T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 24 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

Eğlenmek değil, 'uyanmak' için...

Yazar-yönetmen Stephen Gaghan'ın George Clooney'e en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar'ı kazandıran filmi "Syriana", Washington'da kapalı kapılar arkasında yapılan anlaşmalardan İran Körfezi'ndeki petrol yataklarında ter dökenlere kadar her kesimden insanın zenginlik ve güç peşindeki yarışının insanî sonuçlarını içiçe geçmiş öykülerle anlatıyor.

"Syriana"
2005-ABD yapımı
Yönetmen: Stephen Gaghan
Oyuncular: George Clooney, Matt Damon, Christopher Plummer, Alexander Siddig, Jeffrey Wright, John Hurt
Süre: 126 dakika
Özel Sınırlamalar: Amerikan MPAA Kurumu R Sertifikası
(İçerdiği şiddet ve bazı argo konuşmalar nedeniyle 17 yaşından küçükler ancak erişkin bir refakatçiyle izleyebilir.)
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Cinsellik/çıplaklık yok Yalnızca bir bölümde argo var Yalnızca bir bölümde argo var

Geçtiğimiz hafta gösterime girer girmez üzerinde yazmak istediğim, fakat yer darlığından dolayı ancak bu hafta gecikmeli olarak fırsat bulabildiğim etkileyici bir film "Syriana"... Hiç acele etmeden, ağır ağır akıp giden öyküsü ve yeryüzünün dört bir köşesinde özenle çekilmiş bir belgesel filmin seyir zevkini veren usta işi görüntüleriyle "dünya hâli" üzerine düşünmeyi sevenlere çok önemli ipuçları sunuyor.

Hollywood tarihinin -yapımcı şirket ambleminin bulunduğu jenerik öncesi kareleri- "ezan" sesiyle açılan bu ilk filminde (ki aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk'e de atıfta bulunulan, benim bildiğim ilk batılı yapım) farklı uluslardan, farklı sosyal ve ekonomik çevrelerden, birbirleriyle ilişkili ya da ilişkisiz durumdaki bir grup insanın üzerinden dünyadaki petrol savaşlarının iğrenç arka planına tanık oluyoruz. 2000 yılında "Trafik" filmi için yazdığı senaryoyla Oscar alan yönetmen Stephen Gaghan'ın emekli bir CIA ajanı olan Robert Baer'in "See No Evil" adlı kitabından beyazperdeye uyarladığı öykü, büyük petrol tröstleri ve onların maşası olarak çalışan CIA'in üçüncü dünya ülkelerinde çevirdiği entrikalar üzerine birbirinden değerli veriler ve zekice bağlantılarla dolu. Hiç bir kahramanının özel olarak ön plana çıkarılmadığı ve petrol savaşlarının şu ya da bu noktasında tanıştığımız bütün o yüzlerin dev bir satranç tahtasının oyuncuları pozisyonunda gösterildiği film, gerçek bir ajanın gözlemlerinden beslenen bu tür öğretici yönleriyle âdeta bir "uluslararası ilişkiler" dersi niteliğinde. Ve elbette bugünkü "Şahinler Amerikası" (ve çoğu kez onun sözcüsü kesilen Hollywood) için fazlasıyla muhalif bir yapıt...

Bu arada, "kahraman" demişken, filmin akılda kalıcı karakterlerinden CIA ajanı Bob Barnes rolündeki George Clooney'e özel olarak değinmeden de edemeyeceğim. Kariyerine "Acil Servis" adlı bir televizyon dramasıyla başlayan ve sinemadaki ilk yıllarında sıklıkla yakışıklılığına yaslanmış roller alan bu adamın "büyük oyuncu" olmak adına verdiği o müthiş mücadeleyi artık görmezden gelmek imkânsız. Clooney, kadın hayranlarının bayıldığı o Allah vergisi fiziksel avantajlarını neredeyse bütünüyle geri plana atarak salt oyunculuğuyla var olduğu bu karmaşık öyküde, bezgin CIA ajanını göz kamaştırıcı bir gerçeklik içinde bizlere sunuyor. Öyle ki bu rol için saçlarına verdiği yeni biçim, özensizce uzattığı sakalları ve on beş kilo dolayında şişmanlaması da onun sinemada yeni bir DeNiro olmayı kafasına koyduğunun açık bir ifadesi. Hele de bazı sahnelerde mükemmel bir aksanla Arapça konuştuğunu görmek (filmin basın bülteni, onun bu iş için özel dersler aldığını belirtiyor) pek çok izleyici gibi benim için de ilginç bir deneyim oldu. Bu bakımdan "Syriana", son yıllarda yönetmenliğe de soyunan çalışkan bir aktörün yakışıklıklı jön dizilerinden en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscarı'na kadar uzanan serencâmına yakın tanık olmak adına bile izlenmesi gereken bir film aslında. Ancak, tabiî bu bütünüyle benim fikrim. Clooney'nin filmdeki varlığı da oyunculuktaki etkileyici performansı da öykünün durağan akışını değiştirmiyor. Bu da "hızlı sinema"ya alışkın gözler için kimi zaman işkenceden farksız bir deneyime dönüşebilmekte. Tıpkı geçtiğimiz haftalarda Terrence Mallick'in "Yeni Dünya"sına dört yıldız vermemin ardından heyecan içinde filmi görmeye giden (ki aralarında hekimler de bulunan) bir grup okurumun sonradan beni sitem yağmuruna tutmalarında olduğu gibi. Bunlardan biri "Allah aşkına, bu tür sanat filmlerinde bizleri önceden uyarın, çünkü sırf siz tavsiye ettiniz diye söz konusu filme gittim. Filmin sonuna doğru salonun yarısı boşaldı. Ayrıca yanımdaki iki arkadaşım da uyuya kaldı" diye yazıyordu. O yüzden, bu kez aynı hatayı yapmayıp okurlarımı altını çize çize uyaracağım.

"Syriana", güç bela zaman ve bütçe ayarlayıp hafta sonunda kafa boşaltmak amacıyla sinemaya gitmek isteyenler için kesinlikle uygun bir film değil. Dahası, böyle bir niyet beslerken, yukarıda verdiğim üç yıldıza güvenip de bu filme gidecek olanlar, sonradan kulaklarımı epeyce çınlatabilir. O nedenle peşinen uyarıyorum, "Syriana", sinemadan eğlenmekten çok daha öte beklentileri olan, dünyanın ve de Ortadoğu'nun nasıl ve kimler tarafından yönetildiğini biraz daha yakından görmek isteyen rafine sinemaseverlere uygun bir yapıt. Gerçek anlamda özümsenmesi için de bir değil, belki iki kez üst üste izlenmesi, böylelikle ilk izlemede yakalanamayan kimi ayrıntıların ayrıca yakalanması gerekiyor.

* * *

Filmin adı neden "Syriana"?

ABD ve Avrupa ülkelerinde aylar önce gösterime giren "Syriana", bu ülkelerdeki sinemaseverler arasında -en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscarı'nı kucaklayan- George Clooney ve diğer bir dizi oyuncusunun üstün performanslarının yanısıra, ne anlama geldiği tam olarak bilinmeyen sıradışı adıyla da ilgi uyandırdı. Çünkü filmde, bu adın neden konulduğuna ilişkin herhangi bir doğrudan ya da dolaylı açıklama bulunmuyor.

Benzer türde bir merak, "Syriana" Türkiye'de gösterime girdikten sonra ülkemiz sinemaseverleri arasında da oluştu. Ben de hem kendim hem de sizler adına yaptığım kısa bir araştırmadan sonra, aradığım cevaba şöyle böyle ulaştım. Filmin dağıtıcısı Warner Bros şirketi, ABD merkezli resmî internet sitesinde "Syriana"nın anlamını şöyle açıklamış:

"Syriana, Washington'daki düşünce üretim kuruluşları ("think-tank"ler) tarafından, Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesini varsayımsal olarak tanımlarken kullanılan gerçek bir kavramdır. Bizim filmimizin adı olarak ise soyut bir düzlemde kullanıldı.

Bu kavram, anılan bölgede bir ulus-devlet kurma ya da yeniden biçimlendirme konusunda kafalarda oluşan gerçekleştirilmesi imkânsız hayâlleri simgeler. Ortadoğu için böyle bir hedef, bir görünüp bir kaybolan 'serap'tan başka bir şey değildir. Bölgeye ilişkin teoriler üreten kişilerce sıklıkla kullanılan 'Syriana', filmimizin öyküsünü tanımlama açısından da gayet uygundur; çünkü insanoğlunun kontrol dışı kalmış hırsları yüzünden kişisel hayâl dünyasında yarattığı her türlü imkânsız durumu simgelemektedir."

Benim elimden bu kadarı geldi; daha fazla açıklama ya da daha iyi bir çeviri için aşağıdaki linki tıklayıp inceleyebilirsiniz.

  • http://syrianamovie.warnerbros.com/about.html

    EKSTRA YORUM
    Sellers'in yerini doldurmak mı?

    Yönetmen Shawn Levy'nin, "Müfettiş Clouseau" efsanesini doğuran 1963 tarihli ünlü filmin yeniden çevrimi niteliğindeki "Pembe Panter"i, serinin önceki filmlerinin unutulmaz müfettişi Peter Sellers'a tutkun olanlar için tam bir hayâl kırıklığı görünümünde...

    Pembe Panter
    (The Pink Panther)
    Yönetmen: Shawn Levy
    Oyuncular: Steve Martin, Kevin Kline, Jean Reno, Beyonce Knowles
    2006-ABD yapımı, 93 dakika
    * *
    Hayranları tarafından etrafı sarılan dünyaca ünlü futbol antrenörü Yves Gluant, pop yıldızı olan sevgilisi Xania ile bir galibiyet coşkusunu paylaşırken nereden geldiği belli olmayan zehirli bir okla yere düşer. Panik sırasında ise paha biçilemez elmas yüzüğü "Pembe Panter" gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Müfettiş Clouseau ve yeni asistanı bir dizi ipucunun peşine takılırlar.

    Yönetmenliğini Blake Edwards'ın yaptığı ve başrolünü de Peter Sellers'ın oynadığı -gördüğü büyük ilgi üzerine sonradan sinema tarihinin en sevimli serilerinden birine dönüşecek olan- 1963 tarihli ünlü filmin, yönetmen Shawn Levy eliyle gerçekleştirilen yeniden çevrimi. Bu filmi görünce Müfettiş Jacques Clouseau rolündeki Steve Martin'e gerçekten de acıdım. Çünkü kendisini baştan ölü doğan bir proje için resmen bozuk para gibi harcamış. Beyazperdede Peter Sellers gibi bir efsanenin yerini doldurmaya kalkışmak için ya çok cesur ya da çok aptal olmak lâzım. Oysa ki geçmişte çıkardığı işlere bakıldığında Martin de kendi çapında gayet iyi bir komedyen; hele de Michael Caine ile birlikte kotardıkları "Kirli, Çürük ve Âdi"sini unutabilmek ne mümkün!

    Pembe Panter'de Jean Reno... Ne alâka?
    Ancak kanımca kariyerini perçinlemek için yeni rollere ne kadar ihtiyacı olursa olsun, böylesine zorlama bir projeye hiç girmemeliydi. Nitekim, Levy'nin yeni "Pembe Panter"i de şu sıralarda gösterime çıktığı bütün batı ülkelerinde yerden yere vuruluyor. Pekiyi, film o kadar da kötü mü? Hayır, kesinlikle değil; tam aksine kimi anlarında ortalamanın üzerinde bile iyi sayılabilir. Ama sinemada herkes haddini bilmek zorunda. Peter Sellers gibi perdede Müfettiş Clouseau'ya hayat vermiş, özgün bir kimlik kazandırmış müteveffa bir aktörün anısı üzerinden hiç kimse kariyer yapamaz. Bütün çocukluğum ve gençliğim "Pembe Panter" serisinin filmlerini tekrar tekrar izlemekle geçti. Her seferinde de gülme krizlerine girdim. Bu dünyada, Clouseau'nun eve girer girmez çekik gözlü hizmetçisi Kato ile doğaçlama bir şekilde başlayan karate savaşlarını Sellers gibi oynayacak bir tek oyuncu daha bulunabilir mi? O dandik şapka, o mânâsız surat, o döküntü konuşma üslûbu ve o inanılmaz sakarlıklar zinciri...

    Velhasıl, insanlar bazen anılarıyla yaşamak isterler. Hâl böyleyken durduk yerde böylesine büyük bir efsaneyi iğdiş etmenin ne gereği vardı? Bırakın Clouseau Sellers ile birlikte doğup onunla birlikte ölmüş olsun. İlle de her güzel şeyi rezil etmek zorunda mısınız? Hollywood'un konu kabızlığı ve bütün popüler öykülerin suyunu çıkarma hastalığı, yönetmenleri de oyuncuları da durduk yerde işte böyle madara ediyor. Hele de Jean Reno gibi artık "sert çocuk" rolleriyle iyice özdeşleşmiş olan bir adamın bu filmde güldürmeye çalışması gerçekten de acıklı bir çaba.

    Gidilebilir, ama bildik mânâda bir Clouseau izlemek, hele de Sellers'ın esintilerini yakalamak için değil; o seriden tamamen bağımsız, alelâde bir güldürü filmi izlemek adına...

    İyilik ve kötülük arasındaki korkunç savaş

    "Sine-Bulmaca"da bu hafta dinsel içerikli korku sinemasının en ünlü örneklerinden birini hatırlamanızı isteyeceğiz.

    1971 yılında yayımlanan aynı adlı bir romandan kısa süre sonra sinemaya uyarlanan bu öykü, 12 yaşındaki Amerikalı bir kızın kendisini ele geçirmeye çalışan paranormal güçlere karşı verdiği ölümcül mücadeleyi anlatır. Ünlü bir aktristin tek çocuğu olan Regan, dul annesiyle birlikte Washington DC'de kalburüstü bir hayat sürmektedir. Bir süre sonra evde genç kızın hayatını allak bullak eden gelişmeler yaşanmaya başlar.

    Küçük Regan, onu ruhen ve bedenen ele geçirmeye çalışan gizemli bir varlıkla son derece ürkütücü bir mücadeleye girişir. Durumu korkuyla izleyen annesi, kızını hastane hastane dolaştırsa da hekimler Regan'ın yaşadıklarını katı bir bilimsel bakış çerçevesinde ele alacak ve evde oluşan garip olayları inatla görmezden geleceklerdir.

    Çok da inançlı biri olmayan anne, Regan'ın durumunun gitgide kötüleşmesi ve artık neredeyse bambaşka bir insana dönüşmesi üzerine son çare olarak kilisenin yardımını ister. Böylelikle de eve kıdemli bir "cin kovucu" rahip gelir. Geçmişte de bu tür vak'alarla sıkça karşılaşmış olan yaşlı adamın yanında, annesinin beklenmedik ölümü nedeniyle imânî açıdan gelgitler yaşayan bir de yardımcısı vardır. Ve her iki adam, evrenin en tehlikeli düşmanı karşısında hayatları pahasına bir mücadeleye girişirler.

    Hıristiyanlığın kutsal metinlerinden beslenen öyküsü aslında İslâm kültürüne de hiç yabancı olmayan bu ünlü filmin özellikle son yarım saatlik bölümü, rahipler tarafından simgelenen "imân" ile "kızın bedenini esir eden ifritin simgelediği "küfür" arasında, izleyicilerin sinirlerini altüst eden dehşetli bir savaşa sahne olmaktadır. Filmin yönetmeni, tamamı daracık bir odada geçen bu bölümü, dönemine göre olağanüstü sayılabilecek görsel efektler ve usta işi bir kurguyla bezeyerek sinema tarihinin unutulmaz gösterilerinden birine imza atmıştır.

    Elde ettiği büyük gişe başarısı nedeniyle sonraki yıllarda üç ayrı devam bölümü daha çekilen bu ünlü filmin İngilizce orijinal adı, yapım yılı, yönetmeninin adı, başroldeki Regan karakterini canlandıran genç aktristin adı ve filme kaynaklık eden romanın yazarının adı nedir? Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 30 Mart 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan üç talihli, Amerikalı yönetmen Robert Zemeckis'in 1997 tarihli "Contact" (Mesaj) adlı filminin birer DVD'sini kazanacaktır.


    GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
    17 Mart 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

    - Filmin Orijinal Adı: Dersu Uzala
    - Yapım Yılı: 1975
    - Yönetmeni: Akira Kurosawa
    - Sibiryali-Moğol Başrol Oyuncusu (Dersu Uzala): Maksim Munzuk

    Yarışmamıza yurt çapında toplam 92 katılım gerçekleşti ve bunlardan 78 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi, yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
    23 Mart 2006 Perşembe Saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

    - Halit Ekinci / SİİRT
    - Recep Teker / İSTANBUL
    - Güneş Kayani / İSTANBUL

    Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Ali", 2001 / Yönetmen: Michael Mann) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir.
    Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"


  • Ali Murat Güven: "Libo-solcu" sinema yazarı modeli



      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 17 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 24 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi