T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 14 OCAK 2006 CUMARTESİ | ||
|
Zaman zaman yapılacak en doğru iş, belki de siyasetin zamanın ruhuyla ilişkisi üzerine sorular sormak. Durumuz ortada: AK Parti dışındaki siyasi partiler sıkışmış, bunalmış durumda; ne ileri adım atabiliyorlar ne geri adım. Bunların başında evrensel ve dinamik bir siyasi geleneğin, sosyal demokrasinin Türkiye'deki temsilcisi CHP geliyor. CHP ne yapıyor? Gerek konumu gerek yerleşik yapısı gerekse evrensel referanslarıyla siyasete en yakın yerde durması gereken CHP'nin Baykal elinde yapmaya çalıştığı tek şey, kişiye endeksli "Amerikanvari şovlar"la "alaturka sosyal demokrat anlayış"a "değişmeden değişim makyajı" yapmak, sağ partilerden rol çalmak. Belli ki, Baykal, iyice "yüzeyselleştirilmiş ve medyatik bir liberalizm oyunu" peşinde... Oysa Türkiye gibi liberalizmin eksik yaşandığı ülkelerde, yegâne siyasi hedefin bu eksikleri gidermek şeklinde tanımlanması, sağ ile sol arasındaki çizginin gitgide silikleşmesinin ana nedenidir. Tabii, solun, sosyal demokrasinin iyice erimesinin de... Liberalizmi demokrasi sanmak, demokrasiyi liberalizme endekslemek devrin en önemli siyasi hastalığı... Bu hastalık başladığından bu yana demokrasi kaç başarı kazanabildi? Polonya'daki Dayanışma Hareketi ile 1989'da Çinli öğrencilerin girişimleri dışında elde ne var? Komünizm sonrası Orta Avrupa'da filizlenen siyasi fikir ve tasarılar tükendi. Alain Touraine'in deyişiyle, "Heyecan veren tek soru, sermayenin ve girişimcilerin, bunlardan hiçbirisine sahip olamayan ya da hiç birini üretmeyen ülkelere nereden geleceği sorusu" olmaya başladı. Eğitim, toplumsal adalet gibi alanlarda düşünce bile üretilmez oldu. Zenginler ülkelerinin dış borçlanmasıyla edinilen sermayelerden yararlanmaya başladılar. Yoksullar ise daha yoksullaştı. Batı ülkelerinde de durumun farklı olduğu söylenemez. Uluslararası rekabet, ticari değişim dengesi, paranın değeri, yeni teknolojileri geliştirme gücü, yönetimlerin yegâne amaçları olarak karşımıza çıktı. İşte Türk sosyal demokrasisinin öykündüğü, benimsediği, üstelik elinden geldiğince bayağılaştırarak dillendirmeye gayret ettiği "demokrasi modeli", "sosyal demokrasi anlayışı" budur. Aslında, Türk solunu bu modeli benimsemeye iten faktörlerin başında devasa bir değişme dalgası karşısında yaşadığı tıkanıklıklar geliyor. Nitekim toplumun kültürel ve sosyal açıdan gitgide çeşitlenmesi, esnek üretim tarzıyla küçük ve orta sermayenin yeni iktisadi aktör olarak devreye girmesi, geleceği değil bugünü merkez alan yeni bir zaman anlayışı karşısında yaşadığı tıkanıklar Türk sosyal demokrasisini "liberal anlayış limanı"na savurmuştur. Bu bir aczdir ve bugün de devam etmektedir. Peki solu sol yapan, evrensel kılan unsur, temelde toplumdaki değişimi kuşatması değil midir? Yani değişimden doğan talepleri emek, adalet, eşitlik, özgürlük gibi temel ilkelerin süzgecinden geçirmesi ve bunlara uygun bir şekilde siyasi kararlara dönüştürmeye çalışması değil midir? Türkiye'de sosyal demokrasinin görmeyi reddettiği değişim, benimsemekten kaçındığı politik tavır işte budur. Türk solu bu değişimi hastalık ya da yozlaşma olarak tanımlıyor. Böyle yaptıkça, toplumu anlamak ve dönüştürmek için kullanması gereken ölçüt ve ilkelerin, yani birey, emek, özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramların yaşadığı değişimi, kapsam genişlemesini de görmüyor. Talep, özgürlük ve hakların sadece ekonomik değil, kültürel nitelik taşıdığını farketmiyor. Gitgide adalet ve özgürlük fikrinden uzaklaşıyor. Gitgide kitle desteğini kaybediyor. Ve gitgide sol olmaktan çıkıyor. Siyaseti sadece siyaset dışı aktörler katletmiyor; mebzul miktarda Brütüs de var ülkede...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |