Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Bugün neredeyiz?
Bir iki yıl önce ülkenin değişmeyen gündem maddeleri olarak şunları yazıyorduk: Dar alana sıkıştırılmış, askeri vesayet baskısıyla "temsil kabiliyeti iyice zedelenmiş" parlamenter bir siyaset... Sistemleşmiş, ülkenin "büyüme stratejisiyle eşanlamlı hale gelmiş" yolsuzluklar... Bu maddelerle ülke, siyasetten topluma, zihniyetten devlete "topyekun bir kriz" yaşıyordu. Daha önemlisi "kriz içindeki debelenme ve hesaplaşmalar"ı ilginç bir şekilde bu "krizden çıkma" yolu sanıyorduk. Bu "sanı"yla ülke daha dip noktaya doğru hareket ediyor ve bu "sanı" üzerinden ülke kamuoyununda beklenti tek eksenli oluşuyordu: Seçim Kanunu, Siyasi Partiler Yasası'nın değişmesi, yani "lider sultası"nın kırılması ve "siyaset-ekonomi ilişkisi"nin kesilmesi... Bu, belki de yaptığımız birinci ve en temel yanlıştı. Bir kere, lider sultası, bir "cemaatleşme biçimi" olarak bir kanunun eseri değil, bir kanunla değişebilecek durum ise hiç değil. Bu durum, asli siyaseti de tekeline alan "aşırı merkeziyetçi bir devlet yapılanması"nın sonucu. Siyaset-ekonomi ilişkisine gelince... Bu ilişki "yolsuzluk düzeni"nin sorumlusu değil, sadece bir aracıdır. Örneğin ikinci bir Merkez Bankası gibi çalışan Ziraat Bankası'nın nüfusun yüzde 44'ünü oluşturan tarım kesimini finanse etmesi, siyasetten çok, sınıfsal yapı dizaynıyla, büyüme stratejisiyle önce bir sistem, bir devlet meselesidir. Yani ana sorun "siyaset-ekonomi sorunu" olmaktan çok, "devlet-ekonomi ilişkileri sorunu"dur. Köylülük planlı, tedrici ve akılcı bir şekilde eritilmeden bu sorunun çözülemeyeceği bilinir; "siyaset"in mevcut yapılanmada böyle bir değişim gücü ve yetkisine sahip olmadığı düşünülürse, görülür ki, ilk değiştirilmesi gereken devlet yapısıdır. Devletin değişimine endeksli olarak siyaset-ekonomi ilişkilerinin yeniden yapılandırılması, bunun ardından gelecektir. AK Parti iktidarıyla ortaya çıkan siyasi ve toplumsal meşruiyet, askeri vesayetin AB projesi karşısında bir ölçüde gerilemesi, siyasi alanın görece de olsa genişlemesi bu tabloyu önemli ölçüde etkiledi. Belki gündem maddeleri değişmedi. Ancak sanılar daha doğrusu sanrılar değişmeye başladı. Ülkenin meselesinin "siyaset sorunu" olmaktan önce bir "devlet sorunu" olduğu iyice netleşti. İç dinamiklerle üst üste oturan, iç dinamikler tarafından meşru kılınan dış dinamiklerin değiştirme gücü farklı bir ivme kazandı. Ve Türkiye şöyle ya da böyle devletin yeniden yapılanması işine girişmeye hazır hale geldi. Peki "devletin yeniden yapılandırması"ndan ne anlamak lazım? Yeniden yapılanma her şeyden önce, devletin hukuk ilkelerine tâbi olmasını, hukuk devletinin demokratik işleyiş şemasını benimsemesini, devlet-siyaset ilişkisinin yeniden tanzim edilmesini, diğer bir deyişle "demokratik, adaletçi ve özgürlükçü politik ve ekonomik rasyonaliteyi" ifade eder. Her kesime hukuk aracılığıyla "eşit mesafede duracak"; buna karşılık her kesimi birbirine mümkün olduğu kadar "eşit mesafede tutacak", toplumsalı merkeze alacak bir rasyonalitedir bu. Devletin yeniden yapılanması, sorunların çözümüne ilişkin doğru yöntemlerin kullanılması, tersinden söylenecek olursa gidişatı tanımlayan "yöntem otoritarizmi"nin engellenmesi açısından da şarttır. Nitekim devletin el attığı toplumsal alanı ve siyaset sahasını boşaltması iki hususun ön koşuludur: Hem siyasetin toplumla bağının kurulmasının, temsil kabiliyetinin artmasının, karar alma etkinliği ve alanının genişlemesinin... Hem katılmanın önünün açılmasının, yani siyasetçi profilinin değişmesinin, yani siyasetin aktör bazında etkin hale getirilmesinin... Yol kazaları büyük olmaz, basın değişimin ve siyasetin arkasında durursa, önümüz düne göre daha aydınlıktır.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |