T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
İ Z D Ü Ş Ü M | 23 TEMMUZ 2006 PAZAR | ||
|
Osmanlı genelkurmayı Seraskerlik'te 60 yıl görev yapan 'Aşcı Dede' lakaplı İbrahim Efendi, 19. yüzyılın sosyal-dini hayatını detaylı olarak hatıralarında anlatıyor.
Bu cümleler, Kitabevi'nden 4 ciltlik hatıraları yayınlanan Aşcı Dede İbrahim Efendi'ye ait. 19. Yüzyıl Osmanlı'sının sosyal, kültürel, dini hayatını anlatan Aşcı Dede'nin hatıraları adeta "Kırk Ambar"dır. Osmanlı Genelkurmayı Seraskerlik'te 60 yıl görev yapan Aşcı Dede, İstanbul, Edirne, Hicaz, Erzincan, Erzurum, Şam gibi şehirlerde bulunmuş. Hatıraları şehir tarihleri açısından zengin bilgiler veriyor. Hatıraları yayına hazırlayan Dr. Mustafa Koç ve Eyüp Tanrıverdi'nin verdiği bilgilere göre Aşcı Dede Kasımpaşa Mevlevihanesi'nde semaa soyunmuş, Erzincan'da Halidi Tekkesi'nde elinde taşlar hatm-i hacegan indirmiş, Erzurum Kadirhanesi'nde ise devrana çıkmış. Hatuniye Dergahı'nda Mesnevi, Şam'da Fütuhat, Beyazıt Camiinde Arapça okumuş, hatıratını ise gönül diliyle dokumuş. Gün olmuş Edirne Mevlevihanesi'nde şeyh-i sani ve Mesnevihan olmuş, Hamzavi şeyhlerle hemhal, Bektaşilerle dost olmuş, şiir tadındaki nesrinde sufi tecrübelerini, hallerini, en çok da düşlerini, tabiriyle söylemiş. Hatıralarında "Beşi bir yerde Tarikatçi Dede" ibaresine yer veren Aşcı Dede, ibareyi şöyle açıyor: Süluk-ı Nakşi, adab-ı Mevlevi, aşk-ı Kadiri, teslim-i Bektaşi, teveccüh-i Halidi. MEVLEVİ-BEKTAŞİ BİRLİĞİ Tarikatte farklı yolların hususiyetlerini anlatan Aşcı Dede bakın neler diyor: Mevlevilerin Bektaşiler ile ittihad-ı manevileri vardır, ehlinin malumudur. Mevlevilerle Bektaşiler cansız meysiz; Kadirilerle Rufailer aşksız ateşsiz; Sadi'lerle Bedeviler cezbesiz donsuz; Halvetilerle Celvetiler lale i sümbülsüz olamazlar azizim. Zahiri manası malumdur, mana-yı işareti budur ki Mevleviler, Bektaşiler dost severler, zira ki mey için saki lazımdır, sakisiz mey içilmez. İmdi Kadirilerin aşkı inkar olunmaz. Rufailer de ateş ekl ederler. Biz şarab içeriz, onlar nar şurubu. Sa'di, Bedevi sahihen ehli cezbedir, donar ise "müşkül açılır", dikkat etmeli rumuza. Halveti, Celveti bizzat cananın bahçesinden lale i sümbül "Onu sen bil" devşirir, yani enva'-ı şukufe-i tecelliyat-ı rabbani ile dimag-ı maneviyyesini pür-neş'e-i zevk ü sefa eder. Hele Nakşiler, artık onları sorma ki onlar göze yar ve agyara görünmeyip onlar kafileyi tarikten getirirler, yani Nakşbendan acib kafile-salardır. Gizli yoldan getirirler hareme kafileyi azizim." HERKESİN BİLDİĞİ 'SIR'LAR Aşcı Dede, sıradan bir Osmanlı dervişi. Anlattığı şeyler, bugünlerde bir 'sır' olarak piyasaya sürülen bazı tarikatlere ilişkin gerçeklerin hiç de sanıldığı gibi sır olmadığını ortaya koyar. Bu gerçekler, sıradan bir Osmanlı'nın gündelik hayatında karşılaştığı şeylerdir. Özellikle de farklı tekkeler arasındaki geçişkenliğin sıklıkla yaşanması da dikkat çekici. Ne var ki tarihinden, dilinden koparılmış insanların 19. Yüzyıl Osmanlı sosyal-dini hayatını anlaması için neredeyse akademik çaba göstermeleri gerekiyor. Neyse ki Aşcı Dede'nin akıcı İstanbul Türkçesiyle kaleme aldığı hatıraları bu dönemi detaylarıyla anlatıyor. Aşcı Dede'nin 1847'de 16 yaşında başlayan devlet görevi 1906'ya kadar uzanıyor. Aşcı Dede'nin hem Kandilli Mahalle Mektebi'nden hem Süleymaniye Rüşdiyesi'nden en yakın arkadaşı ünlü Ziya Paşa'dır. Dolayısıyla Osmanlı mektepleri hakkında detaylı bilgiler de alıyoruz böylece. 'DERVİŞ ARTİN' UTANDIRDI Aşcı Dede'den öğrendiğimize göre, Galata Mevlevihanesi'ne Frenkler, yani hıristiyanlar bile devam edermiş. Yüzyıllar önce Mevlana'nın sohbet halkasına papazların katıldığı gibi. Aktaracağımız vakadan "sır"cılar "yeni sırlar" keşfedebilirler. Ama olsun. Aşcı Dede, Edirne Mevlevi Şeyhi Hacı Eşref Efendi'nin doktoru Ermeni Operatör Binbaşı Artin Efendi'yle ilgili bir anısını şöyle anlatır: "Oldukça kulağı delik ve kendisi vaktiyle Arabiyat görmüş ve Divan-ı Sadi mütalaa etmiş, bazı hadisi şerifler de ezberinde idi. Onun için vaktiyle kendisine 'Derviş Artin' lakabı verilmiştir. Elimin fitilini değiştirip merhem koyup sardıktan sonra oturup tarikat-ı aliyye sohbetleri olur idi. Hatta bir gün bu beyti okudum: 'Mide tehi ten durust.' İlk mısrasını benden evvel Artin Efendi okudu. Aferin deyip taaccüp ettim. DERVİŞ PAŞA'NIN İTİRAZI Aşcı Dede, Osmanlı insanı ve hizmet anlayışı hakkında, "böyle insanlar yaşamış" dedirtecek ibret verici anekdotlar anlatır. Aşcı Dede uzun süre yanında bulunduğu Derviş Paşa'ya geniş yer verir. Osmanlı Erkan-ı Harbiye Nazırlarından Derviş İbrahim Paşa savaşlardan savaşlara koşmuş bir askerdir. Hatıralarda geçen bir anekdot şöyle anlatılıyor: Paşa merhumun biyografisi gibi bazı şeylerin kendisinden sual olunarak bir kağıda yazılmasını oğlu Halid Paşa istemiş. Merhum Paşa cevaben, "Oğlum ben çok işlerde bulundum ve onun cümlesini Cenab-ı Hakk'ın rıza-yı şerifi için işledim. Şimdi onları meydana koyup halka satmak ne lazımdır? Hak için olan şey, yine Hak için gizli ve saklı olması evladır" demiş. Evet öyledir, merhumun, Hak için yapmış olduğu şeylerin çoğunu bu yüzsüz Aşcı Dede bilir azizim. Yine bizde kalsın şahım." DELİ SULTANA VELİ DEDİLER Aşcı Dede hatıralarında Sultan II. Mahmut'un, büyük büyük dedesi İkinci Bayezid hakkında söylediği sözlere de yer veriyor: Sultan Mahmut Han Gazi rahmetullahı aleyhi bir gün Sultan Bayezid-i Veli hazretlerinin türbe-i şerifine gidip kendisine mahsus olan mahalde oturup Kur'an tilavet eder iken yanında duran adama "bu yatan kimdir" diye sual etmiş. O adam bu sualden bir şey anlamayıp yani malum olan şey sual etmeden murad-ı şahane acaba nedir gibi cevabında sükut etmiş. Sonra padişah tekrar "söyle" diye irade buyurmasıyla bu kişi şöyle arz etmiş ki "sülale-i izamınızdan Sultan Bayezid-i Veli hazretleridir" demiş. Padişah, "Bu deli bir adam idi, lakin yakınındakiler veli idi. Onun için buna veli dediler. Ben veliyim, lakin yakınımdakiler deli olduğu için bana deli diyorlar" buyurmuş. ARAPÇA ÇOK KOLAY "Şöyle ki Şam-ı şerifte iken, merhum Hamdi Paşa'nın valiliği zamanında gayet nüktedan, muhacir komisyon azasından bir Halid Beyefendi var idi. Hamdi Paşa bir gün sual etmişler ki "Halid Bey, nasıl Arapça öğrenebildin mi??" Demiş ki "Arapça öğrenmek pek kolay efendim", "nasıl" buyurmuşlar. Demiş ki "Bizim Türkçe ibaremiz yok mu?", "evet, var" "işte efendim o bizim Türkçe olan kelimemizin sonuna bir 'zil" ilave ederseniz Türkçe olan kelime Arapça olur". Paşa merhum "Aman Halid Bey, nasıl oluyor, yap bakalım?" buyurmuşlar. Halid Bey demiş ki "Mesala biz bir adama Türkçe 'in' deriz., yani 'aşağı in' deriz, işte bu "in" kelimesinin sonuna bir "zil" ilave edip "inzil" der isek Arapça "aşağı in" manasına demektir" deyince Paşa merhum o kadar kahkaha ile gülmüş ki arkası üzerine düşmüştür. Bunun gibi bizim münzevi oluşumuz zilli düdük münzevilerden addolunuruz azizim." Çerkeşi- zadeler ve Şeyh Küçük Hüseyin Efendi Soner Yalçın'ın 'Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı' isimli kitabında Koç Holding'in eski yöneticilerinden Can Kıraç'ın eşi Nazlı Kıraç (doğrusu İnci Kıraç)'ın Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin akrabası olduğu belirtiliyor. Bu yanlış bir bilgi. Daha önce, bu sayfada Fevzi Çakmak'la ilgili yazımda bu yanlışlığı düzeltmiştik. İnci Kıraç, Şeyh Hüseyin Efendi ile akraba değil. İnci Kıraç baba tarafından Osmanlı ulemasından Çerkeşi-zadelere mensup. Halveti tarikatinin Çerkeşi Kolu'nun kurucusu Şeyh el Hac Mustafa Efendi, İnci Kıraç'ın büyük dedesi. Çerkeş Şeyhizadeler olarak bilinen ailede, Batılı kaynaklarda 'anti-emperyalist müslüman entelektüel' olarak nitelenen Prof. Halil Halit de var. Halit Bey, 1913'te Bombay Başkonsolosluğu yapan ünlü bir İslam Birliği savunucusuydu. El Hac Mustafa Efendi'nin soy şeceresi Abdülkadir Geylanî'ye kadar gidiyor. ANNE BEHİRE HANIM MÜRİD İnci Kıraç'ın annesi Behire Hanım, Küçük Hüseyin Efendi'nin halifesi Sandıklılı Mehmet Emin Efendi'nin müridiydi. Behire Hanım'ın kızı Saffet Hanım da Emin Efendi'nin mubibbesi. Emin Efendi'nin kabri, Küçük Hüseyin Efendi ile Fevzi Çakmak'ın kabrinin arasında. Behire Hanım, oğlu Tevfik, kızı Nedret ve damadı Nüzhet Atav aynı yerde yatıyor. Behire Hanım'ın eşi Çerkeşi-zade Mehmet Bahaeddin, Kastamonu Kadısı iken Milli Mücadele'ye katılmak için Ankara'ya geçmiş, Adliye Vekaleti'nden emekli olmuş. Behire Hanım'ın babası Mehmet Reşid Paşa ise Hasırîzade Tekkesi Şeyhi Ahmed Muhtar Efendi'ye bağlıydı. Behire Hanım, aynı tekkeden Şeyh Elif Efendi ve Şeyh Zahir ile de yakın akraba.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |