İsrail’in kurulduğundan beri gerçekleştirdiği haksız işgaller, cinayetler, tecavüzler, mal ve yaşama hakkını hiçe sayan hukuksuz uygulamalar, İsrail’in dış politikasının kutsal metinlere, tarihî iddialara, seçilmiş millet psikolojisine dayanan megaloman saldırılara ve yayılmacı bir teo-stratejiyi hukukileştirmek amacına yönelmiştir.
2018 yılında Kudüs ziyaretimde bir esnafla konuşurken “Ne düşünüyorsun, gelecekten ne bekliyorsun?” diye sorduğumda, “Siz gittikten sonra buraya ‘hakiki selam’ gelmedi ve gelmeyecek gibi görünüyor.” demişti. Esnaf, selam kelimesini “barış” anlamında istihdam etmişti. Ancak vakıa o ki buradaki “selamı” hem Türkçe itibariyle sıcaklık, yakınlık, zararsızlık anlamında hem de “barış” anlamında kullanmak tarihi hakikati ifade ediyor.
- Peki bölgeye neden barış gelmiyor, birileri niçin kaos ortamından besleniyor? Bu yazımızda teo-strateji kavramını Kudüs’ün dinî metinlerde ve Yahudi topluluğunun inanç esaslarında sembolleştirerek kutsadığı formlar çerçevesinde, bölgenin geleceğini yeniden şekillendirmek için yürütülen stratejiler bütünü bağlamında ifade etmek istiyorum.
Son olayların, Filistinli Müslümanların uluslararası statü açısından işgal altında kabul edilen Doğu Kudüs’ün hemen dışındaki Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki evlerinden sözde mahkeme kararıyla çıkartılıp işgalcilere verilmek istenmesi ve Yahudilerin “Kudüs Günü” kutlamaları bahane edilerek camide namaz kılan insanlara bombalarla saldırı ile başlaması tek kelimeyle zulümdür. Bu gözü kara saldırının arkasında inanç temelli doğmatik bir zihin yapısı vardır. Buna göre; Yahudi teolojisinde Mesih gelmeden yapılması gerekenler şunlardır: a) Vaat edilen topraklara yeterli sayıda Yahudi’nin yerleşmesi ve burada devlet kurulması b) Kudüs’ün ele geçirilmesi c) Süleyman Mabedi’nin yeniden inşası. Bu üç önemli hedefe biz makro, mezo ve mikro teo-stratejik hedefler diyoruz. Yahudi inancının hedefi; mikro, mezo ve makro planlara sadık kalarak bütün Arz-ı Mev’ud’u işgal etmektir.
STRATEJİNİN MAKRO PLANI
Üç aşamalı Mesih beklentisinin ilk aşamasını kendilerince 1948’de başaran İsrail’in, makro planda arz-ı mev’ud’a ulaşma stratejileri devam ederken Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın paylaştığı haritadan da anlaşıldığı üzere, Kudüs’ün zaman içinde parça parça işgal edildiği görülmektedir. Arz-ı Mev’ud’un Türkiye’nin bir kısmının da dâhil olduğu bir muhayyel toprağa denk geldiği de bilinmektedir.
- Yahudi inancında Tanrı’nın varlığına iman etmek kadar etkili olan bir başka inanç, arz-ı mev’ud’dur. Kutsal kitaplarında İbrahim’e vaat edilen topraklar, İshak ve Yakup’a da hatırlatılarak vaat tekrarlanmıştır (Tekvin, 12, 7; 13: 15; 15: 18-21; 26: 3; 28: 13). Öyle ki “Allah’a inanmak Yahudiliğin temel inancı değildir; ancak Arz-ı Mev’ud inancı temel inançtır” kabul edilir. Bu yönüyle bütün Yahudi tarihi bu amaca ulaşmanın mükâfatı veya bu amaçtan uzaklaşmanın cezası olarak teşekkül etmiştir.
“Seçilmiş” İsrailoğulları’na vaat edilen topraklarda üstünlük kadar diğer milletleri yönetme ayrıcalığı da tanınmıştır. Ancak Tanrı, kendisini sınamalarına öfkelenerek İsrailoğulları’nı “Huzur diyarı” olarak adlandırdığı “Vaat edilen topraklardan” kovmuştur (Mezmurlar, 95: 9-11). Tanrı tarafından kendilerine vaad edilen Arz-ı Mev’ud ve özellikle Kudüs Yahudi bilincinde kendileri dışında başkalarının yaşam hakkı bulunmayan bir mekanı karşılar. Ebedi yurt anlamında “Eretz Yısrael” kullanımı bu anlama gelmektedir. Bu nedenle itikadî anlamda Yahudiler için kutsal kabul edilen bölgede istikrarlı bir ortak yaşam kültürü oluşturulması son derece zordur. Zira sosyolojik olarak bilinir ki dinî inançlarda taviz ve uzlaşı pek mümkün olmadığından bu bölgede çatışma daha olasıdır.
- Yahudi teolojisinde savaş, “seçilmiş halk”ın ülke ve tanrıları Yehova için dövüşmesidir. Öyle ki Yahudi teolojisine inananlarına, yendikleri düşmanın putlarını yıkma, onlarla evlenmeme, onlara acımama ve onları öldürmeleri hususunda buyruk verilmiştir (Tesniye 7: 1-5). Bugün yaşanan olaylarda Yahudi acımasızlığı ve pervasızlığının teolojik meşruiyeti kutsal kitaplarına dayandırılmaktadır. Bir bakıma dinî-manevi narsisizm denebilecek düzeyde kendi inanç, ibadet ve etnisitesini diğer insanlar ve dinlerden üstün tutmaya dayalı bu anlayışın kutsal referanslarla inşa edilmesi, onların en ayırt edici özellikleridir.
