T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 14 OCAK 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

BENimle alay ediyorlar

Türkçe'de '-m' eki, bir izafet (nisbet) eki; yani ev(i)m, araba'm, kitab(ı)m, kalem(i)m dediğimde, esasen kasdettiğim şudur: benim evim, benim arabam, benim kitabım, benim kalemim.

Tasavvur (kavram) düzeyinden tasdik (yargı) düzeyine intikal edersem şöyle demiş oluyorum:

- (O) ev benimdir.

veya:

- (O) ev bana/ben'e aittir.

Ben'e nisbetinden dolayı "evim" ifadesi bir tamlama, bir isim tamlaması; "(O) ev benimdir" ifadesi ise bir cümle, bir isim cümlesi...

Bu ek (-m), herhangibir nesne veya olgunun kişinin kendisine salt izafetini/nisbetini bildirmez, aynı zamanda ilgili nesne veya olgunun o kişi için varolduğunu da gösterir. Sözgelimi "evim" dersem, evin bana nisbet ve izafetini göstermekle kalmıyorum, o evin benim için 'var' olduğunu, yani ona mâlik/sahip olduğumu da dile getirmiş oluyorum.

Biraz daha derine doğru kazmak istediğimde önümü kesen bir kaya kütlesiyle karşı karşıya kalacağım kuşkusuz: "benim".

Bu ifade de bir tamlama: Ben(i)m; yani benim benim...

Acaba böyle demekle ben'in yine ben'e ait olduğunu; yani benim benime sahip olduğumu mu söylemiş oluyorum?

Hâl böyleyse, 'benim' ifadesinin sonundaki '-m' eki ben'i gösterdiği gibi, kendisine eklenen (ben) de ben'i gösteriyor demektir.

"Ben'le alay ettiler' dersem, sorun şeffaflaşıyor; zira bu takdirde alayın konusu, bir tek 'ben' (kendilik/zat) oluyormuş gibi görünüyor. Acaba "Benimle alay ettiler' desem, alayın konusu 'ben' değil de "benim beni(m)" mi olacak, işte bunu bilmiyorum.

Önümüzdeki kaya kütlesi kırılmak bir yana, çatlamadı bile. Pes etmemeli de biraz daha çaba göstermeli.

"Benle alay ediyorlar" diyen bir kişiye, "Nerenle, neyinle alay ediyorlar?" diye sorsak, pekâlâ bize "elbisemle alay ediyorlar", "Başımla, saçımla, kaşımla... alay ediyorlar" diye cevap verebilir.

Bu durumda "dilde ekonomi ilkesi" denen mekanizmanın devreye girdiğini ve kişinin, sözgelimi "Benim elbisemle" demek yerine, kısaca "Benle..." veya "Benimle alay ediyorlar " diye kestirip attığını düşünemez miyiz?

Mümkün.

Lâkin insanın bir değil, iki ben'inin olduğunun ve ben'den gayrı bir 'ben' daha bulunduğunun farkındaysak, böyle bir açıklamayla yetinemez, aslâ gündelik dilin sıradanlığı içinde kaybolmayı göze alamayız.

Kaya kütlesini çatlatmak için, sanırım, önümüzde bir tek yol var: Mülkiyet iddia ettiğimiz şeylerden tek tek soyunmaya, yani 'özü' gür kılmaya çalışmak. Çalışır da becerirsek, geride ne kaldığını, daha doğrusu bir şeyin kalıp kalmadığını ancak o zaman anlayabiliriz.

"Nasıl yapacağız bunu?" demeyelim de mülkiyetinde bulundurduğu herşeyden soyunup özünü gürleştirmiş bir dostun itirafını geliniz birlikte okuyalım:

Ettik o kadar ref'-i taayyün ki Neşatî
Ayine-i pür-tab'-ı mücellâda nihanız.

Hak ehli, Hakkın ehli mahviyet libasıyla (hiçlik giysisiyle) bezenip ben'e ait olan, 'benim' denilebilecek olan bütün belirlenimlerden o denli soyunur ki en nihayet sıfatlarda değil zatta, daha doğrusu salt benliğin (zât-ı sırfa'nın) o pırıl pırıl parlayan aynasında görünmeye, bilinmeye başlar.

Hâl bu ki ey talib, sen, "Benle, benimle alay ediyorlar" diyorsun, ama hangi beninle alay ettiklerini bile bilmiyorsun.

Şayet 'ben' diye diye şu iskeleti kastediyorsan, sen 'senlik' (hüviyet) dâvâsındasın demektir. Toprak olup çürüyecek böylesi bir iskelete ve işbu iskelete nisbet ve izafe edilebilecek sıfatlara mülkiyet iddiasında bulunduğundan ötürü nâdânın alayını zâten (!) hakettiğin için şikayet değil, şükr etmelisin; zira sana nâdân eliyle ders veriliyor ama bak sen kıymetini dahi bilmiyorsun.

Seninle başkalarının alay etmesine fırsat verme de güya o kendisiyle halt ettiğin (birbirine karıştırdığın) seninle bizzat yine sen alay et! Üstelik öyle alay et ki sen seni, 'görünen'de gizleyip asıl sana senden bile gizli olanda parıldamayı önemse!

Ey tâlib, dillere destan melâmet taşının yardığı ben 'ben' değil ki! Bilâkis o taşı nâdânın eline veren ben, gerçek BEN!

Yani hakikatte varolan ne 'ben', ne 'sen', bir tek 'O', sadece 'O'; demek ki illâ HU!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi