Hizbullah tarafından hazırlanan bu tuzak, İsrail için, direnişin yetenekleri ve istihbaratındaki zayıflıklar açısından ağır bir darbe olmuştu.
2010 yılında, operasyonun üzerinden 13 yıl geçtikten sonra Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, ‘Şayetet-13’ operasyonunun sırlarını açıkladı. Bu olay, Sayda ve Sur şehirleri arasında yer alan Ensariye beldesinde meydana geldi ve İsrail komandoları, burada askeri bir görev gerçekleştirmek için bulunuyordu.
Nasrallah, yaptığı konuşmada, Hizbullah’ın, o bölgede tuzaklar kurmuşken, İsrail’in insansız hava aracının yayınını yakalayarak görüntü aldığını belirtti. Bu, işgal ordusunun burada bir iniş gerçekleştireceği varsayımıyla yapılmıştı.
O zaman Nasrallah’ın bu tuzakla ilgili yaptığı açıklamalar, İsrail’de büyük bir yankı uyandırdı; çünkü bu bilgiler, komisyonun yaptığı incelemenin sonuçlarıyla çelişiyordu. Komisyon, Hizbullah’ın kurduğu tuzağın rastgele olduğunu ileri sürmüştü.
İsrailli gazete Haaretz, ‘Şayetet-13’ operasyonunu iyileşmeyen bir yara olarak tanımladı ve bunu, İsrail ordusunun seçkin birimlerinin maruz kaldığı en büyük şoklardan biri olarak nitelendirdi. "Zaman İsrail" sitesi ise, olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen, o gece ne olduğuna dair hala net bir bilginin olmadığını vurguladı.
5 Eylül 1997 gecesi, İsrail özel kuvvetleri, yaklaşık iki ay boyunca izlediği bir önde gelen lider için Lübnan’ın derinliklerine bir tuzak kurmak üzere hareket etti. Hedef, Nabatiye’den Ensariye köyüne doğru belirli bir güzergah izliyordu ve her seferinde, yolda bir çukura girdiğinde aracının hızını azaltıyordu. İsrail, bu noktayı suikast gerçekleştirmek için patlayıcı yerleştirmek amacıyla seçti.
"Zaman İsrail" sitesi, hedefin hareketlerinin neredeyse günlük olarak bir keşif uçağı tarafından izlendiğini belirtiyor. Ancak İsraillilerin bilmediği şey, Tel Aviv'deki Savunma Bakanlığına gönderilen görüntülerin aynı zamanda Hizbullah’ın operasyon merkezine de gönderildiğiydi.
Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Na’im Kasim, bir kitabında 1996 yılında Hizbullah ve İsrail arasında imzalanan "Nisan Anlaşması"nın, işgalin sivil hedefleri vurmamasını şart koştuğunu ve onları yalnızca direnişçilere karşı sınırladığını belirtmektedir. Bu nedenle, İsrail ordusu tuzak kurma planını seçti.
Ensariye tuzağından önce, İsrail bu strateji aracılığıyla Nabatiye’deki Kefur bölgesine bir patlayıcı yerleştirmeyi başarmıştı ve bu patlayıcı, birkaç mücahidi etkisi altına almıştı.
İsrail, Sidon Bölgesi'nin Ensariya kasabasında da aynı deneyimi tekrarlamak istedi, bu nedenle seçkin deniz komandoları gece vakti kıyı şeridinden girdiler ve belirlenen yere varır varmaz Hizbullah'ın hazırladığı kesin bir pusuya düştüler ve 3 saat süren çatışmalarda 17 İsrailli öldürüldü ve yaralandı.
O dönemde İsrail hava kuvvetlerinin müdahalesine rağmen, Hizbullah savaşçıları ölen askerlerin bazı parçalarını toplamakta başarılı oldular. Bu, daha sonra İsrail hapishanelerindeki mahkum değişiminde önemli bir kaynak oluşturdu.
Tuzak son derece dikkatli bir şekilde Hizbullah savaşçıları tarafından icra edildi. Kasim, kitabında şunları kabul etti:
İsrail kuvveti bölgeye yaklaşmadan önce, "Zaman İsrail" sitesi, insansız hava araçlarının hedeflenecek alanda şüpheli hareketler tespit ettiğini bildiriyor. Ancak bu kişilerin insan olmadığına karar verildiği için ‘Şayetet-13’ birliğine hiçbir talimat verilmedi.
Bir İsrail seçkin birlik askeri, o gece yaşananları şöyle anlatıyor: "Patlayıcıları yerleştirmeyi planladığımız yerden yüzlerce metre uzakta, ani bir patlama sesi duyuldu, ardından hemen ateş açıldı. Birisi kuvveti bekliyordu" Birkaç saniye sonra, daha büyük bir patlama gerçekleşti ve asker şöyle tanımladı: "Aniden gökyüzüne bir ateş topu yükseldi."
İsrail birliğinin komutanı Yosi Kurkin’in ölümü hakkında, asker "Sırtüstü yatıyordu, onu çağırdım ve salladım, öldüğüne inanamadım. O, seçkin birliklerin efsanesiydi, şimdi burada benim önümde yatıyor" dedi.
Patlamadan 20 dakika sonra, asker devam ediyor: "İki helikopter bölgeye ulaştı ve havan topları hemen yakınlarına düşmeye başladı. Sonra, Sayda sahilindeki komuta botunda özel kuvvetler komutanı ile Tel Aviv'deki hava kuvvetleri komutanı arasında bir tartışma çıktı. Hava kuvvetleri komutanı pilotlara kalkış emri verdi, saldırıya uğramaktan korkarak, oysa özel kuvvetler komutanı, tüm askerlerin parçaları bulunana kadar gitmemekte ısrar etti."
Hizbullah’ın Ensariye operasyonundaki başarıları, İsrail’in üstün askeri kabiliyetleriyle övünen ordusunun beklentilerini aştı. Yıllar sonra, "Maariv" gazetesinin askeri analisti Amir Rabapor, gazetede yayınlanan bir araştırmada Hizbullah’ın Ensariye operasyonundan önceden haberdar olduğunu kabul etti. İnsansız hava aracı tarafından kaydedilen görüntülerin, Hizbullah’a ait izleme cihazlarıyla tespit edildiği ortaya çıktı.
"Maariv" araştırması, İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ulaşan ve operasyon yolunda "şüpheli şahıslar" olduğuna dair bilgilerin gizlendiğini de açıkladı. Bu bilgiler, yükseklikten insan vücudunun sıcaklığını kaydeden cihazlarla tespit edilmiş, ancak bu bilgiler sahadaki komutanlığa iletilmemişti.
1996'daki "Öfke Salkımları" operasyonundan sonra, İsrail ordusu, Hizbullah’ı saldırı ve inisiyatif pozisyonundan savunma pozisyonuna geçirmek için bir plan benimsedi. Bu seçenek, o dönemde İsrail açısından stratejik ve umut verici görünüyordu. Ancak Ensariye tuzağının neden olduğu ağır kayıplar, hem sayıca hem de nitelik açısından, daha önce görülmemiş bir istihbarat üstünlüğünü ortaya koyarak İsrail liderliğinin bu stratejiye olan güvenini sarstı.
Galant’ın, "etkileyici" olarak tanımladığı güney banliyösüne yönelik saldırının ardından yaptığı açıklamalar, eski bir acının hala peşini bırakamadığını gösterdi. Ensariye tuzağı ve Hizbullah’ın "Al-Radwan" biriminin liderlerinin öldürülmesiyle, İsrail Savunma Bakanı 27 yıl süren bu "kişisel hesabı" kapattığını belirtti. Akil ve Wahbi’yi, tüm İsrail birliğinin hayatını kaybetmesine neden olan tuzağın hazırlanmasında suçladı. Ancak Hizbullah’a, "Açık bir hesap" bıraktı. Bu hesap, Hayfa’daki askeri hedeflerin bombalanmasıyla başladı ve "Fadi 1" ve "Fadi 2" roketlerinin çatışmaya katılmasıyla, Hayfa’nın ötesine geçme tehdidiyle devam etti.