T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 26 MART 2006 PAZAR | ||
|
Bir düşünce veya planın "stratejik" sayılabilmesi için, başlıca rakiplerin hesaplarını hesaba katması gerek. Stratejik hedefsiz şirketin (veya devlet) sonu hüsrandır. Yelkensiz, dümensiz, pusulasız gemi gibidir
Strateji, çağımızın en büyüleyici kelimelerinden biri. Bu tür kelimeleri çoğunlukla iyi tanımlamadan kullanırız. O kadar etkilidirler ki, sanki onları tanımlamak, değerlerini düşürürmüş gibi korkarız. Oysa basit bir kelime olmanın ötesine geçmiş, birer kavram olmuşlardır. Kelimelerle konuşur, kavramlarla düşünürüz. Kavramlarımız gereği gibi net değilse, düşüncemiz de aksıyor demektir. Benim strateji tanımım kısaca şöyle: "Rakibin hesabını hesaba katarak hesap yapmak." Diyelim ki, Türkiye'nin en çok hatırlanan markası olan Arçelik veya ikinci marka olan Ülker'in yönetim kurulu toplantısındayız. 2005 yılının rakamları önümüzde. Arçelik yönetimi olarak diyoruz ki, 2006 yılında satışlarımızı %20, ihracatımızı %25, kârımızı ise %30 arttırmayı hedefleyelim. Ülker'in yönetim toplantısında da buna benzer hedefler konduğunu varsayalım. Böyle bir planlama iyi olabilir, fakat stratejik olmaz! Bir düşünce veya planın "stratejik" sayılabilmesi için, başlıca rakiplerin hesaplarını hesaba katması gerek. Arçelik için Vestel, Ülker için de Eti eğer ciddiye alınması gereken rakiplerse, o zaman bu iki şirketin 2006 planlarını bilmek veya en azından tahmin etmek zorundadırlar. Diyelim ki Arçelik yönetimine şöyle bir bilgi ulaştı: Vestel 2006'da büyük bir Japon şirketiyle stratejik işbirliği içinde Türkiye pazarına 20 yeni ürün sokacak ve fiyatları da yüzde 20 geri çekecek! Bu durumda, Arçelik için %30'luk kâr planlaması gerçekçi olur mu? Olmaz! Vestel'in girişimini dikkate almazlarsa, pazar paylarının yıl sonunda ne kadar azaldığını üzülerek görürler. Stratejik hedef belirleme süreci, ciddiye alınması gereken bir süreçtir. Stratejik hedefsiz şirket (veya devlet)in sonu hüsrandır. Yelkensiz, dümensiz, pusulasız gemi gibidir bunlar. Ya kayalara bindirirler, ya alabora olurlar. Robert Townsend'e göre iş hayatında lider yöneticinin en önemli görevi, şirketin tesbit edilmiş hedefler doğrultusunda ilerlemesini sağlamaktır. Şahsî tecrübelerinden birini şöyle anlatıyor: Avis'te hedeflerden birinin tanımını yapmak tam altı ayımızı almıştı. Sonunda verdiğimiz karar şu oldu: "Şoförsüz araba kiralama piyasasında en çok kâr eden ve en hızlı büyüyen şirket olalım." Hedef, yazıya dökülmeyi gerektirmeyecek kadar basitti. Her yerde, rahatça, teklemeden tekrarlayabilirdik. O sıralarda Hertz, piyasanın kolay kolay başedilemeyecek kadar büyük bir kısmını elinde tutuyor ve kendini General Motors sanıyordu. İşimizi tanımlayan cümle şu oldu: "Şoförsüz otomobil kiralamak." Böylece ayağımızı yere sağlam bastık; otel, motel, havayolları şirketi, turizm acentası gibi bağlantılı işlere girmedik. Faaliyeti sürmekte olan lüks, şoförlü otomobil servisi, turistik geziler için araba kiralamak gibi yan işleri de hemen tasfiye ettik. Amaçlar tesbit edildikten, he-defler ortaya konduktan sonra, lider hem kendine, hem de adamlarına karşı acımasız davranmalıdır. Şirketin hedefi dışında herhangi bir fikir kendi kafasından geçecek veya elemanlarının ağzından çıkacak olursa, o fikri hemen orada öldürebilmelidir. Peter Drucker haklı: "Ekonomik sonuçlar elde edebilmenin birinci şartı, dikkati bir noktada toplayabilmektir. Bugün verimliliği arttırıcı ilkeler arasında 'Dikkati Yoğunlaştırma' ilkesi sürekli olarak çiğnenmektedir. Onun yerine galiba 'Haydi her şeyden biraz yapalım' ilkesi geçti." Masamın üzerinde her zaman şu yazı durur: Yapmakta olduğun iş seni hedefe yaklaştırıyor mu? Buna gözüm ilişince sürüyle gereksiz toplantıya, yemeğe, partiye gitmekten kurtuluyorum. Hedefleri basite indirgemek, arıtmak gerekir. Romalı senatör Cato için üç kelime yeterli olmuştur: Delenda est Carthago (Kartaca mutlaka yıkılmalıdır). Bunu tekrar ede ede Kartaca'yı ortadan kaldırmıştır. Hedef tesbitinden sonra, sıra stratejiye gelir. Bir firmanın rakiplerine nispetle takip ettiği ürün stratejisi, hangi firmanın ürün tasarımının piyasaya hâkim olacağını belirleyebilir. Buna stratejik manevra yapma diyoruz. Mesela, video kaset pazarında JVC'nin VHS sisteminin Sony'nin Betamax'ını alaşağı etmesinin sebebi teknolojik üstünlük değil, iki şirketin takip ettikleri stratejilerin farklılığı idi. JVC önce Japonya, ardından Avrupa ve ABD'de ittifaklar oluşturma tarzında "mütevazı" bir strateji takip ederken, Sony kibrinin kurbanı oldu. Şöhretine dayanarak her hangi bir ittifaka yanaşmadı ve pazarın bütününü tek başına ele geçirme sevdasına kapıldı.VHS'yi pazarın hâkim tasarımı hâline getiren ne teknolojik üstünlüktü, ne hükümet düzenlemeleri; sadece JVC'nin yumuşak stratejisiydi. Hatta, VHS birçok teknolojik bakımlardan Betamax'dan daha aşağı idi. Buna rağmen kazanan o oldu. Stratejinin teknoloji üzerindeki zaferiydi bu. Hedefsiz ve stratejisiz, sadece sık sık taktik değiştirmekle küresel pazarda tutunulabileceği vehmine kapılan ekonomi (ve siyaset) kurmayları için bu tesbitler uyarıcı olur mu dersiniz?
Sinan'ın dehası, Cansever'in vefası
Arif Nihat Asya'nın ünlü naatini hatırlamayan var mı? Şiirin sonlarına doğru, şair topyekün bir tarih muhasebesi yapıyor gibidir: Vicdanlar, sakat çıkmadan
Sinan geri gelir mi bilmem; ama onu bugüne getiren bir bilgemiz var çok şükür: TURGUT CANSEVER. Albaraka Türk özel finans kurumunun (şimdi artık "katılım bankası") katkılarıyla yayımlanan MİMAR SİNAN başlıklı muhteşem eserde, Cansever usta "Mimar Sinan'ın başarısının temellerini oluşturan mekân ve hareket telakkisinin eserlerine yansımasını, yapıları oluşturan unsurların mekân içinde yer alış biçimlerini, yapılar ile hayat arasında kurulan ilişkileri, özetle, mimarî vasıtasıyla oluşturulan güzellik duygusunun türlerini" araştırıyor. Cansever'e göre, Sinan teknolojik başarıların peşinde koşan bir kişilik değildir. Onu kendine has Osmanlı kültür ortamından soyutlayarak, Rönesans'ın belirlediği amaç ve çözümlemelere ulaşma çabasındaki bir sanatçı olarak algılamak yanlıştır. İslam düşünce ve kültürünün temel ilkesi Tevhîd'dir ve İslam mimarîsi bu ilke ekseninde vücut bulmuştur. Sinan, bu arayışın zirveye ulaşmasıdır. 416 sayfalık bu muhteşem esere ne yazık ki sadece sponsor şirketin hatırlı müşteri ve dostları sahip olabildi. Cansever Hoca ve Albaraka yöneticilerinden istirhamımız, Sinan'ın muhteşem eserleri kadar, incelikli düşüncesini de büyük bir ustalıkla çözümleyen bu güzide çalışmayı genel okuyucuya ulaştırma yolunda bir formül geliştirmeleridir. İlk baskısıyla klasikleşen bir eseri neşretmek isteyecek KLASİK bir yayınevi vardır her halde!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |