| |
'Kilise'nin bayıldığı klasik hikâye
Evangelistler'in verdiği tantanalı destekle ABD sinemalarını dört haftadan bu yana kırıp geçiren "Narnia Günlükleri: Arslan, Cadı ve Dolap", dinsel simgelerle bezeli klasik bir çocuk kitabının beyazperdeye çok başarılı bir uyarlaması...
NARNIA GÜNLÜKLERİ:
Arslan, Cadı ve Dolap
2005 / ABD Yapımı
Yönetmen: Andrew Adamson
Oyuncular: Georgie Henley, Skandar Keynes, William Moseley, Anna Popplewell, Tilda Swinton, Liam Neeson (Arslan'ın sesi)
Özel Sınırlamalar: ABD / MPAA Kurumu PG sertifikası (Savaş sahneleri ve diğer ürkütücü bölümler nedeniyle, çocuk ve gençlerin, ebeveynlerinin ya da erişkin bir kişinin gözetiminde izlemesi önerilir)
Süresi: 140 dakika
Dağıtıcı: UIP
Uluslararası İzleyici Yargısı: 7.3 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)
|
İkinci Dünya Savaşı yılları... Londralı dul bayan Pevensie, başkentin Alman uçakları tarafından bombalanmaya başlanması üzerine, tıpkı diğer binlerce İngiliz ebeveyni gibi çocuklarını güvende olmaları için ülkenin daha içlerindeki koruyucu ailelere göndermeye karar verir. Trenle Orta Britanya'da bir şatoya gelen dört ufaklık, burada otoriter bir profesörün evine konuk olurlar. Ekibin en küçük üyesi olan Lucy, şatonun içinde hep birlikte saklambaç oynadıkları sırada gizemli bir gardop keşfeder. Bu gardrobun içine girildiğinde ise bambaşka bir boyuta, "Narnia ülkesi"ne geçilmektedir. Lucy, kısa süreli ilk Narnia ziyaretinin ardından, ablasını ve iki ağabeyini de durumdan haberdar ederek, onlarla birlikte birbirinden garip yaratıklarla dolu bu düşsel ülkede büyük bir maceraya atılır.
"Arslan, Cadı ve Dolap", "Yüzüklerin Efendisi" üçlemesinin yazarı J.R.R. Tolkien'in yakın dostu olarak bilinen bir başka İngiliz edebiyatçı, C.S. Lewis'in ilk kez 1950'lerde yayınlanmış ve o tarihten bu yana da milyonlarca kopya satarak birer klasik düzeyine erişmiş olan
7 kitaplık ünlü "Narnia Günlükleri" serisinin ikinci hikâyesi (Serinin tam dökümünü yandaki sütunlarda bulabilirsiniz).
"NARNIA GÜNLÜKLERİ" SERİSİNİN 7 CİLDİ
1- Büyücünün Yeğeni (The Magician's Nephew)
2- Arslan, Cadı ve Dolap (The Lion, the Witch and the Wardrobe)
3- At ve Çocuk (The Horse and His Boy)
4- Hazar Prensi (Prince Caspian)
5- Şafak Yıldızının Yolculuğu (The Voyage of the Down Treader)
6- Gümüş Sandalye (The Silver Chair)
7- Son Savaş (The Last Battle)
|
Ancak, yapımcılığı üstlenen Disney şirketi ve -Shrek'ten tanıdığımız- Yeni Zelandalı yönetmen Andrew Adamson'un bu kült seriyi neden birinci değil de ikinci kitaptan itibaren sinemaya uyarlamaya başladığını doğrusu bilemiyoruz. Herhalde "Aslan, Cadı ve Dolap" Lewis'in fantastik dünyasını beyazperdeye aktarmak için görsel açıdan daha ideal bir başlangıç olarak geldi yapım ekibine. Bu arada, filmin önemli bir bölümü de Yeni Zelanda'da çekilmiş ve daha önce aynı bölgede "Yüzüklerin Efendisi"ni gerçekleştiren yerel teknik ekipten büyük ölçüde destek alınmış. O yüzden de savaş sahnelerinde âdeta küçükler için yapılmış bir "Yüzüklerin Efendisi" izliyormuş hissine kapılmamak mümkün değil...
"Narnia Günlükleri"nde küçük Edmund'un beyaz cadıyla tanıştığı ve onun tarafından Türk lokumuyla ayartıldığı sahneler, Batı ülkelerinde bu geleneksel tatlımıza yönelik yeni bir ilgi dalgası başlattı.
|
Amerikalı Evangelist hareketin temsilcileri bu filmi uzunca bir süreden beri büyük bir heyecanla bekliyorlardı. Beklemekle de kalmadılar, "Aslan, Cadı ve Dolap"ın geçen sonbahardaki ön rezervasyonlarında bu tarikata bağlı kimi kiliseler tarafından milyonlarca bilet alınıp çocuklara ve gençlere ücretsiz olarak dağıtıldı. Öyle ki bazı Evangelist kodamanların bu klasik hikâyeyi filme uyarlaması için Disney şirketini finanse ettikleri bile söyleniyor.
Ardından gelen onca itelemeden sonra, "Arslan, Cadı ve Dolap" bugünlerde turnayı tam anlamıyla gözünden vurmuş durumda. 9 Aralık'ta ABD'de ve Avrupa'da aynı anda gösterime giren film, son dört haftadır âdeta para basmakla meşgul. Öyle ki 180 milyon dolarlık toplam yapım bütçesinin üçte birini yalnızca ABD'de daha ilk gösterim gününde kazandı ve şu anda da bütün batı ülkelerinde gişe lideri konumunda. Sizlerin bu yazıyı okuduğunuz tarih itibarıyla da çoktan kâra geçmiş durumda olacak.
Ustalıkla kamufle edilmiş dinsel mesajlar
Amerikan muhafazakârlarından gelen bütün bu coşkulu desteğin nedeni ise filmin yüzeydeki hikâyesinin altına ustaca yedirilmiş olan dinsel alt metinler... Sıkı bir dindar olan Lewis, vaktiyle bu kitapları kaleme alırken ilginç fantastik öykülerin ardında çocuklara Hıristiyanlık öğretisine ilişkin bilinçaltı mesajlar da göndermeyi hedeflemiş. Sözgelimi -adı öyküde de aynen Türkçede söylendiği gibi "arslan" olan- baş kahramanlardan "Arslan", aslında kendisini insanlar için feda eden İsa Mesih'i simgeliyor. Düşsel ülke Narnia'da kötü kalpli cadıya karşı verilen mücadele de Hıristiyanların "Armageddon"u, yani ahir zamandaki büyük savaştan başka bir şey değil...
Hikâyeye yönelik biraz daha radikal ve zorlama yorumlara göre ise filmdeki kötüler "Türkler"i, olayların yaşandığı Narnia ülkesi ise Hıristiyanlığı elinden alınıp Müslümanlaştırılmış olan "Anadolu"yu simgeliyor. Ama doğrusu ya, filmde bu yönde doğrudan ya da dolaylı bir gönderme yakalamış değilim. O yüzden lüzumundan fazla paranoyak davranıp bir bobin filmde fırtına kopartmaya hiç hevesim yok.
Eğer bana "Bu tür dinsel alt metinler ülkemiz seyircisi ve özellikle de genç kuşaklar için beyin yıkayıcı bir nitelik taşıyor mu" diye soracak olursanız, doğrusu çok da rahat bir tavırla "Evet, taşıyor" diyemem. Bu film Müslüman mahallesinde öyle kolay kolay salyangoz satabilecek güce sahip değil. Çünkü bizler daha salyangozun ne olduğunu bilmiyoruz! "Narnia"dan bu tür mesajlar çıkarabilmek için en asgarisinden de olsa bir Hıristiyanlık temel eğitimine sahip olmak gerekiyor. Hele de ülkemizde bu filmin hedeflediği yaş grubunun kesinlikle böyle bir kültürel altyapısı olmadığı için, fazlasıyla derinlerdeki o simgesel mesajlar pek çok Doğu ülkesindeki genç izleyiciler gibi bizimkileri de ıskalayıp geçmeye mahkûm... Ona kalırsa, "Sihirli Annem" dizisi şimdiye kadar bu filmin verebileceğinden yüz kat daha fazla zarar vermiş durumda genç beyinlere...
Korkmadan keyfini çıkarın
"Pekiyi, bu denli pahalı bir prodüksiyondan geriye görsel olarak ne kalıyor" diye sorarsanız, o zaman da size Lucy Pevensie rolünde şimdiye kadar beyazperdede gördüğüm en sevimli (ve de yetenekli) çocuk oyunculardan biri olan Georgie Henley, çok başarılı görsel efektler ve film boyunca defalarca kullanılan Türkçe "arslan" sözcüğünün yanısıra, hikâyenin hemen başlarında geçen "Türk lokumu" muhabbeti gibi bizim coğrafyamıza özgü bazı küçük göndermelerin doğurduğu sempati duygusu kalıyor derim. Hele de ABD ve İngiltere'de bu lokum işini öylesine ciddi almış durumdalar ki, filmin resmî internet sitesinde Türk lokumunun nasıl yapıldığına dair bir tarif bile yer almakta. Ayrıca, yine duyduğumuza göre bu egzotik lezzeti hiç tatmamış olan milyonlarca kişi de filmden sonra Türk marketlerinden lokum bulma derdine düşmüş.
O yüzden, "Narnia"nın Hıristiyanlık kültürünün egemen olduğu ülkelerde yol açtığı tantanadan fazlaca çekinmeye ve film hakkında gereğinden öte velvele yapmaya hiç gerek yok. Sonuç itibarıyla, -bugünkü köşe yazımda da belirttiğim gibi- adımızın epeyce az geçtiği, geçtiğinde de çoğunlukla haydutlarla beraber anıldığı dünya sinemasında son derece zarif bir lokum kutusu ve içindeki güllü lokumlarla birlikte tanınmak da hoş...
YÜREĞİMİZİ DELİP GEÇEN FİLMLER | |
'Saygı istiyorum müdür, bir parça saygı!'
Bir "suç" karşısında, ona verilecek "ceza"nın sınırı nerede başlar ve nerede biter? Toplum içinde özgür birer vatandaş olarak yaşarken çeşitli suçlar işleyip cezaevine kapatılan insanların bu hataları, yasa koyuculara, onların -özgürlüklerini ellerinden alıp cezaevine kapatma hakkının yanısıra- insanlık onurlarına el koyma hakkını da verir mi? Kısacası, bir mahkûm toplumun ve politikacıların gözünde ne kadar "insan"dır?
Robert Redford'un Arkansas'taki Wakefield Cezaevi'ne yeni atanan iyi niyetli ve reformcu müdür Henry Brubaker rolünde kariyerinin en müthiş oyunculuklarından birini sergilediği 1980 tarihli filmi "Brubaker", işte bu çetrefilli soruların cevabını arıyordu. "İçeride" tam olarak nasıl bir idarî düzenin yürürlükte olduğunu anlamak üzere yeni atandığı görev yerine cezaevi nakil aracında ve mahkûm kıyafetiyle ayak basan Brubaker, burada tahminlerinin de ötesinde bir çürümüşlük ortamıyla karşılaşır. Gözlerden ırak kalmış bu cezaevinde işkence, rüşvet, adam kayırma, yolsuzluk, görevi ihmal, cinayet, kısacası her türlü yasadışılık gırla gitmektedir. Wakefield'i insanların yalnızca yasalarda yazılı olan cezalarını çekecekleri, bunun daha ötesindeki insanlık dışı cezaların ise yürürlükten kaldırılacağı çağdaş bir cezaevine dönüştürmek üzere kolları sıvayan idealist müdür, çok geçmeden kalbi taşlaşmış politikacılara, onlarla yakın işbirliği hâlindeki medya mensuplarına ve kendisinin gelişinden dolayı rahatı kaçmış, kurumdaki çağdışı statükonun sürmesi için alabildiğine ayak direten personeline toslayacaktır.
Türkçe Adı: "Brubaker"
Orijinal Adı: "Brubaker"
Yapım Yılı: 1980
Ülke: ABD yapımı
Süre: 132 Dakika
Yönetmen: Stuart Rosenberg
Senaryo: (Joe Hyams ve Thomas O. Murton'un kitaplarından uyarlamayla) W. D. Richter ve Arthur A.Ross
Müzik: Lalo Schifrin
Görüntü Yönetimi: Bruno Nuytten
Kurgu: Robert Brown
Oyuncular: Robert Redford, Yaphet Kotto, Jane Alexander, Murray Hamilton, David Keith, Morgan Freeman, Matt Clark, Tim McIntire, Richard Ward, Jon Van Ness, M. Emmet Walsh, Albert Salmi, Linda Haynes
Uluslararası İzleyici Yargısı: 6.8 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)
|
Birbirinden etkileyici sinemasal anlarla dolu olan bu filmde, Brubaker'ın yıllardır zifiri karanlık bir hücrede tutulan siyahî bir mahkûmla (o tarihte henüz kariyerinin başlarındaki büyük oyuncu Morgan Freeman) yaptığı dokunaklı konuşma da aslında filmin özetini oluşturmaktaydı. Açlık ve karanlıktan dolayı gözleri artık göremez hâle gelmiş, neredeyse bir insan kalıntısına dönüşmüş olan mahkûm Walter, kendisini ziyarete gelen müdüre, "Ben bir insanım, suç işlemiş olsam da bir insanım. Senden saygı istiyorum müdür, bir parça saygı! Artık çevremde güzel bir renk olsun istiyorum. Bu hücrenin duvarlarını sarıya boyat!" diye haykırıyordu. Hele de Brubaker'ın sistem karşısındaki acı yenilgisini simgeleyen, binlerce mahkûmun -politik entrikalarla başka bir cezaevine "sürülen"- müdürlerini tekdüze bir alkış eşliğinde yolcu ettikleri o ünlü veda sahnesi, sinema tarihinde şimdiye kadar çekilmiş en hüzünlü ve şiirsel finallerden biri olarak belleklere kazınacaktı.
Cezaevleri, tarih boyunca insan hakları konusunda suistimale en açık kamu kurumları arasında hep ilk sıralarda yer almıştır. Yönetmen Stuart Rosenberg de toplum tarafından lanetlenmiş bu irkiltici mekânların iç dünyasına getirdiği gerçekçi bakışla, pek çoğumuzun kendimize sormaktan özenle kaçındığımız bir dizi soruyu cesaretle beyazperdenin gündemine taşımıştı. Film, her ne kadar Brubaker'ın yenilgisiyle, yani koyu bir karamsarlıkla bitiyor olsa da bu tercihi için yönetmene kızmaya pek hakkımız yok. Gerçek hayatta da çevrenize bir bakın hele, acaba (görev bölgelerindeki uygulamalarıyla Brubaker'a şaşılacak ölçüde benzeyen) rahmetli Recep Yazıcıoğlu gibi bürokratlar mı kazanıyor, yoksa diğerleri mi?
|
|
YENİ ŞAFAK / SİNE-BULMACA |
|
|
'Onun bedeninde 666 işareti olacaktır'
"Sine-Bulmaca"da bu hafta, bir kuşağı derinden etkilemiş olan son derece ünlü bir korku-gerilim filmini hatırlamanızı isteyeceğiz sizlerden...
Yakın gelecek... Altıncı ayın altıncı günü, saat sabah 06.00... ABD'nin Roma Büyükelçisi Robert Thorn'un eşi, kentteki bir hastanede doğum yaparken bebeğini kaybeder. Hastane yetkilileri Büyükelçi'ye, baygın durumdaki eşinin bu haberi aldıktan sonra duygusal bir travma yaşamaması için yakınlardaki bir yetimhaneden yeni doğmuş sahipsiz bir bebeği evlatlık olarak vermeyi teklif ederler. Şoka girmiş olan Thorn bu teklifi çaresizlik içinde kabul eder ve bebeği hastane defterine kendi öz oğlu olarak kaydettirir.
Büyük sırrını yıllarca özenle saklamayı başaran Thorn'un bir sonraki görev yeri ise Londra'dır. Büyükelçi, eşi ve artık 5-6 yaşlarına gelmiş olan sevimli oğlu Damien ile birlikte İngiltere'nin başkentine yerleştiğinde, ilk anda herşey yolunda gibi gözükmektedir. Ancak, ardarda gelen dehşet verici kazalar, önce çevresindeki bir grup insanın ardından da eşinin ölümüne yol açacak ve Thorn acı gerçeği, yani oğlunun İncil'de bir gün yeryüzüne inip bütün dünyayı kötülüğe boğacağı belirtilen "Deccal" olduğunu farkettiğinde ise iş işten geçmiş olacaktır. Kafa derisinde şeytanın işareti olarak kabul edilen 666 rakamını taşıyan genç Damien, ekonomik güce ve siyasî nüfuza sahip saygın bir ailenin üyesi olarak büyük misyonunu gerçekleştirmeye hazırdır artık. İnsanoğlunun -varlığı bütün semavî dinler tarafından kabul edilen- bu en büyük düşmanı, önüne çıkan herkesi acımasızca yok ederek ilerlemeye başlar. Ta ki Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden dönüp ona dur diyeceği güne kadar...
Özellikle birbirinden ürkütücü ölüm sahneleri ve büyük besteci Jerry Goldsmith'in imzasını taşıyan klasikleşmiş müziğiyle belleklere kazınan bu film, elde ettiği büyük gişe başarısı üzerine 1978, 1981 ve 1992'de çekilen üç ayrı devam bölümüne daha kaynaklık etti. Ancak, biz sizlerden seriyi başlatan ilk bölüme ilişkin cevapları bulmanızı istiyoruz. Bu filmin İngilizce orijinal adı, yönetmeninin adı ve en az iki başrol oyuncusunun adları nedir?
Yukarıdaki soruların doğru cevaplarını (tam adları ve açık mektup adresleriyle birlikte) 19 Ocak 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine gönderen üç okurumuz, Yeni Şafak'tan Japon yönetmen Akira Kurosawa'nın 1985 tarihli epik başyapıtı "Ran"ın birer DVD'sini kazanacaktır.
6 Ocak 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:
- Filmin Orijinal Adı: Cross of Iron (1977)
(Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: Şeref Madalyası)
- Yönetmeni: Sam Peckinpah
- Başrol Oyuncuları: James Coburn, Maximillian Schell, David Warner, James Mason
Yarışmamıza yurt çapında toplam 186 katılım gerçekleşti ve bunlardan 169 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılara rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
12 Ocak 2006 saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:
- Fevzi Öner / Denizli
- Güneş Kayani / Erenköy-İstanbul
- Fatih Sarı / Savur-Mardin
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Cinderella Man", 2005 / Oyuncular: Russel Crowe, Renée Zellweger / Yönetmen: Ron Howard) adreslerine taahhütlü postayla gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"
Önemli not: "Sine-Bulmaca"da bugüne kadar pek çok okurumuzun sorulara doğru cevap vermiş olmakla birlikte ad-soyadları ve açık adreslerini mesajlarına eklemeyi unuttukları görülmektedir. Yeni Şafak Sinema Servisi, bu durumdaki katılımcıları elektronik posta mesajlarıyla uyarmakla birlikte, sonuçta eksik cevapların oranı tek tek uyarmakla baş edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Lütfen cevaplarınızı, ekli bilgilerin hiçbirini atlamadan gönderiniz.
"STOP-MOTION" ÇEKİM: Gerçek bir dekor önünde ve üç boyutlu cansız karakterler kullanılarak yapılan canlandırma filmlerinin geleneksel çekim yöntemidir. Dijital tekniklerin ortaya çıkmasıyla birlikte önemini büyük ölçüde yitirmiş olsa da günümüzde hâlâ tarihsel fantazi, serüven ya da çocuk filmlerinde zaman zaman uygulanmaktadır.
Stop-Motion tekniğinin zirve filmlerinden "Jason ve Argonotlar"
|
Sinemada kesintisiz hareket duygusu, boş filmin üzerine saniyede 24 kare hızla görüntü kaydedilmesi ve bu karelerin aynı hızda çalışan bir gösterici ile perdeye yansıtılması sayesinde oluşur. Cansız bir nesnenin, sözgelimi bir masal filmindeki ejderhanın âdeta canlı gibi hareket edebilmesi için bu varlığın -vücudunun değişik aksamları tıpkı bir oyun hamuru gibi rahatlıkla hareket ettirilebilen- uygun boyutlarda bir maketi yapılır ve öyküyle uyumlu bir dekorun içine yerleştirilir. Çalıştırma düğmesine her basıldığında yalnızca bir kare film çekmeye ayarlanmış olan özel bir kamera da dekoru görecek şekilde sabitlenir.
Stop-Motion tekniğinin en büyük ustası olarak kabul edilen Ray Harryhausen, "Titanların Savaşı" filminde kullandığı kuklalarıyla...
|
Teknisyenler, maketin eklemleriyle oynayarak, filmde sergileyeceği hareketlere göre onun üzerinde her seferinde küçük küçük değişiklikler yaparlar. Kamera da bu küçük hareket dilimlerini kareler hâlinde ardı ardına çeker. Burada önemli olan maket için -tıpkı gerçek bir vücudun eklemlerinde olduğu gibi- mantıksal bir hareket sırası planlamış olmaktır. Ki sinema endüstrisinde bu alanda uzmanlaşmış kareograflar mevcuttur. Böylelikle, bazen günler, bazen de haftalar ve aylarca süren sabır dolu bir çabanın ardından her türlü cansız maket perdede yürür, koşar ve oynar hâle getirilir. Sinemanın dijital çağı öncesine ait bütün canavarlı filmler ve üç boyutlu cansız kahramanların yer aldığı bütün çocuk filmleri hep bu zahmetli yöntemle çekilmiştir. "Stop motion" tekniğinin sinema tarihindeki en büyük ustası, "Sinbad'ın Altın Yolculuğu", "Sinbad: Kaplan Gözü", "Esrarlı Ada", "Jason ve Argonotlar" ve "Titanların Savaşı" gibi klasikleşmiş filmleriyle tanınan Amerikalı özel efekt uzmanı Ray Harryhausen'dır.
|
|
|