Libya’da bugünlerde üçüncü bir iç savaşın çanları çalıyor. Hafter yönünü Libya’da kurmak istediği sisteme meydan okuyacak veya onu engelleyecek potansiyele sahip aktörlerin bulunduğu kentlere çevirdi. Hafter, bugüne kadar rakiplerine nazaran çok ciddi bir avantaj elde etti. Özellikle BAE, Mısır ve Fransa’nın doğuda Bingazi ve Derne, güneyde ise Sebha ve Murzuk gibi kentlere yapılan operasyonlarda doğrudan hava desteği vermesi, operasyonların seyri açısından belirleyici bir faktör oldu.
İlki 2011 yılında Kaddafi rejimiyle muhalifler arasında, ikincisi ise 2014 yılında Halife Hafter liderliğindeki “Onur Operasyonu” ile Hafter muhaliflerinin kurduğu “Libya Şafağı” koalisyonu arasında yaşanan iki iç savaşın ardından, bugünlerde Libya’da üçüncü bir iç savaşın çanları çalıyor.
4 Nisan Perşembe günü Halife Hafter’in yaptığı çağrının ardından Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) başkent Trablus’a yönelmesiyle birlikte, Libya krizi açısından ciddi sonuçlar doğuracak çatışmalar başlamış oldu. Trablus’ta yaşananları merkeze alarak, Libya krizi bağlamında olup bitenleri anlamlandırmak için aşağıdaki soruların cevaplanması son derece önem arz ediyor.
- Hafter’in yayılmacılığı
- Hafter liderliğindeki LUO başkent Trablus’u ele geçirerek yerel güç dağılımını domine edebilecek mi?İç savaşın akıbeti açısından kritik bir eşik olan Trablus mücadelesinde LUO’nun bazı avantaj ve dezavantajlarının olduğunubelirtmek gerekir.
Birincisi, Libya’nın doğusunu ve ardından güney bölgelerini ele geçiren Hafter’in bu yayılmacı davranışları ne anlama geliyor?
Bu sorunun cevabı, iç savaşların yaşandığı hemen her ülkede var olan yapısal şartlarda aranmalı. Uluslararası sistemdeki devletler gibi, iç savaşların yaşandığı ülkelerdeki yerel aktörler de, lokal anarşilerin hâkim olduğu sistemlerde varlık mücadelesi yürütürler. Güvenliği tesis edecek bir üst otoritenin yokluğu, aktörleri kendi güvenliklerini sağlama konusunda adımlar atmaya yöneltir.
Uluslararası sistemde olduğu gibi, tarafların birbirlerinin niyetlerinden asla emin olamaması, birbirlerinden korku duymaları ve nispi güç kazanımlarına odaklanması gibi anarşik sistemin doğurduğu yapısal şartlar, aktörleri saldırgan stratejilere sevk eder. Libya krizine bu açıdan bakıldığında, yerel aktörlerin güç dağılımında kendilerine avantaj sağlayacak kentlerin kontrolünü hayati gördüğünü ve fırsat buldukça yayılmacı davranış sergilediğini söyleyebiliriz.
Bu aktörlerden biri olan Hafter liderliğindeki LUO ise ilk etapta Libya’nın doğusundaki kentleri kontrol altına alarak önemli bir pozisyon edindi. Ancak bu bölge, sahip olduğu kısıtlı kaynaklar (faaliyet gösteren kurumlar, enerji sahaları) ve nüfus açısından dengeleri Hafter lehine değiştirecek yeterliliğe sahip değildi. Bu nedenle LUO için temel hedef, ilk olarak zengin petrol yataklarının ve tesislerinin bulunduğu Sirte körfezini ele geçirmek ve ardından stratejik öneme sahip güney kentlerine odaklanmaktı.
- Bu iki hedefin gerçekleştirilmesinin akabinde iseyerel güç dağılımındabelirleyici olan aktörlerin bulunduğu başkentTrablus ve Misratagibi kentler hem doğudan hem de güneyden hedef alınacaktı. Geçtiğimiz aylardaLUO’nun güneydeki kentleri kontrol altına almasıylaHafter yönünü Libya’da kurmak istediği sisteme meydan okuyacak veya onu engelleyecek potansiyele sahip aktörlerinbulunduğu kentlere çevirdi.
LUO’nun bu yayılmacı davranışının altında, Libya’nın başlıca güç merkezlerini kontrol altına almadan mevcut anarşi ortamında varlığını sürdüremeyeceğini düşünmesi, başka bir ifadeyle yerel yapısal şartların aktörlere yaptığı baskı yer alıyordu.
Hafter Trablus’u ele geçirmekle hakim olabilecek mi?
İkinci soru, Hafter liderliğindeki LUO başkent Trablus’u ele geçirerek yerel güç dağılımını domine edebilecek mi? İç savaşın akıbeti açısından kritik bir eşik olan Trablus mücadelesinde LUO’nun bazı avantaj ve dezavantajlarının olduğunu belirtmek gerekir. Bu avantajlardan birincisi, şimdiye kadar LUO karşısında dengeleyici bir ittifakın kurulamamış olması.
Potansiyel rakiplerin kendi aralarındaki mücadeleler ve LUO’yu sınırlandırma sorumluluğunu Libya’nın doğu ve güneyindeki aktörlere yüklemeleri, söz konusu yayılmacılığa katkı sağlıyor. Hafter’in 2014-2019 yılları arasında doğu ve güneyde yürüttüğü operasyonlar karşısında Libya’nın batısındaki muhalif milislerin önleyici adımlar atmaması, Bingazi ve Derne gibi kentlerdeki silahlı grupların sahadan silinmesine neden olurken, güneydeki zayıf grupların da Hafter’in peşine takılmasına yol açtı.
İkinci avantaj ise Hafter’in rakiplerine kıyasla sahip olduğu güçlü uluslararası destek. BAE, Fransa, Mısır ve Rusya gibi uluslararası aktörlerin askeri ve diplomatik desteğini alarak yerel güç dağılımında belirleyici bir pozisyon kazanan Hafter, bugüne kadar rakiplerine nazaran çok ciddi bir avantaj elde etti. Özellikle BAE, Mısır ve Fransa’nın doğuda Bingazi ve Derne, güneyde ise Sebha ve Murzuk gibi kentlere yapılan operasyonlarda doğrudan hava desteği vermesi, operasyonların seyri açısından belirleyici bir faktördü.
Öte yandan Trablus operasyonuna bakıldığında, açıktan bir askeri destek şimdiye kadar söz konusu olmasa da, Hafter’in uluslararası müttefiklerinin buna yeşil ışık yaktığı söylenebilir. Bu açıdan, operasyonun ikinci gününde ABD, Fransa, BAE, İngiltere ve İtalya’dan gelen, çatışmaların durdurulmasına yönelik çağrı dikkat çekicidir. Yapılan ortak açıklamada Hafter’in liderliğini yaptığı LUO’nun ismi geçmezken, çatışmaları kınayan basit ifadelerin ötesine de geçilmedi.
- Trablus operasyonunun zamanlaması açısından dikkat çeken bir başka gelişme ise Hafter’in Suudi Arabistan ziyareti oldu. Hafter’in geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’la bir araya gelmesi ve ardından Libya’daki Selefi Medhalilerin de operasyonlara destek vermesi, Hafter’in müttefiklerinden onay aldığına işaret ediyor.
Trablus harekatında Hafter’in rakiplerine nazaran avantajları olsa da, başkentin güç dağılımındaki belirleyici konumunu göz önüne alarak bazı dezavantajlarının olduğunu da belirtmek gerekir. Bu dezavantajlardan ilki, Hafter muhalefetinin, doğrudan varlığına yönelik bir tehdit oluşturan Trablus operasyonu karşısında, dengeleyici bir ittifak kurmasıdır.
2014’ten günümüze kadar sahada yaşananlar, Hafter’in sınırlı bir bölgeyle yetinmeyeceğini ve tüm Libya’ya hakim olma arzusunda olduğunu açıkça gösterdi. Her ne kadar başta Trablus, Misrata ve Zintanlı gruplar bu tehdidi caydırma sorumluluğundan kaçınsalar da, gelinen noktada bu stratejiyi sürdürmenin mümkün olmadığı ortaya çıkmış durumda.
Özellikle Misratalı milislerin Ulusal Uzlaşı Hükümeti’nin (UUH) çağrısı sonrasında başkente konuşlanması ve Trabluslu milislerin UUH ile yaşadığı gerginlikleri bir kenara bırakarak Hafter tehdidine odaklanacaklarını açıklaması, dengeleyici bir ittifakın kurulacağına dair sinyallerin var olduğunu gösteriyor. Bu durum, bugüne kadar rakipleri arasındaki mücadeleden faydalanarak yayılmacı davranışlar sergileyen Hafter için ciddi bir risk oluşturuyor.
İkinci dezavantaj, Trablus’un yıpratıcı bir savaşa dönüşme olasılığının yüksek olmasıdır. Hem mücadelenin kabaca birbirine denk gruplar arasında yaşanması hem de başkentte 1,5 milyondan fazla insanın yaşıyor olması, çatışmaların tarafları yıpratıcı bir seyre dönüşme ihtimalini artırıyor. Hafter’in görece zayıf gruplara karşı Bingazi’de yürüttüğü operasyonların iki yılı aşkın bir sürede tamamlandığı düşünülürse, benzer bir tablonun çok daha ağır şartlarda Trablus’ta meydana gelmesi muhtemeldir.
BM’nin çözüm üretmesi mümkün mü?
Üçüncü soru, tüm bu çatışmalara rağmen, BM öncülüğünde yürütülen barışçıl çözüm çabaları sonuç üretir mi? Libya krizinin barışçıl yollarla çözüme kavuşacağı beklentisi uzun süredir gündemi meşgul etmekteydi. Trablus’taki çatışmalar, Nisan ayının ortasında Libya’nın güneyindeki Gadames kentinde yapılması planlanan Ulusal Konferans’a gölge düşürmenin yanı sıra, söz konusu girişimleri temelden sarsacak bazı sorgulamaları da beraberinde getirdi.
İlk olarak, Libya krizinin siyasi gruplar arasında yaşanan geçici bir anlaşmazlık olmadığı hatırlanmalıdır. Ülkenin içine düştüğü anarşik yapının son bulması için, sistemi domine edecek bir güç odağının zaruri olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır. İkinci olarak, yerel aktörlerin mücadeleyi sıfır toplamlı bir oyun şeklinde okudukları göz önünde bulundurulmalıdır.
Örneğin Hafter tüm siyasi ve askeri rakiplerinin saf dışı bırakıldığı bir çözüm arayışı dayatırken, muhalif kesimler ise Hafter’li çözümün ölüm fermanı olduğunu bilerek karşı çıkmaktadır. Öte yandan Trabluslu milisler başkentteki imtiyazlı konumlarından ve bunu sağlayan askeri kapasitelerinden ödün vermeyeceklerini uzun süredir göstermekteler. Dolayısıyla, aktörler için hayati riskler taşıyan talepleri müzakere etme çabasından sonuç beklemek gerçekçi değil. Yerel güç dağılımında aktörlerden biri baskın olmadıkça, çözüm adı altında ortaya konulacak tüm yol haritalarının krizi erteleyecek sönük girişimler olması kaçınılmazdır.