Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Brüksel'de
Adana kebabı...
Yıllar önce Almanya'nın Köln şehrinde gençlere yönelik bir programda küreselleşme üzerinde durmuş ve bu sürecin bizleri nasıl etkileyeceğine dikkat çekmeye çalışmıştım. Dinleyici gençler, daha çok küreselleşmenin olumsuz sonuçlarıyla ilgileniyor ve bu sürecin kendilerine bir yarar getirmeyeceğine inanıyorlardı. Dinleyicilerden gelen çok sayıda sorulardan içinde bulundukları olumsuzlukların faturasını küreselleşmeye bağladıkları anlaşılıyordu. Ben onlara basit ama anlaşılabilir bir örnek vermiştim. Köln'de ve Avrupa'nın pek çok şehrinde bir Türk ürünü olan dönerin yaygınlaştığına ve döneri sadece Türklerin değil Almanların ve Avrupalıların da tercih ettiklerine dikkat çekerek bunun küreselleşmenin sonucu olduğunu söylemiştim. Genelde Mc Donalds, Coca Cola ve Pepsi gibi Amerikan ürünleri bu konuda örnek verilir ve tepki gösterilir. Eğer dünyaya sunacağınız bir değeriniz, ürününüz ve kaliteli bir malınız varsa küreselliğin bunu dünyaya sunmamıza imkan verdiğini anlatmıştım. Tabii ki konuşmamdan kimi tatmin olmuş kimisi ise muhalefetini sürdürmüştü. Geçen hafta sonunda Brüksel'de Hotel Sheraton karşısında Antep Sofrası Restaurant'da Adana kebabı yerken yıllar önce Köln'de yaptığım konuşma aklıma geldi. Restaurant sahibi Mehmet Yalçın birkaç ay önce açtığı Antep Sofrası'nda Türk mutfağının seçkin yemeklerini Brüksellilere sunmaktan büyük bir gurur ve sevinç duymaktaydı. Anlattığına göre önceden rezervasyonla yer ayırtıp gidilebilen lokantaya etraftaki bakanlıklarda çalışan seçkin müşteriler gelmektedir. Emsallerine göre biraz daha pahalı olmakla beraber temizliği, kalitesi ve sunumuyla müşterilerin istek ve zevklerine hitap etmesini bilmiş. Gayet sade ve otantik şekilde döşenen bu mütevazı işletme Türk müteşebbislerinin sadece bir örneğini temsil ediyor. Brüksel'de Adana kebabı yemek, ayran içmek küreselliğin bir sonucu değilse nedir? Elbette bu süreç tek yanlı değil; Türkiye'nin pekçok yerinde de pizza ve hamburger gibi Amerikan ve Avrupalı ürünler yer edinmiştir. Küreselliğin sadece Batılı ürünlerin, değerlerin ve kurumların Batı dışı ülkelere akını şeklinde görmek asla doğru değil. Bu süreçle birlikte Türkiye'nin ve Batı dışı toplumların pekçok ürünü, değeri ve kurumu Batı'ya intikal etmekte, yer edinmekte ve müşteri bulmaktadır. Bu süreçte temel mesele dünyaya sunacağınız bir ürünün, değerin ve kurumun sahibi olmamızdır. Şayet dünyaya sunacağınız bir ürün ve değeriniz yoksa küreselleşmenin sağladığı imkanlardan yararlanmamız elbette mümkün değil. Kendimizi ne dev aynasında görmeli ne de komplekse girmeli. Türkiye dışarıdan daha büyük ve etkin görünmektedir. Hele Avrupa Birliği'ne tam üyelik müzakerelerin başladığı 3 Ekim'den bu yana bu sürecin daha da hızlı seyrettiğini tahmin etmek zor değil. Bundan böyle Avrupa'nın her şehrinde, her caddesinde Adana kebabı yemek, Türk ürünlerini raflarda görmek, ellerinde çantalarla hareket halinde Türk öğrenci ve müteşebbislerine rastlamak hiç de uzak ihtimal değil. Türkiye aşağı yukarı yarım asırdır işgücüyle Avrupa'da yerini almıştı. Bu işgücünün artık müteşebbis gücüne doğru dönüşmekte olduğunu biliyoruz. Sadece Almanya'da otuz bin civarında Türk işadamının varlığı etkinliğin boyutunu ortaya koymak için yeterlidir sanırım.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |