T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 14 OCAK 2006 CUMARTESİ | ||
|
Sinema eleştirmenleri ile yönetmenler/oyuncular arasında hep varolan gerginlikten yeni bir polemik doğdu sayın seyirciler. Bilenler biliyordur, bilmeyenler için özetleyelim. Olay şöyle gelişir: Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, 'Keloğlan Kara Prens'e Karşı' adlı filmi eleştiren bir yazı yazar. "Espri yoksunluğu, karakterlerin oturmamış olması filmin olumsuz yönleri" diye başladığı yazısında, filmin başrol oyuncusu Mehmet Ali Erbil'in oyunculuğunu eleştiren Dorsay, şöyle der: "Aslında hep iyi bir oyuncu olduğuna inandığım Mehmet Ali Erbil yanlış bir seçim. 48 yaşında Keloğlan mı olurmuş? Artık televizyon şovlarından ezbere bildiğimiz tüm mimik ve hareketlerini, iyi saptanamamış bir karakterde bıktırıcı biçimde yineliyor. Ve elbette hiç olmuyor." Bunu okuyan Erbil de, 'Ya Şundadır Ya Bunda' adlı televizyon programında Dorsay'a verip veriştirir: "50 yıllık oyunculuk kariyerime laf söyleyemez, beyni sulanmış, ne yazdığını bilmiyor. Amerikan filmi hayranı, Türk filmlerini desteklemiyor. Onun gidin dediği filmlere gitmeyin". Dorsay'ın cevabı Erbil'den aşağı kalır gibi değildir: "Ben Mehmet Ali Erbil'in program yaptığı halkın düzeyine inemem. Bir medya palyaçosunun, kişiliğimize, zekamıza uluorta hakaret etmesine de izin vermem. Şüphesi olmasın onu mahkemeye vereceğim."
Eleştirmek cesaret ister
"Biz bu filmi görmüştük", diyorsunuz değil mi? Haklısınız. Gösterime giren yerli filmlerin eleştirilmesi halinde 'Türk sinemasını desteklemek lazım', 'Eleştirmenlere de bir şey beğendirmek imkansız', 'Bunlar Hollywood hayranı', 'Türk halkının beğenisini küçümsüyorlar' gibi kalıplaşmış cümlelerle karşı atağa geçilmesi hiç yeni değildir çünkü. Hedef ise hiç değişmez, hep aynıdır: Filmleri eleştirme "cüreti" gösterenler yani eleştirmenler. Oysa eleştirmenlerin "işi" tam da budur: Bir filmi gösterime girmeden önce izlemek, hem okuyucuya film hakkında bilgi vermek, hem de filmi hikayesi, akışı, kurgusu, ışığı, dekoru, kostümü, oyuncu seçimi ve oyunculuk performansı gibi açılardan değerlendirerek sinema tarihine küçük bir kayıt düşmek.
Her izleyici bir eleştirmen
Esasen her izleyici bir eleştirmendir. "Sade bir izleyici" gibi, film eleştirmenlerinin değerlendirmeleri de elbette kişiseldir. Ama sinema tarihi ve tekniğiyle ilgili aldıkları eğitim, yıllarca bu işle ilgilenmekten kaynaklanan birikim ve bir gazetede çalışıyor olmaktan kaynaklanan durum onları "sadece izleyici" olmaktan çıkarır. Hem izleyiciye/okura, hem de sinema sanatına karşı bir sorumluluk yükler. Kesin olan ise şudur: Bu işlevsellik, sonucu yani gişeyi belirlemez. Eleştirmenlerin yazılarını gazetelerin toplam tirajları kadar okuyucunun okuduğunu varsaysak bile (ki böyle değildir, bu yazıları sadece ilgili okuyucu okur) yine de bunun gişeye aynen aksettiği görülmüş şey değildir. Asıl gişe, kulaktan kulağa iletilen izleyici yorumundan çıkar. Beğenilen film izlenir, beğenilmeyen tökezler. Filmin promosyonunun, tantanasının, reklamların, ön haberlerin etki gücü de saklı olmakla birlikte denklemi kuranlar izleyicilerdir yani. Bu durum eleştirmenleri bir nevi "etkisiz eleman" konumuna iter. Bunu tüm eleştirmenler bilir.
Yanlış birden fazla
Hal böyle iken, eleştirmenlerin yaptıkları yorumlar özellikle "kitle komedisi" türündeki filmlerin sahiplerinin, emekçilerinin mütemadiyen hışmına uğrar. Bu bazen dile getirilir, bazen getirilmez. Ama filmin yapımcısı, yönetmeni yahut oyuncusu cürmü geniş, popüler bir zat ise durmaz veryansın eder, ortalığı velveleye verir. Hakkıdır, söyler. Ama eleştirilerin ardında önyargı aramak da, eleştiriyi yapanı 'vatan hainliği', 'yabancı hayranlığı' gibi ithamlarla, hakaretlerle püskürtmeye çalışmak da, yapılan işe güvensizliğin itirafından başka bir şey olmasa gerektir. Aslında bu örnekte görüldüğü gibi yanlış birden fazla. Erbil'in oyunculuğu hakkında yapılan bir eleştiriye tahammülsüzlüğü de, hakaretle karşılaşan Dorsay'ın hakaret sahibine verdiği cevap da savunulur gibi değil. Beğenme-beğenmeme, eleştirme-eleştiriye tahammül göstermeme gibi bambaşka bir mecrada akması gereken bir tartışmanın 'halkın zeka seviyesi'ne kilitlenmesi ne akli, ne de ahlakidir çünkü.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |