T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 19 MART 2006 PAZAR | ||
|
İslam'ın, sermaye elde etmek ve arttırmak için tercih ve teklif ettiği teşvik aracı faiz değil, kâr ve zararda ortaklıktır. Benim "www.hayreddinkaraman.net" adresli siteme girilir ve oradan faiz ve riba maddeleri aranırsa veya "İslam'da Banka ve Sigorta" isimli kitabıma bakılırsa, "niçin faiz değil de kâr" sorusunun cevabı görülür. Burada faizin ve faizciliğin zararları, sermaye ile kâr ve zararda ortak olarak ekonomiye katkıda bulunmanın faydaları üzerine duracak değilim. Ancak -bizim gazetenin dünkü sayısında çıkan bir istatistik sebebiyle- modernist takılan bazı ilahiyatçıların, ribâ ile faizi birbirinden farklı kılma ve bugün bankaların alıp verdiği faizin, Kur'an'ın geldiği günlerdeki ribâdan farklı olduğunu ileri sürerek "faizin helal olduğuna dair" delil oluşturma teşebbüslerinde kullandıkları bir argümanın asılsız olduğunu ifade etme fırsatı buldum, onu yazacağım. İddialarına göre Hz. Peygamber devrinde parayı faiz karşılığında ödünç verenler zenginler, faiz ödeyenler ise yoksullar imiş, İslam bu zulmü ortadan kaldırmak için ribâyı (bu manada faizi) yasaklamış. Halbuki bugün bankalar, yoksul ve dar gelirlilerin tasarruflarını topluyor, bunları zenginlere (sanayici ve tüccara) veriyor, onlardan aldığı faizi yoksullara dağıtıyormuş; bu sebeple mahiyeti ve fonksiyonu değişen fazin artık helal olması gerekiyormuş. Bir kere fâiz-ribâ ayrımının dinî ve ilmî dayanağı yoktur. Kadim İslamî ıstılahlar arasında "faiz" değil, "ribâ" kelimesi vardır. Bizde fâiz, Araplar'da "fâide" yeni sayılacak bir zamandan beri kullanılmaktadır. Temel fıkıh kitaplarının yazıldığı dönemlerde kullanılan ribâ kelimesinin kavram muhtevası içinde bugün adına faiz denilen fazlalık da vardır ve bunda hiçbir görüş farkı mevcut değildir; yani fıkıh alimlerinin tamamına göre, enflasyonun bulunmadığı bir ekonomik ortamda "bir kimseye yüz lira verir, bir müddet sonra yüz bir lira olarak geri alırsanız yüzde bir faiz (ribâ) almış olusunuz." Enflasyon varsa, onun farkını aldıktan sonra bir puan fazla alırsanız faiz (ribâ) almış olursunuz. Faiz kavramı içine giren başka işlemler de vardır, ama bizi burada ilgilendireni yukarıda verdiğimiz tanımdır. Şimdi aşağıdaki tabloya bakarak bankalardaki mevduatın yoksullara mı, yoksa zenginlere mi ait olduğunu görelim: 2005 yılında bankalardaki mevdûâtın dağılımı: 10 Bin YTL'ye kadar 23.928 % 10,2 10-50 bin YTL arası 43.243 % 18,5 50-250 bin arası 46.401 % 19,8 250 bin- 1 milyon arası 28.896 % 12,3 1 milyon YTL üzeri 91.795 % 39,2 2004 yılı ile yapılan karşılaştırma da giderek, büyük rakamların diğerlerine oranının arttığını gösteriyor. Sonuç olarak bankalara para yatırıp faiz alanların dar gelirliler değil, yoksullar hiç değil, zenginler, hem de bayağı zenginler olduğu anlaşılıyor. Peki faiz son tahlilde kimin cebinden çıkıyor? Tüketicinin cebinden çıkıyor; çünkü üretim giderlerine ve maliyete faiz de ekleniyor ve kâr ile birlikte tüketiciden alınıyor. Ülkemizde tüketici durumunda olan halkın kahir ekseriyetinin ekonomik durumu nasıldır? Dar gelirli ve yoksullardır. Sonuç: Bugün de faiz, yoksuldan alınıp zengine veriliyor. Aynı zenginler faiz yeyici değil de sermayesi ile teşebbüse -kâr ve zararda ortak olarak- katılıcı olsalardı fiyatlardan faiz düşecek ve yoksulların cebinden fazla para çıkmayacaktı. Reformculara duyurulur.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |