T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 25 TEMMUZ 2006 SALI | ||
|
Mekânı Cennet olsun, Mimar Sinan, Süleymaniye Camii'ni inşa ederken, içeride yanan kandillerden çıkacak islerin, zamanla kubbeyi karartmasını önlemek için tedbir düşünmüş ve bir is odası yapmıştır. Orada toplanan islerden elde edilen mürekkep de kitap yazımında kullanılmış. Ne var ki kandillerden çıkan is, gideceği yerin is odası olduğunu, kendiliğinden bilecek erişkinlikte değildir. O islerin, içerideki hava akımıyla terbiye edilmesi gerekmektedir ki Sinan bunu da yapmış, islere adres göstermiştir. Mühendisler, is odasının bulunduğu yerin, "enerjilerin değişim noktası" olduğunu tespit etmişler. Bunu tespit etmekle kalmayıp şöyle bir açıklama yapmışlar: "Bugünün teknolojisi, is odasındaki tabii hava akımını ve şadırvandaki doğal kule etkisini hayranlıkla izlemektedir."
Süleymaniye'ye hayran olmak için mühendis olmaya gerek yok elbette. Biz de içten dıştan bakar ve hayranlığımızı ifade edebiliriz. Fakat emin olun, mühendisler kadar hayranlık duyamayız. Vaktiyle Ahmet Selim Suntur merhumun liderliğinde Süleymaniye Külliyesi'nde Amerikan Isıtma Soğutma ve Hava Şartlandırma Mühendisleri Birliği ile çalışmaya başlayan ekip, tarihî mekânlarda klima uygulaması üzerine kafa yorarken buldukları karşısında, uzun uzun "vay" demişler. Nasıl demesinler? Önce iç mesafe ve açıları ölçmüşler ki bütün mesafelerin ebcet hesabıyla "Allah" isminin katları olduğu gözlenmiş. "Geometrinin tarif edilmediği devirde dış minare aleminin ve is odası kubbe noktalarının tariflediği dairelerin sönen bir sinüs eğrisi çizdiği fark edilmiş." Yani, vay'lık bir durum daha. Yine tespit etmişler ki enerji kürelerinin hepsi bir noktada kesişmektedir ve o noktada is odası bulunmaktadır.
Rahmetli Selim Suntur'un bu konudaki açıklaması şöyledir: "İslâm'ın nuru ile aydınlanmış Sinan-ı Abdülmennan Hazretleri, tasarımının nirengi noktası olan 'is odası'nı eserinin ağırlık merkezine yerleştirerek, böyle bir -ilahi- yardımı çok daha dengeli ve olumlu kullanmayı başarmıştır." Sinan'ın Süleymaniye'de kullandığı bu teknoloji, Batı üniversitelerinde doktora seviyesinde ders olarak işlenmektedir.
Birkaç yıl önce, bolca "vay" ile Süleymaniye'yi gezerken, rehberimiz bizi kıramayıp is odasını da gösterdi. Yalnız, oranın ismini söylerken is odası yerine "his odası" diyordu. Bütün duvarları isten simsiyah olmuş fakat her nasılsa duvarlara isimler kazınmıştı. Nerede bir tarihi eser görse imzasını çakmadan ayrılmayan güzide vatandaşlarımız çoğunlukta olmasına rağmen Arapça, Farsça yazılara da rastlanıyordu. Belki rehberimiz o yazıların çirkinliğini gördüğü için kendi kendine hisleniyor ve o yüzden oraya "his odası" diyordu. Herkesin kolay kolay çıkamadığı, izin almak gerektiren o odaya imza sahipleri nasıl ve ne zaman çıkıp da duvarları kazıyarak isimlerini yazmışlar, doğrusu merak etmemek mümkün değil.
Geçen gün çıkması gereken yazımı gazetede göremeyince yetkili bir arkadaşa sordum. O da cevaben "İlhan geldi, o yüzden giremedik" dedi. Şimdi siz İlhan'ın kim olduğunu boşuna merak etmeyin; kimse değil. Süleymaniye'deki arkadaşın fazladan başa eklediği 'h'yı, bizimki kelimenin orta yerine koymuştu, hepsi bu.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |