AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Düz Mantık, Çelişki Mantığı'na karşı

Muhammed Kâzer, Necip Fazıl'ın ifadesiyle belirsizlerden… Başlangıçta sefere çıktı. Nişabur'a gitti. Orada bir mescide girdi. Mescide, arkasından, fevkalâde heybetli bir ihtiyar daldı. İhtiyar ona sordu:

-Yolcu musun?
- Evet…
- Nereye gidiyorsun?
- Sefer etmekteyim…
- Harçlığın var mı?
- Yok!..
- Ya harçlıksız nasıl seyahat edeceksin?
- Bilmem! Bir şey bulamayınca olduğum yerde kalacağım.
- Sana para vereni mi seversin, vermeyeni mi?..
- Vereni…

- Henüz pek yayasın. Vermeyeni sevmen lâzım. Sana bir şey veren, seni kendisine davet edendir. Yani senin gönlünü kendisine meylettiren… Senin gönlünü kendisine çekmeyense, seni Hakka dönmekte serbest bırakmış olmaz mı? Hangisini sevmeli, bunu mu, ötekini mi?.. Hangisi faydalı, ilki mi, öbürü mü?...

* * *

Bu ilginç konuşmada, İslâm ilkeleri yönünden birbirini cerh eden (birbiriyle çelişen) fikirleri yakalayabiliriz. Ne var ki, düz mantığın muhakeme tarzına göre, birbiriyle çelişkili görünen fikirler, onları asal mantığına kavuşturduğumuzda anlaşılabilir hale gelir ve düz mantık yönünden çelişkili görünen fikirler birbiriyle uzlaşmış olur. Şöyle ki:

Aslında, birinin, kendisine para vereni sevmesi, ikrama mazhar olması bakımından değil; fakat ikram sahibinin, ikramda bulunmasına fırsat (ortam) hazırlaması yönünden anlamlıdır.

Öte yandan, insanın, bir ihtiyacının karşılanması, onun için bir şükür vesilesidir. Bu bakımdan da, insanın kendisine para vereni sevmesinde bir yanlışlık yoktur. Burada: 1. Başkasının hayır yapmasına vesile olma, 2. İkramı kabul eden yönünden de ihtiyacının giderilmesi dolayısıyla şükrüne vesile olması bakımından, insanın kendine para vereni sevmesi katmerli bir anlam içeriyor.

Ancak M. Kâzer'e (k.s.) mescit kapısında mülaki olup ona: "Sana para vermeyeni sevmen lâzım" diyen bilgenin sözlerini de anlamak lâzım. Onun söylemek istediği husus da anlamlıdır: eğer ikrama mazhar olan, bunu hakiki sahibinden (Allah) değil de, ona vesile olandan (insan) bilirse, yani kendini ikramda bulunan kişiye karşı şükran borcu altında hissederse, burada, onun haktan ayartılması istikametinde bir amel gerçekleştirilmiş olur. Kişinin, ikrama vesile olan kişiye karşı, sırf onun katlandığı zahmet açısından teşekkür borçlu olması keyfiyeti, bilge kişinin ilgilendiği alanın dışına düşüyor. Bilge kişi, işte tam da bu sebeple, insanın, kendine bir şey vermeyeni sevmesini öğütlüyor. Çünkü ancak bu durumda, insan, sevgisinin istikametini asal merciine yöneltme imkânına kavuşmuş olur ve böylece şükranını da asal merciine eda eder.

Müslümanca düşünmeye talip olanların, onun hükümlerini yorumlamaya çalıştıklarında, içinden çıkılmaz çelişkilerle, açmazlarla karşılaşmaları çoğunca, onu düz mantığın çıkarımlarına göre anlamaya teşebbüs etmelerinden ileri gelmektedir.


20 Ekim 2005
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED