Günlük konuşmalarımızda sıklıkla kullandığımız en çok kullanılan deyimler, dilin zenginliğini yansıtan önemli bir kültürel mirasımızdır. En çok kullanılan deyimler hangileri sorusu, dil meraklılarının ve öğrencilerin en çok sorduğu sorulardan biridir. En sık kullanılan deyim sözleri gibi anahtar kelimelerle yapılan aramalar da bu konuya olan ilgiyi göstermektedir. Dil, düşüncelerimizi ve duygularımızı en iyi ifade edebildiğimiz araçtır. Deyimler, bu aracın en etkili parçalarından biridir. Türkçenin canlı ve dinamik yapısı, sayısız deyim ile daha da zenginleşir. Bu haberimizde günümüzde en çok kullanılan deyim örneklerini anlamlarıyla birlikte sizler için derledik. İşte en çok kullanılan deyimler ve anlamları.
En çok kullanılan deyimler
, günlük hayatta kalmanın anlamı mecazlı olarak kullanılan ifadelerdir. Deyim sayesinde Türkçenin canlı ve dinamik yapısı daha da zenginleşir. En çok kullanılan deyimler arasında yer alan ifadeler, kültürümüzün izlerini taşır. En çok kullanılan deyimler hangileri veya en sık kullanılan deyim sözleri" gibi sorgularla bu deyimlere ulaşmak mümkündür.
dilimize geçmişten günümüze kadar farklı yollardan gelmiştir. Deyimler, Türkçenin en zengin ve renkli unsurlarından biridir. Deyimler, Türkçe'ye hem anlam hem de ifade zenginliği katar. Bazı deyimler, günlük konuşmalardan, bazı deyimler, halk hikâyelerinden, bazı deyimler, atasözlerinden, bazı deyimler ise, yabancı dillerden alınmıştır. Türkçede birçok deyim bulunmaktadır. Bu deyimler günlük konuşmalarda, atasözlerinde ve edebi eserlerde sıklıkla kullanılır.
Deyim, genellikle gerçek anlamından ayrı bir anlam taşıyan, en az iki sözcükten oluşan kalıplaşmış söz ya da sözcük gruplarıdır. Deyimler, dilimize geçmişten günümüze kadar farklı yollardan gelmiştir. Bazı deyimler, günlük konuşmalardan, bazı deyimler, halk hikâyelerinden, bazı deyimler, atasözlerinden, bazı deyimler ise, yabancı dillerden alınmıştır.
Deyimler, konuşma dilinde ve yazı dilinde sıklıkla kullanılır.
Deyimler, konuşma dilinde daha çok anlatım gücünü arttırmak için kullanılır.
Yazıda ise, deyimler, daha çok şiir, öykü ve romanlarda kullanılır.
Deyimler, Türkçeye hem anlam hem de ifade zenginliği katar.
Deyimlerin özellikleri nelerdir?
Deyimler, genellikle gerçek anlamlarından ayrı bir anlam taşır.
Deyimler, kalıplaşmış sözlerdir.
Deyimler, genellikle iki veya daha fazla sözcükten oluşur.
Deyimler, genellikle mecazlı bir anlatım içerir.
Deyimler, genellikle duygu ve düşünceyi ifade etmek için kullanılır.
Deyimler, genellikle günlük konuşma dilinde ve yazı dilinde kullanılır.
Deyimlerin bazı örnekleri şunlardır:
Uzun, kısa ve kalıplaşmış deyimler ve anlamları
Aba vakti yaba, yaba vakti aba: Kişinin ihtiyaçlarını mevsiminden, sezonundan, vaktinden önce ucu olduğu zamanda karşılaması.
Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek.
Acısını çıkarmak: 1) Acılığını yok etmek. "Yağda kavurarak acısını aldı." 2) Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek. 3) Öç almak.
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak.
Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek.
Ağız aramak /yoklamak: Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak.
Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak.
Ağzını açıp gözünü yummak: Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek.
Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak.
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek.
Ağzı var dili yok: 1) Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2) Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan.
Ahrette on parmağı yakasında olmak: Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahirette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması.
Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak.
Akla karayı seçmek: Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek.
Aklına gelen başına gelmek: 1) Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2) Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek.
Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Al aşağı etmek: Birini bulunduğu yerden, mevkiden indirmek.
Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu.
Allem etmek, kallem etmek: İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak.
Altından girip üstünden çıkmak: Bir serveti, bir parayı, bir kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca harcayıp kısa zamanda bitirmek.
Ana baba günü: 1) Mahşer günü. 2) Sıkıntılı kalabalık; telâşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalık.
Anasından doğduğuna pişman etmek: Çok eziyet ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek.
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete katlanmak.
Aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek): İyi anlaşan iki kişinin veya dostun ilişkileri bozulmak, aralarına soğukluk girmek, birbirlerine gücenmek.
Arkası /sırtı yere gelmemek: 1) Sarsılmamak, sağlam ve sağlıklı durumunu sürdürmek. 2) Hiç yenilgi yüzü görmemek.
Armudun sapı var, üzümün çöpü var demek: Hiçbir şeyi beğenmemek, her şeyin bir kusurunu bulmak.
Astarı yüzünden pahalı olmak: Bir işin ayrıntısına ödenen paranın aslına ödenen paradan fazla olması, gerçek değerinden fazlaya mal olması.
Ateş bacayı sarmak: Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
Ateşle oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek.
Atı alan Üsküdar`ı geçti: "Fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı" anlamında kullanılır.
Avucunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek, beklediğini elde edememek.
Ayağı (ayakları birbirine) dolaşmak: Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayakları birbirine takılmak, sendelemek.
Ayağına / ayaklarına kara su inmek: Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dolaşmaktan çok yorulmak.
Ayağını sürümek: 1) Verilen bir görevi ağırdan yapmak. 2) Bir yerden ayrılmak üzere bulunmak. 3) Ölmek üzere olmak. 4) Halk inanışına göre birinin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.
Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleyemediği şeyleri sabrı tükenince söylemek.
Baltayı taşa vurmak: Farkında olmadan karşısındakini rahatsız ede cek, kızdıracak söz söylemek.
Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olum suz tepki yaçatan söz, davranış vb.
Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde davranamamak.
Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak.
Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan ha zırlamak; çorap örmek.
Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge. "Onları can evlerinden vurmaya yemin etti."
Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. "Zorla cinleri başıma topladınız."
Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek. "Öyle bir cevap yapıştırdı ki karşısındaki donakaldı."
Çam yarması: İri gövdeli insan.
Çekeceği olmak: Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak. "Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var."
Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış. "Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler."
Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak. "Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor."
Dallanıp budaklanmak: Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak. "İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!"
Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak. "Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun."
Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak. "Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar."
Dili açılmak: Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak."Dili açıldı çok şükür!"
Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak. "Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o."
Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören. "İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun."
Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse). "Neden şu ensesi kalın adamlardan yardım istemiyorsunuz."
Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış. "Köy aynı, insanlar aynı, eski hamam eski tas."
Et tırnak olmak: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.
Fener alayı: Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları gösteri.
Fiskos etmek: Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi gizlice ve alçak sesle konuşmak. "Utanmıyor musunuz bu kadar kişi içinde fiskos etmeye?"
Fütur getirmemek: Bezginlik getirmemek, umutsuzluğa düşmemek. "Sakın fütur getirme, göreceksin başaracağız."
Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan."Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor."
Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında kullanılır."Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler."
Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.
Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak. "Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar."
Hacı ağa: Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin."Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?"
Hakkını yemek: Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek."Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır."
Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan."Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz."
Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan."Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz."
Har vurup harman savurmak: Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.
Huyunu suyunu almak: Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.
Hüsnükuruntu: İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.
Iskartaya çıkarmak: İşi yaramaz, değersiz bularak bir yana atmak. "Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz."
Islah etmek: Hatası, yanlışı olan kimseyi yola getirmek, doğru olanı görmesini sağlamak. "Allah seni ıslah etsin, ne zaman düzeleceksin!"
İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.
İflahını kesmek: Gücünü tamamen yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek. "Ben adamın iflahını keserim, anladın mı?"
İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.
İşi duman olmak: İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.
İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.
Jeton düşmemek / takılmak : Söylenenleri, olup bitenleri anlayamamak.
Jetonu geç düşmek: Bir konuyu, sorunu ya da düşünceyi geç ve güç anlamak. "Jetonu geç düşüyor galiba, şaka yaptığımızı anlamadı hâlâ."
Jurnal etmek: Biriyle ilgili, yetkili kimselere kötülemede bulunmak; yazılı, sözlü ihbarda bulunmak.
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. "Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi."
Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. "O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kağıt üzerinde kaldı."
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.
Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. "Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu."
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak. "Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu."
Laf ebesi: Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese söz yetiştiren, çok konuşan. "Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!"
Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha sözün başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı ve kavrayışlı olmak.
Lüpe konmak: Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.
Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse.
Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.
Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. "Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim."
Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra.
Ne akar ne kokar: Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için kullanılır.
Nur topu: Gürbüz, sağlıklı, çok güzel ve temiz çocuklar için söylenir.
Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz olmak. "Katili karşısında görünce nutku tutuldu."
Oğul balı: 1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal.
On parmağında on marifet: Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir.
Oya koymak: Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak. "Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar."
Ölmek var, dönmek yok: "Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır" anlamında kullanılır. "Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize."
Ömrüne bereket: "Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun" anlamında kullanılır.
Özü sözü bir: Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse. "Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor."
Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır. "Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü."
Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan. "Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık."
Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak. "Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar."
Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak. "Postu kurtardık çok şükür."
Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak.
Pupa yelken: 1. Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgarla şişmiş olarak, tam yolla. "Pupa yelken açıldık denize."
Rest çekmek: 1. Kesin tavır almak, herhangi bir konuda son sözü söylemek. 2. Bir oyunda önündeki paranın tümünü ortaya koymak. "Öyle bir rest çekti ki görmeliydiniz."
Rüzgar gelecek delikleri tıkamak: İstenmeyen bir duruma veya zarar gelebilecek bir gelişmeye karşı her türlü önlemi almak.
Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim). "Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır."
Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı. "Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?"
Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış.
Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak. "Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi."
Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak. "Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum."
Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak. "Ortalık bir anda süt liman olmuştu."
Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak. "Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü herhalde."
Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku. "Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor."
Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak. "Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı."
Temel taşı: 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı. "Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır."
Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak.
Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak.
Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak. "Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım."
Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir.
Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek. "Meseleyi uzun uzadıya inceledik."
Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak. "Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim."
Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek. "Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden."
Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek. "Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu."
Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak. "Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok."
Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek. "Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi."
#deyimler
#anlamları
#örnekler