MEZO PLAN
Mezo planda İsrail’in teo-stratejisi Kudüs’ü tam anlamıyla ele geçirmektir. Onlara göre 1967’deki Altı Gün Savaşları’nda Kudüs’ün ele geçirilmesiyle bu dinî vazife tamamlanmıştır. Kudüs’ün Tapınak Bölgesi ile tam olarak ele geçirilmesi hahamlarca Tanrı’nın açık bir işareti olarak yorumlandığından, Yahudiler Süleyman Tapınağı’nın yıkıldığı günden bu yana tuttukları matem orucunu 1967 yılında bırakmışlardır. 1980 yılına gelindiğinde Kudüs İsrail’in ebedî başkenti ilan edilmiştir.
- Kudüs’teki “Zeytin Dağı”, Yahudiler için ölünecek kutsal bir mekândır. Burada ölenlerin kutsallığına, buraya gömülenlerin hiçbir sorguya tabi tutulmadan kurtuluşa ereceklerine ve yeniden dirilmenin burada gerçekleşeceğine inanılmaktadır.
Yahudilere göre de dünyanın sonu ve ölümden sonra dirilişte merkez yine Kudüs olacak ve “Büyük İsrail Krallığı”nı tekrar bu mekanda kuracaklar. Bütün milletler, kurulacak bu krallığa sunularını buraya gelerek yapacaklardır (Zekarya, 14: 16-20). Bir nevi tabiyetlerini İsrail Krallığı’na bildirecek ve gönüllü köleliği kabul ettiklerini beyan edeceklerdir. Bu durum ebediyen devam edecek; çünkü Tanrı artık onların aralarında yani Sion’da olacak ve Tanrı’nın makamı burası olacaktır (Yoel, 3: 18-20. 32; Malaki, 3: 1).
NARSİZMİN SEVİNÇ ÇIĞLIKLARI
Yahudi dinî tarihi açısından en önemli mikro mekân, yerini Tanrı’nın belirlediği (2. Samuel, 24 : 16-25) ve Hz. Süleyman tarafından inşa edilen mabettir. Çünkü Yahudi inancına göre kanlı kurban yalnızca burada sunulabilir. Mabet’in iki kez yıkılmasıyla kanlı kurban ibadeti tamamen ortadan kalkmıştır. Tanrı Yahve ile iletişimin sağlandığı mekân olarak Mabet, Yahudi dinî hayatının odak noktasıdır.
- Bu bağlamda Mabet’in yeniden inşasının önündeki en büyük engel Mescid-i Aksa’dır. II. Mabet’ten kalan “Ağlama Duvarı” önündeki Yahudi narsistlerin sevinci, Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu yaklaşık 140 dönümlük alanın ele geçirilmesinin yaklaştığı düşüncesidir. En son ekranlara düşen görüntülerde yanan Mescid karşısında atılan sevinç çığlıkları hem dinî narsisizmi göstermesi hem de bilinçaltına yerleşmiş hayalî sözde muhteşem günlerin ilk adımına uzandıkları hissinin dışavurumudur. Dinî motivasyonla çılgınca dans eden bu Yahudi topluluğunun görüntüsü dinî bağlılıkla değil ruh hastası bir toplumun hezeyanları olarak açıklanmalı ve sadece İslam adına değil insanlık adına da bu zihniyetle mücadele edilmesi gerektiği bütün insanlığa ilan edilmelidir. Çünkü bu tarz davranışları rahatça sergileyebilenlerin eline fırsat geçtiğinde referanslarını dinî alandan devşirerek tıpkı IŞID’in kelle kesme görüntüleri gibi kendilerinden olmayan insanları canice katletmeleri işten bile değildir. Unutulmasın ki bağnazların saplantılı bağlanmasına neden olan derin içsel dinamikler hep aynıdır.
EVANJELİK -SİYONİST İTTİFAKI
Anlaşılan salgın döneminde ekonomin belirli ellerde toplanmasıyla Evanjelist ve Siyonist radikallerin hayalini kurdukları Mesih’in gelişi 2021 yılında daha da yakın durmakta ve Armageddon Savaşı için hazırlıklarını tamamlamak üzereler.
- İsrail’in kurulduğundan beri gerçekleştirdiği haksız işgaller, cinayetler, tecavüzler, mal ve yaşama hakkını hiçe sayan hukuksuz uygulamalar, İsrail’in dış politikasının kutsal metinlere, tarihî iddialara, seçilmiş millet psikolojisine dayanan megaloman saldırılara ve yayılmacı bir teo-stratejiyi hukukileştirmek amacına yönelmiştir. İsrail’in teo-stratejisi; dinî sembol, kutsal metin ve tarihî yorumlarla din ile etnisetinin birleştiği bir siyasal kültür oluşturmuş, Yahudilerin bölgede özgürce ibadetlerini yapabilmeleri için diğer bütün dinî, insanî ve ahlaki değerleri yok sayan bir Yahudi narsisizmine dönüşmüştür.
Özgürlükçü Yahudiler, Kudüs’ün düşmemesi için daha fazla direnmelidirler. Malum, Alman Nazizmi’nde ilk kaybedenler özgürlükçü Almanlar olmuştu. Direnmezlerse Kudüs’ün düşmesi durumunda ilk kaybedenler de özgürlükçü Yahudiler olacaktır. İsrail’in teo-stratejisi “hakiki selamı” getirecek niteliğe sahip değildir; bu ancak Kanunî’nin Mescid-i Aksa’nın Halilürrahman Kapısı’na “La ilahe illallah”tan sonra “Muhammedür Resulüllah” yerine üç dinin ortak peygamberi “İbrahim Halilüllah” yazdırma ufkuyla mümkün olacaktır.