ve 38.1% oranında. Pandeminin küresel ekonomik ve finansal sistemlere etkisinin görünen gelecekte pandemi öncesi duruma dönmesinin imkânsızlığı konusunda konunun uzmanlarının hemfikir olduğunu da hatırlatalım. Tüm dünyada hükümetlerin bu süreç içerisinde korumacı ekonomik önlemleri daha da sıkılaştıracağı düşünülürse Macron'un önündeki sorunun büyüklüğü anlaşılacaktır. Kaldı ki Fransa iç siyasetinde Macron’un sıkıntılı durumu pandemi süreciyle bambaşka bir boyut kazandı. Macron’nun bu anlamda iç siyaseti konsolide etme güçlüğü yaşadığını da unutmamak gerekiyor."
TÜRKİYE'NİN SİYASAL AKTÖR OLMASI FRANSA'YI RAHATSIZ ETTİ
Türkiye ve Fransa'nın milli çıkarlarını maksimize ettiği coğrafyada karşı karşıya geldiğini söyleyen Uluslararası Güvenlik Analisti Kaan Kutlu Ataç, "Her iki ülke için de Levant, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Sub-Sahara/Sahel alanları ciddi rekabet alanlarını oluşturuyor. Yakın döneme değin kısmen Ortadoğu hariç bu bölgelerde iki ülkenin ciddi bir rekabeti görünmüyordu. Fakat ne zaman ki Türkiye Akdeniz çanağının güney coğrafyası ve Sub-Sahara’da ekonomik ve siyasal anlamda aktör olarak varlığını göstermeye başladı Paris ve Ankara arasındaki rekabetin şiddetini arttırdı." ifadelerini kullandı.
"İŞTAH KABARTAN REZERVLER REKABETİ ARTTIRACAK"
"Yine Fransız Dışişleri Bakanlığı’na göre, ekonomik diplomasi ve dış ticaret Fransa’nın en önemli konusu. Bu öncelik rekabet alanlarında işbirliğinden ziyade tek taraflı politikaların da öncelikli olacağına dair bir işaret olarak da değerlendirilebilir. Bu noktada yine Fransa’nın resmi ekonomik verileri Türk-Fransız çekişmesinin nedenini izahta bize yardımcı oluyor. 2000’lerden bu yana Fransa’nın Afrika’ya yaptığı doğrudan yabancı yatırım (FDI) dünyanın diğer bölgelerine göre daha fazla. 2000-2017 arasında Fransa’nın Afrika’ya bu anlamdaki yatırımları tam on kat artmış. ABD ve İngiltere’nin ardından üçüncü en büyük yatırımcı. FDI’ın 30%u Kuzey Afrika’ya. Örneğin 2015-2017 arasında Kenya ve Burkina Faso’ya yapılan FDI sırasıyla 57% ve 21% artmış. Bu Afrika’daki en yüksek artışlara işaret ediyor. Bu da şu demek, Paris, Fransız yatırımcının çıkarlarını gözetme konusunda gevşek davranmayacaktır. Kaldı ki, hem Doğu Akdeniz’de iştah kabartan hidrokarbon kaynakları, hem Afrika’nın değerli madenlerine olan talep arttıkça bu coğrafyalardaki mücadelenin şiddetinin artacağını öngörmek için de kâhin olmaya gerek olmadığı ortada. Küresel krizin daha da derinleşeceği yönünde projeksiyonların rağbet gördüğü bir süreçte Türkiye de ekonomisinin ihtiyacı olan alanlarda çıkarlarını haklı olarak savunmak ve genişletmek durumundadır. Öte yandan jeopolitik risklerin sıcak çatışmaya döndüğü bir coğrafi alandan bahsediyorsanız konunun tarafları arasındaki mücadelenin 'kas gösterme'ye varacağı da muhakkaktır.
TÜRKİYE HER ALANDA GÜÇLÜ OLMASI GEREKİYOR
Tüm bunlarında ötesinde Türkiye açısından şu tespiti de yapmak gerekiyor: Bölgede varlık sürdürmek ve hayatta kalmak için ekonomik, askeri, siyasi, ideolojik alanlarda güçlü olmak artık yeterli değil. Çok güçlü olmak gerekiyor. Bu da mücadele alanındaki sertliği arttırıyor. Türkiye, siyasi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü böylesi sert bir coğrafyada emniyete almak isterken ekonomik çıkarlarını da savunmak zorunda. Bu noktada Türkiye’nin elini güçlendiren çok önemli bir husus da var. Türkiye bu siyasetinde güvenlik alanını başkalarının aleyhine genişletmiyor, böyle bir politikası da yok. Zaten ihtiyacı da bulunmuyor. Hakkını savunuyor. Türkiye’nin son günlerde Batı’da dile getirildiği gibi eskiye özlemle geleceğe yönelik imparatorluk gibi bir hayali yok. Batı’nın hem siyasetinde hem de medyasında dile getirilen ‘yeni Osmanlıcılık’ oryantalist bir bakışı açısının tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Hatırlatmakta yine fayda var, Türkiye’nin doğası sınırların ötesindeki güç algısına dayanır. Çünkü her ülke gibi milli çıkarlarını sınırları ötesinde araması gerekir. Coğrafyadan dolayı, Türkiye’nin yakın tehdit unsurları komşusunda değil, yakın coğrafyası içindedir. Akdeniz, Libya, Körfez buna örnektir.
MACRON NAPOLYON SENDROMU YAŞIYOR
Fakat Türkiye’nin bu çabası bölgede emperyal geçmişin hayalini kuran kimi başkentlerde rahatsızlık yarattığı görülüyor. Coğrafya dar olduğu için de gerginlikler rekabet alanındaki basıncı yükseltiyor. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Paris’in imparatorluk hevesiyle Avrupa ekseniyle oynayabileceği günler Kuzey Amerika’daki 2 milyon 100 bin kilometrekarelik Louisiana’yı 1803’te ABD’ye sattığı gün başladı. Sabık İmparator Napolyon’un 1821’de, dünyanın en ücra köşelerinden olan Birleşik Krallık’a ait 128 kilometrekarelik Saint Helene’de ‘sürgünde’ ölmesiyle bitti. Macron da, imparatorluk artığı kimi hezeyanlarıyla Napolyon sendromunu yaşıyor. Türkiye’yi hayalcilik ve imparatorluk günlerine özlemle suçlayan bir insanın oturup Napolyon’un hayaline bakmasına gerekir. Macron’un Türkiye’ye yönelik şiddet dili bana onun bir Amok koşucusunun halet-i ruhiyesini hatırlatıyor. Sağlıklı bir durum olmadığı da ortada. Türkiye Cumhuriyeti, Fransa’nın 19. yüzyıldaki sömürü günlerini arayacağı adres değildir. Paris’in şiddet dilinden kaybedeceği ile Ankara ile işbirliğine yönelik politikalar izlemesi halinde kazanacaklarını hesap edebilecek bir rasyonalite gerekir."