T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 19 MART 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

Öndersiz kurumlaşma olmaz

Şiirin veya mimarînin gelenekle ne kadar bağlantısı olmalıysa, iktisadî sahadaki atılımların da o ölçüde gelenekle bağlantısı olması gerekir. Kök salmayan teşebbüsler kısa zamanda sürüklenip giderler

Toplumlar, önderleriyle millet olurlar. Şirketler de böyledir; onlar da liderleriyle kurum haline gelirler. Bir önderlik tarzı ve ahlâkı oluşmamışsa, şirketler kurumlaşamaz. Geçen hafta Honda tarzı yönetim ve önderlikten söz etmiştim. Bu hafta farklı iki Japon şirketini daha tanıtmak istiyorum: Mitsui ve Matsushita. Mitsui, 315 yaşında bir şirket. Matsushita henüz çok genç; daha 90'ına ayak basmadı! Türkiye'de en çok Panasonic markasıyla tanınıyor.

Hiçbir şey boşlukta durmaz ve hiçlikten hiçbir şey doğmaz. Şiirin veya mimarînin gelenekle ne kadar bağlantısı olmalıysa, iktisadî sahadaki atılımların da o ölçüde gelenekle bağlantısı olmak gerekir. Aksi halde, suda yüzen ağaçlar gibi, toprağa kök salmayan teşebbüsler kısa zamanda sürüklenip giderler.

Prof. Sabri Ülgener'e göre, 15 ve 16. yüzyıllarda İran içlerinden Güneydoğu ve Orta Anadolu'nun kervan yollarına kadar uzanan geniş bir saha üzerinde ve hem de en ileri anlamda bir "ticaret kapitalizmi" mevcut iken, bunun üretimi kamçılayamaması ve (Avrupa'dakine benzer) bir sanayi kapitalizmine dönüşememesi başlıca iki sebepten kaynaklanıyordu: 1. Rantabilitede geri kalış; 2. Sermaye ortaklığında ve teşkilatlanmada (şirketleşmede) gerileyiş. Prof. Halil İnalcık'ın (şu anda Ukrayna sınırları içinde bulunan) Kefe Limanı gümrük defterleri üzerinde devam etmekte olan çalışmaları, aynı asırlarda Anadolu'nun Karadeniz üzerinden Rusya, Polonya ve Baltık bölgesine muazzam miktarda mamul mal ihraç ettiğini göstermektedir.

Bir süre önce Türkiye'yi ziyaret etmekte olan Profesör S. Hüseyin Nasr ile sohbet ederken, kendisine Japonların maddî alandaki başarılarını neye bağladığını sormuştum. Cevabında, maddî başarılarda bile gelenekle kurulan bağın öneminden ve bu bahiste "Japon geleneğinin diri damarları"ndan söz etmiş, fakat meseleyi somutlaştırmaya fırsat bulmadan sohbet kesilmişti. Eğer yanılmıyorsam, Japonların geleneklerinde Batılılarınkinden farklı (hatta onlara zıt) unsurları yok etmek yerine, o unsurlara dayanarak Batıya direndiklerini ve sonuçta en az onlar kadar "başarılı" olduklarını söylemek istiyordu.

Gerçek işadamı, ülkeye borcunu ödeyendir!

19. yüzyıl Japon iş hayatına göz attığımızda, rekabet ve kâr güdüsünden, bunların oluşturduğu iktisadî bireycilikten ziyade kamu yararı ve imparator için fedakârlık, yurtseverlik coşkusu gibi özelliklerin daha ağır bastığını görüyoruz. Batı bencilliğinin yerini, "ülkeye borcunu ödeme" duygusu almıştı. Byron K. Marshall'ın ifadesiyle, "Meiji işhayatında her ne kadar özgüven, bireysel girişimcilik ve bağımsız eylem çok yüceltilmekteydiyse de, kâr güdüsü, maddî servetin rekabetçi takibi ve iktisadî bireycilik dogmasına esas olan diğer unsurlar her zamanki gibi küçümsenmekte ve karşı çıkılmaktaydı. Onların yerine yurtseverlik coşkusu ve kamu yararı için fedakârlık arzusu konmaktaydı."

Mesela, 19. yüzyılın önde gelen girişimci ve düşünürlerinden biri olan Şibusawa'ya göre, insanlar biribirleriyle rekabete girişmemeliydiler. Toplum içinde birarada olabilmek ve "ülkeye borcunu ödeyebilmek" için kişisel bağımsızlık ve kendine-dayanma düşüncesini terketmeli, bencilliği tamamen bir yana atmalıydılar. Morimura ise, insanların toplum içinde karşılıklı bağımlılıklarına dikkat çekerek, bir işadamı olarak her zaman ilk görevinin "Toplumdan aldığı menfaatlere karşılık minnettarlığını ifade edecek tarzda davranmak" olduğunu söylüyordu. Kinbara, ömür boyu Ikko tarikatının dervişlerini taklit etmişti. Ikko, sadelik ve samimiyet (ihlas) demekti. Fakat Kinbara, dervişler gibi Buda'yı düşünmek yerine, "ihlas içinde ülkenin hayrını tasarlamakla" geçiriyordu günlerini. Japon iktisat geleneğinin ikinci bir diri damarı, ticaretin hor görüldüğü Tokugawa asırları (1601-1868) boyunca, az sayıdaki ticaret/sanayi şirketinin ciddî birer geleneğe sahip olmaları ve bütün olumsuzluklara rağmen bunu devam ettirmiş olmalarıdır. Bu şirketlerden biri Mitsui, bir diğeri Sumitomo'dur. 16. yüzyılda, dinadamlığından dönme bir şifalı bitkiler hekimi tarafından kurulan Sumitomo şirketi 1945 yılına kadar ticaretten uzak durmuştu. Çünkü şirketin kurucusu, ticareti kısır ve spekülatif bir faaliyet olarak görmüş ve varislerinin "bu nefret edilesi işe bulaşmamalarını" vasiyet etmişti Onlar da tam 350 yıl bu vasiyete uymuş, ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra işsiz kalan çok sayıdaki işçilerinin istihdamı için mecburen ticarete dalmışlardı (Sumitomo'nun sadece ticaret şirketinin yıllık cirosu 200 milyar doların üzerindedir!)


Mitsui Anayasası

Mitsui şirketi 1673'te Mitsui Haçirobei tarafından kuruldu. Kurucunun 1694 yılında irâde ettiği kurallar bugün hâlâ şirketin anayasası niteliğindedir. Onüç maddelik bu anayasayı, bugün cirosu yüzlerce milyar doları aşan şirketler grubunun gelenekle kurduğu bağın bir işareti sayabiliriz.

Mitsui Anayasası'nın maddeleri şunlardır:

  • Aile üyeleri birbirleriyle yakın dostluk ve nezaket ilişkisi içinde olmalıdırlar. Oymak içindeki tartışma ve anlaşmazlıkların sonunda tüm aileyi yıkıma uğratacağı bilinmelidir.

  • Hanedan içindeki ailelerin sayısını gereksizce arttırmayın. Her şeyin sınırı vardır. Aşırı genişleme, karmaşa ve güçlük yaratır.

  • Tutumluluk aileyi zenginleştirir, lüks ise yıkar. Birinciye tutunun, ikinciden sakının. Böyle yaparak ailemizin refahı ve sürekliliği için kalıcı bir temel atın.

  • Evlenirken, borçlanır veya başkalarının borcuna kefil olurken, her zaman aile konseyinin tavsiyesine uygun hareket edin.

  • Yıllık gelirin bir bölümünü bir yana ayırıp, paylarına göre aile üyeleri arasında dağıtın.

  • İnsanoğlunun bu hayattaki çalışması, ömrü olduğu müddetçe devam eder. Onun için sebepsiz yere emekliliğin lüks ve rahatını aramayın.

  • Bütün şubelerin malî raporlarının denetim için genel merkeze gönderilmesini sağlayın; bütçe ve finans işlerinizi organize edin ve dağınıklığa meydan vermeyin.

  • Bir ticarî işletmenin esası büyük kabiliyete sahip insanları istihdam etmek ve onların özel yeteneklerinden yararlanmaktır. Yaşı ilerleyen ve dermansız kalan işgörenlerinizi, gelecek vaadeden gençlerle değiştirin.

  • Konsantre olmadıkça başarılı olunmaz. Ailemizin kendine ait işletmeleri hepimizin geçimini sağlayacak kadar boldur. Asla başka bir işle uğraşmayın.

  • Bilmeyen, öncülük yapamaz. Oğullarınızı adî çıraklık görevleriyle hayata başlatın ve tedricen iş hayatının sırlarını öğrendikleri zaman, bilgilerini uygulamak için şubelerde kendilerine görev verin.

  • Sağlam muhakeme her şeyde, bilhassa ticaret işlerinde aslî öneme sahiptir. Bugünkü küçük bir fedakârlığın yarınki büyük bir zararı önleyebileceğini, dolayısıyla tercih edilmesi gerektiğini bilin.

  • Büyük hatalara düşmemek için aile üyeleri birbirlerine dikkat etmeli ve dayanışma içinde olmalıdırlar. Birbirleriyle istişare etmelidirler. Eğer aranızda kötülük peşinde koşan biri olursa, aile konseyinin kararlarına göre hakkından gelin.

  • Siz ey tanrılar ülkesinde doğanlar! Tanrılarınıza tapın, imparatorunuzu ululayın, Ülkenizi sevin ve tebâ olarak görevlerinizi yerine getirin! (The House of Mitsui: A Record of Three Centuries, Tokyo, Mitsui Gomei Kaisha, 1933, s. 10.)


    Sen olmasan başaramazdık

    Sony veya Toyota gibi adlara aşina olan yabancılar, Matsuşita ismini pek bilmezler. Ama ürünlerini gayet iyi bilirler. National veya Panasonic markalarını tanımayan yoktur. Konosuke Matsuşita, işte bu dünyaca ünlü markaları imal eden Matsushita Electric'in (ME) kurucusudur ve ME dünyanın ikinci büyük elektronik ürünler imalatçısıdır.

    Bay Konosuke 1989 yılında bu dünyadan göç etti ve bir yıl sonra Harvard işletme hocalarından John Kotter onun işletme dehasını araştırmaya başladı. İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke'nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir. Matsuşita efsanesi sıradan bir şirket hikâyesi değil, sarsıntı ve yaralardan kuvvet bulma serüvenidir. Büyük başarıların ahlâkî temellerinin hikâyesidir.

    19. yüzyılın sonlarında (1894) doğan Konosuke, bağımsız çalışmaya başladığında 23 yaşındaydı ve cebinde 100 Yen parası vardı. Onbeş yıl sonra hatırı sayılır bir şirketin sahibiydi ve elemanlarına bunun sırrını şöyle açıklıyordu: "İş yaptığınız insanlara kendi ailenizin fertleriymiş gibi muamele edin. Kazanç kapıları, insanların sizden gördükleri anlayışa bağlıdır... Satış sonrası hizmet, satış öncesi yardımdan önemlidir. Ancak güleryüzlü hizmet sayesinde daimî müşteriler kazanırsınız... Müşteriye görünüşü cazip gelen malları değil, işlerine yarayacak malları satın... Bir tek kağıt parçasının bile israfı, ürünün fiyatını o nispette arttırır, unutmayın!.. Elde mal kalmamasının tek sebebi dikkatsizliktir. Böyle bir durumda kibarca özür dileyin, müşterinin adresini alın ve siparişi tez elden kendisine ulaştırın."

    Masahiro Mukasa onunla çeyrek yüzyıl çalışan bir yöneticiydi. Patronu hakkındaki en dikkate değer tesbitleri şunlar: Çok çalışır ve insanları çok büyük bir dikkatla dinlerdi. Muhtemelen resmî eğitiminin kıt olması yüzünden, başkalarının sözlerine aşırı kulak kesilirdi. Kendi fikirlerini oluştururken, bu şekilde edindiği bilgileri ustaca kullanırdı. Kazandığı onca paraya rağmen, hiç zengin insan pozu takınmazdı; zaten kazandığı parayı da lükse harcamazdı. Maneviyata büyük önem verir, aklını ve ruhunu yüceltmeye bakardı. Başka insanları geliştirmeden, kendini de geliştiremeyeceğine inanırdı. Dolayısıyla onun gözünde başkalarına yardım, kendi kendine yardım demekti. Bu fikirler onun için adeta birer dinî inanç mesabesindeydi. Başkalarının işbirliği olmadan amaçlarını gerçekleştiremeyeceğini söylerdi hep. Karşısına alıp konuştuğu her insana şu izlenimi verirdi: Sen olmasan, bu kadar başarılı olamazdık!

    Kotter'e göre, Konosuke'nin geleceği gençliğinde şekillenmişti. Onun içindir ki, Samuel Ullman'ın bir şiirini ezberlemiş ve yeri geldiğinde başkalarına okumaktan zevk alırmış: "Bir hayat çağı değildir gençlik, bir zihin durumudur; gül yanaklar, kiraz dudaklar, pamuk ayaklar hiç değil; arzu, tahayyül ve heyecandır; hayatın derin kaynaklarının tazeliğidir gençlik. Cesaretin çekingenliğe galebesi, serüven iştahıdır gençlik... Diyeceksiniz ki, bunlar yirmisindeki gençten çok altmışına merdiven dayamışta bulunur. Evet, sadece yılların geçmesiyle yaşlanmıyoruz; ideallerimizden koptuğumuz ölçüde yaşlanıyoruz."

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi