![]() |
![]() |
Bugünkü Yeni Şafak |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]() Yaşamak kadar, ölmek de hakkımız. Ölüme dur demeye çalışan teknolojik gelişmelere rağmen ölmek hakkımız. Yaşamaktan nasibimiz kadar, ölmekten de nasibimiz var. Beklenen doğum ne kadar müjdeli ise, beklenmeyen ölüm o kadar sarsıcı. Salı gününden beri gündem Attila İlhan'ın ölümüne kilitlendi. 80 yaşındaki şairin "sıralı ölümü" yıllar öncesinden kendine biçtiği mısra kadar ansızın olunca, herkes ölümün mısralarına bırakıverdi kendini. Asya'da milyonların bir anda sır olan bedenlerinde, kendi depremimizi beklediğimiz için ölüm mısraları ve ölümün ansızın gelen çehresi olarak göz göze gelmek istemedik. Ama deprem vurdu, ve kurumuş kalbimizi mümin kardeşlerimizin yası ıslattı. Islanmış kalplere bir kişinin ölümüne mersiye yazmak kolay geldi. İşte bunun için tam vaktinde ve ansızın ölen şair doğru zamanda ölmüş oldu. Ölümün acısı herkes için taze iken. Herkes için ölüm büyük bir tablo ve seçilemeyen yüz iken. Her ölüm erkendir, ama şair tam doğru zamanda öldü. Ölümünden öğüt çıkarılmasını kolaylaştıracak kadar doğru zamanda.. Kendi yazdığı mısrayı ölümü ile doğrulayacak kadar doğru zamanda. Bir Atilla İlhan'dı ölen ama herkesin ölümüne ağladığı Attila İlhan farklıydı elbet. Ta Aristoteles'ten beri bilinir, her ölümde biraz da kendi ölümümüze ağlarız. Her taziye, biraz arkamıza ektiğimiz unutulmaya direnmişlik mayasıdır. Merhuma ölümünden sonra olacaklar senaryo olarak sunulsaydı, muhtemelen inanmakta güçlük çekerdi. Yaşarken kendisine bu kadar değer verildiğini hissettirecek bir tablo yoktu ortalıkta. Ölüm paydası ile birlikte nasıl her çevre "ağlamak" için bir vesile buluyorsa; hayat paydasında, kızmak için, karşı durmak için hemen herkesin bir vesilesi vardı. Nereden mi biliyorum? Bir telefon konuşmasına sıkıştırılıvermiş birkaç cümleden. "Ansızın" gelmiş sıralı ölümüyle her kesimi isminde buluşturuyor şair. Herkesi arkasından "Rahmet okutmaya mecbur" tutuyor. Ve ölüm ile ilgili bir hatırlatmada bulunuyor:"Yarın artık bugündür." Seksen sonrasında bütün Türkiye'yi ekrana bağlayan "Yarın artık bugündür" dizisi gençliğe rol model olarak idealizmi aşılayan ,İstanbul'dan Anadolu'ya hizmet aşkı ile giden son gençlikti. Attila İlhan harflerini sesli yazan bir şair ve yazardı. Yazdıklarını okurken sesini kulaklarınızda duyardınız. İnsanın içine hep bir gitme arzusu eken mısraları, emperyalizme direnen asla teslim olmayan bir duruşu vardı. Şiirlerini okuyanlar başka, romanlarını okuyanlar başkaydı. Ama kağıt üzerine düşmüş okumalara pek itibar etmeyenler için, kanaldan kanala dolaşırken rastlanılmış bir TRT sohbetinde, kaptan şapkalı adam çıkınca herkes takılırdı biraz. Çünkü güzel konuşurdu.Su gibi bir Türkçe teslim alırdı seyredeni. Seyreden kısa bir süreliğine de olsa dinleyen olurdu. Çünkü Anadolu'da eyleşen cümleleri güzelden yana maya katmaya hazır olurdu. Anadolu'nun kuş uçmaz kervan geçmez garlarını anlatırdı. O garlarda bir sabah ezanı para bile almadan kendisine çay ikram edenleri anlatırdı. O anlatırken dinleyen çoktan gitmeye hazır olurdu. II Şair vaktinde öldü. Arkasında elliye yakın kitap bırakarak… Kitaplarında sesini bırakarak. Ama deprem vakitsiz geldi… Bir kişinin ölümü aynadır, ölümü gösteren, yaşanılan hayatı gösteren. Milyonların sırasız ölümü, kalbimizin taşıyamayacağı kadar ağır bir ibret. Bir nesil gitti. Küçücük bedenler çıkıyor kara toprağın kara bağrından. Hayatta kalanlara sesimizi duyuralım. Duamıza dua ekleyerek, sesimizi duyuralım. İftarımızı mümin kardeşlerimizin hüznü ile açalım. Bu hüzün duamızı geniş eyler. Kalbimizi genişletelim. Her insanın acısını içimizde bilecek kadar kalbimizi genişletelim.
|
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |