Donald Trump seçim zaferinin ardından ABD başkanlığını devralmaya hazırlanırken, dünya popülist liderin dönüşünün kendileri için ne anlama gelebileceğini sorguluyor.
AB ikinci bir Trump yönetimine hazırlanırken, Ukrayna endişeyle izlerken ve İsrail kutlama yaparken, gözler Basra Körfezi ülkelerine de çevrildi.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman Trump'la telefonda görüşen ilk liderlerden biri oldu. İkili arasında Cemal Kaşıkçı cinayetinin ardından Trump'ın Suudi Prens'e sırtını dönmeyi reddettiği güçlü bir ilişki var.
ABD'nin eski ve yeni lideri de Suudi Arabistan öncülüğünde Katar'a uygulanan ablukanın ilk destekçilerinden biriydi.
Trump Çarşamba günü zaferini ilan ederken Körfez'deki borsalar yükselişe geçti ve ikinci döneminin nasıl görünebileceğine dair bir miktar güvene işaret etti.
Middle East Eye, (MEE) yeni bir Trump yönetiminin bölge için ne anlama gelebileceğini inceledi.
Zorunlu tercihler yok
Trump, 2020'de ilk dönemi sona erdikten sonra bile KİK liderleriyle güçlü bağlarını sürdürdü, birkaç milyon dolarlık anlaşma yaptı ve sessiz, perde arkası diplomasiye katıldı.
Chatham House'da yardımcı araştırmacı ve Kuveyt Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Badir el Seyf MEE'ye verdiği demeçte, “Körfez ülkeleri dersi zor yoldan öğrendi: Kendi yeteneklerini geliştirmeleri ve kendi kararlarını alan ve meseleleri ileriye taşıyan sorumlu aktörler olmaları ve ABD'de veya başka bir ülkede kim gelirse gelsin başa çıkabilmeleri gerekiyor” dedi.
El Seyf'e göre bu seçim Körfez'in en az pay sahibi olduğu ABD seçimi olabilir çünkü bölge liderleri son yıllarda kendi çıkarlarını ön planda tutarak hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar ve ilgili kurumlarla güçlü ilişkiler yürütmeyi başardı.
El Seyf ayrıca, “Gelecek ABD yönetiminin farklı süper güçleri dengelemeye çalıştığımızı bilmesi gerekiyor çünkü her biri bize farklı bir şekilde katkıda bulunuyor” diye ekledi.
KİK ülkeleri, ABD'nin Moskova ve Pekin'e karşı giderek daha düşmanca bir yaklaşım benimsediği son birkaç yılda Rusya ve Çin ile güçlü bağlar kurdu.
Körfez ülkeleri İran ile ilişkilerinde de büyük ölçüde yeni bir sayfa açtılar.
Suudi Arabistan'ın yıllar süren diplomatik düşmanlık ve vekalet çatışmalarının ardından 2023'te Tahran'la bağlarını yeniden kurması gerilimin azalmasına öncülük etti.
Bu durum, bu devletlerin Trump başkanlığında yaşayabilecekleri bir endişeyi ortaya koyabilir.
Sık sık Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e karşı yumuşak davranmakla suçlanan Trump, ABD başkanı olarak ilk döneminde Çin ve İran'a karşı oldukça şahin politikalar uyguladı ve bu tutumunu değiştirmesi beklenmiyor.
Kriz Grubu'nun Körfez ülkeleri odaklı kıdemli analisti Anna Jacobs, “Trump'ın ilk döneminde politikaları bölgedeki Suudi-BAE politikalarıyla çok daha uyumluydu: İran'a maksimum baskı, İsraillilerle normalleşme, dolayısıyla ilk döneminde bazı kilit konularda, özellikle de İran'da daha fazla uyum vardı” diyor.
Ancak şimdi Jacobs, KİK'in “İran'la soğukkanlı bir ilişki, ihtiyaç duyduklarında konuşabilecekleri ve gerilimi azaltabilecekleri bir ilişki kurmayı taahhüt ettiklerini ve başta Riyad olmak üzere çoğunun İran'la bu kanala sahip olmanın son derece faydalı olduğunu düşündüğünü” söylüyor.
Gazze sorunu
Trump'ın başkanlığının sonuna İbrahim Anlaşmaları ya da İsrail ile iki Körfez ülkesi BAE ve Bahreyn'in yanı sıra diğer iki Arap ülkesi Fas ve Sudan arasındaki ilişkileri normalleştirmedeki başarısı damgasını vurdu.
İbrahim Anlaşmaları üzerine bir kitap yazan araştırmacı Elham Fahro, “Tüm Körfez ülkeleri bir Filistin devletinin kurulduğunu görmek istiyor” diyor ve ekliyor: “Örneğin BAE, herhangi bir ertesi gün planına katılımını bir Filistin devletinin kurulması şartına bağladı.”
Körfez ülkeleri, İsrail ile ilişki kurmuş olanlar da dahil olmak üzere, İsrail'in Gazze'deki eylemlerini açıkça eleştiriyor, hatta Suudi Arabistan yakın zamanda bunu bir soykırım olarak nitelendirdi.
İsrail savaşın başlangıcından bu yana Gazze'de 43.000'den fazla Filistinliyi öldürdü ve bölgenin sivil altyapısının tamamını tahrip ederken insani yardımların bölgeye girişini de ciddi oranda kısıtladı.
Fahro sözlerini şöyle sürdürdü: “Biden bu konuda Netanyahu'ya Gazze'deki eylemlerini gerçekleştirmesi için koşulsuz siyasi ve askeri destek verdi ve bir ateşkese varması için kendisine anlamlı bir baskı uygulamayı reddetti.”
“Trump, Netanyahu'nun 'işi bitirmesine' izin vereceğini söyledi. Bu da aynı politikanın etkili bir devamı. Dengede duran ve Körfez liderlerinin Trump'ı kendi pozisyonları konusunda ikna etmeye çalışacakları ana konu bu.”
Trump'ın Netanyahu ile yakın ilişkileri olduğu biliniyor ve kendisi Çarşamba günü Cumhuriyetçi Parti'nin Kamala Harris karşısında kazandığı zaferi kutlamakta gecikmedi.
Ancak Jacobs, ön görülemezliğine rağmen Trump'ın sürekli olarak savaş karşıtı bir tutum sergilediğini ve ABD güçlerini Orta Doğu'daki çatışmalardan uzak tutmak istediğini belirtiyor.
Jacobs, bu durumun Trump'ın savaşı sona erdirmek istemesine yol açabileceğini, ancak bunun “her şeyden çok İsrail'in çıkarlarını göz önünde bulundurması” gibi potansiyel bir risk taşıdığını söylüyor.
Katar aykırı mı?
KİK ülkelerinin çoğu dış politika söz konusu olduğunda büyük ölçüde tek tip bir tutum sergilerken Katar olaylara biraz farklı bakıyor olabilir.
Doha'nın dış politikası çoğu zaman Körfez'deki komşularından kopuk olmuş, bu da zaman zaman doğrudan gerginliklere ve diplomatik çatışmalara yol açmıştır.
Katar'da bir ABD askeri üssü de (El Udeyd) bulunuyor. El Udeyd Hava Üssü ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük askeri üssü konumunda.
Jacobs sözlerine şöyle devam etti:
Gazze konusunda ise Suudi Arabistan ve BAE Hamas'ın hayranı olmasalar da Filistinli grubun büyük bir kısmı önemli bir mali destekçi olan Katar'da bulunuyor.
Jacobs, “[Katarlıların] Trump'ın Gazze görüşmelerini nasıl ele alacağını, Katar'ın Hamas'la ilişkisini ne kadar inceleyeceğini, Senato ve Temsilciler Meclisi'ndeki Cumhuriyetçilerle birlikte [Hamas'ın] ofisini kapatmak için Katar'a baskı yapıp yapmayacağını görmeyi beklediğini düşünüyorum” diye ekledi.
Bununla birlikte uzmanlar, özellikle Trump'ın dünya sahnesinde öngörülemez olduğu bilindiğinden, tüm KİK devletlerinin ABD başkanından bağımsız olarak çıkarlarını güvence altına almak için yüksek düzeyde pragmatizme başvurduğunu söylüyor.
El Seyf, “Yeni ABD yönetimi, bölgedeki konumlarını korumaları, güvenlik çıkarlarını korumaları, ticari çıkarlarını desteklemeleri ve İsrail'in Filistin topraklarındaki işgaline son vermeleri için destek vermesi halinde kendilerine Körfez ülkelerinde kesinlikle istekli ortaklar bulacaktır” dedi.