![]() |
![]() |
Bugünkü Yeni Şafak |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]() İstanbul, İstanbul olalı böyle bir iftar herhalde görmemiştir. Tasavvuf müziğiyle Mozart'ın marşının birbirine karıştığı, Türkler ile Almanların yanyana oturup üzümlü pilava tandır atıştırdıkları ve iki dilin birbirine karıştığı... Gerçekten farklı bir iftardı. Ben, ne yalan söyleyeyim, şaka sanmıştım önceleri; dâvetiye elime ulaştığında bile tereddüdüm dağılmamıştı. İftara katıldığım ve olanı kendi gözümle gördüğüm halde içimdeki o 'hayal-meyal' hissini tam atabilmiş değilim. Oysa, Alman Başbakanı Gerhard Schröder'e, giderayak da olsa, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine verdiği destek sebebiyle teşekkür edilen, onun da "Ne yaptıysam, hak ettiğiniz için yaptım" anlamına gelen uzun bir nutuk irad ettiği iftar yemeği gerçekti. Peki, bana, 'hayal-meyal' olduğu hissini veren ne? Bir gün önce, Brüksel'de Avrupa Parlamentosu'nda, parlamento üyelerinin verdiği iftara da katılmış olmam herhalde... Orada da Avrupalı Alman milletvekilleri ön saflardaydılar ve Schröder'i başbakanlıktan eden son seçimden muzaffer çıkmış Hıristiyan Demokratlar (CDU) "Türkiye'yi biz de seviyoruz" mesajını vermişlerdi. Avrupa Parlamento'sunda 'iftar' bir yenilik ve 'diyalog' yolunda önemli bir adımdı; hemen ertesi gün Schröder'in iftara katılması bunu bir 'mesaj' haline getiriyor... 'Uygarlıklar arası uzlaşma' der ve Türkiye'nin üyeliğinin bunu sağlayacak en büyük etken olacağını söylerken bir hayalden söz etmiyor muyduk yoksa? Başbakan Tayyip Erdoğan, iftar vesilesiyle yaptığı konuşmanın neredeyse bütününü bu konuya ayırmıştı ve etrafımdaki Almanların bakışları bir gözlem değeri taşıyorsa, Avrupalılar da buna inanmayı istiyor gibi göründü bana. İftar 'bizden' olanın biraz daha fazla vurgulandığı bir ortamda geçseydi daha memnun olurdum... 'Batılı' olanı biraz fazlaca vurgulamış gibi geldi evsahibi Ak Parti İstanbul İl Teşkilâtı... Gümbür gümbür öten salonun ses sisteminde kulakları etkileyen Mozart ve Bethoveen'di; bizim Dede Efendi'nin sesi fazlasıyla kısık ve munis kaldı o gürültü karşısında... İftarın Türkiye'yi iyi temsil etmesi planlanmış; iş âleminden, fikir ve sanat dünyasından, çeşitli sivil toplum kuruluşlarından hayli tanıdık yüz gördüm etrafta. Bizim ünlü Almanlar da hazırdı. Schröder ülkesine döndüğünde, "Fenerbahçe teknik direktörü Daum'la da tanıştım" diyebilecek sözgelimi... Keşke, fırsat tanınsaydı da, dâvetli sanatçılar ve fikir adamlarıyla da tanıştırılsaydı Alman başbakanı... Kendisinden hâlâ 'Alman başbakanı' diye söz ediyorum, ama Gerhard Schröder yedi yıldan sonra o koltuğu Angela Merkel'e terk ediyor. İlk kadın ve ilk Doğu Alman başbakan olacak Merkel'e... Partisi 'büyük koalisyon' içinde yer alacak, hatta sayıca daha fazla bakanlığı elde tutacak, ama Schröder siyaseti terk ediyor. Bir Alman dostum, "Herhalde avukatlığa geri döner" dedi kulağıma... Bir Alman diplomat ise, "Koalisyondan bir şey çıkmaz, bir yıl sonra yeniden seçime gideriz" dedi bana... Kendimiz Cevahir Otel'deydik, ama çoğumuzun aklı o sırada yapılan Türkiye-Arnavutluk milli maçındaydı. Schröder kürsüye çıktığında 0-0 girilen ikinci yarı yeni başlamıştı. Konuşmasının bir yerinde, tercümeyi beklerken kendisine ulaştırılan haberi bizlerle paylaştı Alman başbakanı; "Hadi, milli takımınız Arnavutluk'abir gol attı" diyerek... Etrafıma bakındım, o sırada haberi daha kimse almamıştı salonda. "Alman becerikliliği" diye buna diyorlar herhalde... Partililer emir-komuta zinciri içinde hareket etmeye alışkınlar; bu sebeple, iftar vakti girdiği halde salonda pek bir dalgalanma görülmedi, çatal-kaşık sesi duyulmadı. Bereket, benim masamda siyasetçi olmayanlar da vardı da, salona on dakika geç giren konuğu aç açına beklemek zorunda kalmadım. Salonda ezan okunduğunda, ben, çorbamı bitirmiş ikinci kap yemeği bekler hale gelmiştim bile... "Kimler katıldı?" sorusunun cevabı neredeyse bütün gazetelerde aynı. Bir muhabir oturmuş salonda tanıdığı yüzlerin bir listesini çıkarmış, diğer muhabirler de ondan kopyalamış sanki. Ajda Pekkan, Yılmaz Erdoğan gibi çok tanınan yüzler bu sebeple her gazetede var. Ancak, iş dünyasından katılımla ilgili bilgiler çok yetersizdi. Unutup dışarıda bıraktıklarım olabilir endişesiyle isim vermek istemem, ama bütün büyük şirketlerin ya patronları, ya da en tepe yöneticileri vardı iftarda... Hiçbir gazete bilim ve fikir dünyasından katılanların isimlerini anmadı. Oysa, etrafta çok sayıda öğretim üyesi vardı. Gazeteciler de es geçildi; benim çevremdeki bütün masalarda gazete ve televizyonların üst düzey yöneticileri ile yazarlar ve yorumcular oturuyordu. İçeri girerken çok sayıda diplomatik plakalı otomobil önüme çıkmıştı; salona serpiştirildikleri için kimse hangi ülkenin büyükelçisinin orada bulunduğunu fark etmedi bile. Protokol düzenlemesi biraz zayıf mıydı ne? Dedim ya, bu bir 'hayal' iftarıydı, farklıydı...
|
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |