2017 yılında Avrupa'da dikkatle izlenecek olan seçimlerden Hollanda genel seçimleri dün neticelendi. Sandıktan çıkan sonuçlar Avrupa siyasetine ilişkin önemli bir sonucu teyit etti. Avrupa Birliği'nin kurucusu olan Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya gibi ülkelerde parlamenter sistem büyük bir krizle karşı karşıya. Avrupa Birliği'nin temelini oluşturan Roma Anlaşması'nın imzalanışı bu ay altmışıncı yılına girerken, Avrupa ülkelerinin siyasi haritası çok parçalı ve radikal siyasi akımların belirleyici role sahip olduğu kırılgan bir sisteme evriliyor. Avrupa'da Parlamenter sistem ile yönetilen ülkelerde temsil sorunu ve liderlik eksikliği aşırı akımları güçlendiriyor.
Hollanda seçim sonuçları bu kırılgan ve çok parçalı yapıyı resmetmesi açısından anlamlı. Dün açıklanan seçim sonuçlarına göre, hiçbir parti iktidarı kurmak için gerekli 76 sandalye sayısının yarısına dahi tek başına ulaşamadı. Başbakan Rutte'nin liderliğindeki Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) 2012 yılında çıkardığı 41 sandalyenin altına düşerek 33 sandalye çıkarabildi. Hükümet ortağı Merkez Sol siyasetin temsilcisi İşçi Partisi (PvdA) ise hezimet yaşadı. 2012 seçiminde 38 milletvekili kazanan parti, 29 sandalye kaybederek, 9'da kaldı. Buna karşın İslam karşıtı söylemlerde bulunan Hristiyan Demokrat Parti (CDA) 25 milletvekili kazanarak, milletvekili sayısını 12 arttırdı. Aşırı sağcı Wilders'in liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV), 18 milletvekili kazanarak, üçüncü parti oldu. Yine radikal sol akımları bünyesinde toplayan Jesse Klaver liderliğindeki Yeşil Sol (GL) ise önemli bir çıkış yakalayarak 2012'de 4 olan milletvekilini 13'e yükseltmeyi başardı.
Aslında bu trend 1980'lerden itibaren Avrupa'da merkez siyasetin erime sürecinin 2008 Finansal Krizi ile hızlanmasının sonucu. Merkez sağ ve sol partilerin Avrupa kamuoyunun ihtiyaçlarına cevap verememesi, önceki dönemlerin aksine Avrupa siyasetinde güçlü liderlerin ortaya çıkmayışı sonucu parlamenter sistem adeta bir demokrasi krizi üretmeye başladı. Yine Belçika'da siyasal sistemin ve partilerin yapısı nedeniyle 2010 yılında 2011'e kadar uzanan süreçte 540 gün hükümet kurulamadı ve ülke geçici bir hükümet tarafından yönetilmek zorunda kaldı. Örneğin Yunanistan merkez siyasetin temsilcileri, iki büyük parti PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi 2012 yılında yapılan seçimlerde adeta erimiş ve ülke SYRIZA ile Altın Şafak gibi aşırı sol ile aşırı sağı temsil eden iki partinin yükselişine sahne oldu. Öyle ki SYRIZA iktidarı kurma hakkı kazandı.
Avrupa'nın en kuzeyinden, İsveç, Finlandiya ve Danimarka'dan, merkez ve güneyine; Hollanda, Fransa, İsviçre, İtalya, Avusturya, Macaristan ve Slovakya'ya uzanan hatta, aşırı sağ partiler % 5-25 arası bir bantta sandıkta güç elde ediyorlar. Bu güç onları ya iktidar ortağı yapıyor ya da iktidarın üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanmalarına sebep oluyor. Öyle ki, İngiliz milliyetçi sağ parti UKİP, Brexit oylamasının lokomotif unsuru haline gelerek, ülkenin Avrupa Birliği'nden ayrılmasında öncü rolü oynayabildi. Yine Fransa'da aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi lideri Marie Le Pen yüzde 10 bandından yüzde 25-30 arası bir banda çıkarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin favorisi konumuna yükseldi. Yine sağcı Danimarka Halk Partisi ve İsviçre Halk Partisi sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 29'luk oy oranlarına ulaşmış ve iktidar alternatifi haline yükselmiş durumda.
Avrupa'da parlamenter sistemin yaşadığı bu krizi İtalya, hükümeti güçlendiren bir formül ile aşmak istedi. Geçen yıl İtalya Başbakanı Matteo Renzi, ülke yönetiminde istikrarı ve etkinliği sağlamak amacıyla hükümeti güçlendiren kapsamlı bir anayasa değişikliği önerisi sundu. Önerinin reddedilmesi üzerine Renzi istifa etti. Renzi'nin başbakanlığındaki hükümet, İtalya'da 1017 gün ile en uzun süre iktidarda kalan dördüncü hükümetti. Ülkede 70 yılda 63 hükümet kurulmuştu. Şu an İtalya'yı daha önce Belçika'da olduğu gibi bir geçiş hükümeti idare ediyor.
Avrupa'da mevcut siyasi harita bir dönem Türkiye'de 1970'li yıllar ve 1990'lı yıllardaki koalisyon hükümeti dönemlerini hatırlatıyor ve bu henüz Avrupa'nın iyi yılları. Kuzeyden en güneye Avrupa siyasi yapısı gittikçe parçalanıyor, aşırı sağ ve sol siyasi yapılar güç kazanıyor. Merkezde bulunan partiler ise bu durum karşısında çözüm üretemeyerek, tıpkı Hollanda'da olduğu gibi aşırıcı söylemleri sahiplenen bir siyasal dili öne çıkararak, yükselen dalgaya karşı durmaya çalışıyor. Bu dalgadan da en büyük zararı başta insan hakları olmak üzere evrensel değerler görüyor, Nazi dönemini hatırlatan uygulamalar Avrupa ülkelerinde hortluyor.