AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Hindu kutsal metinlerinde
Hz. Muhammed müjdesi

Hindistanlı ünlü yazar ve Sanskritçe uzmanı Prof. Dr. Pundit Vaid Prakash tarafından kaleme alınan kitap Hindistan çapında büyük tartışmalara neden oldu. Hindu dilinde kaleme alınan ve İngilizcesi yakında "The Last Kalki Autar" adıyla yayımlanacak olan kitapta Prof. Prakash, "Son Peygamber"in
Hz. Muhammed olduğunu söylüyor.

  • TURAN KIŞLAKÇI
    Hindistan'da "The Last Kalki Autar" adıyla basılan kitap, ülke çapında büyük tartışmalara neden oluyor. Hindistan'ın ünlü yazarlarından ve Sanskritçe uzmanlardan olan Prof. Dr. Pundit Vaid Prakash tarafından kaleme alınan kitapta, Hindu kutsal kitaplarının haber verdiği "Son Peygamber" manasına gelen "The Last Kalki Autar"ın Hz. Muhammed'in bizzat kendisi olduğunu vurguluyor. Hint diliyle yazılan kitabın yakında İngilizce'ye tercüme edileceği bildiriliyor. Prof. Prakash uzun yılların emeği olan kitabında, Hindu kutsal metinlerinin üzerinden uzun geçmesine, üzerlerinda yorum ve değişim yapılmasına rağmen hâlâ bazı hakikatleri içerdiğini kaydediyor. Prof. Prakash, Hinduların kutsal kitapları Vedalar, Upanişadlar, Puranalar'da Hz. Muhammed'in adının ve özelliklerinin çok açık bir şekilde geçtiğini açıklıyor. Kitabında daha onlarca örnek zikreden Hindistanlı Prof. Prakash, Hinduların hâlâ bekledikleri son "Kalki Autar"ın Hz. Muhammed'den başkası olamayacağını belirtiyor. Prof. Parkash tarafından ele alınan bu kitabın bir benzeri daha öne A. H. Vidyarthi ve U. Ali tarafından ele alınmış ve geçtiğimiz yıllarda İnsan Yayınları tarafından "Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed" adıyla yayımlanmıştı. Vidyarthi ve Ali, hazırladıkları geniş araştırmada Tevrat ve İncil'in yanısıra Hz. Muhammed'in aynı zamanda Zerdüştlük, Hinduizm ve Budizm gibi Doğu dinlerinin kutsal kitapları tarafından da "müjdelendiğini" örnekleriyle ortaya koyuyorlar.

    Hindu metinlerinde Hz. Muhammed

    Hindu kutsal metinlerinde verilen haberlerde, Allah Resülü'nün pekçok vasfı, hayatı, Hz. İbrahim, Kâbe, Bekke (Mekke) ve Arap yarımadasına ilâveten, Resûlüllah'ın ismi de Mahamed, Mamah ve Ahmed şeklinde zikredilmiştir. Mahamed ismi Puranalar'da; Mamah, Atharva Veda'nın bir bölümü olan Kuntap Sukt'ta ve Ahmad, Sama Veda'da yer almaktadır.

    17 ciltten oluşan Puranaların temel kitabı Bhavişya Puran'da şu ifadelere yer verilmektedir: "Melekhalı öğretici, kendi dostlarıyla zuhur edecek. Adı MOHAMMAD olacak. Raca ona en samimi sadakatini ve bütün saygılarını sunduktan sonra şöyle dedi: Sana bağlı kalacağım. Sen ey Parbatis Nath/Beşeriyetin Efendisi, Arabistan'ın sakini. Sen şerri yok etmek için büyük bir güç topladın. Ve o, Melekhalı düşmanlardan kendi kendini korudu. .....ben senin kölenim, beni ayaklarının altına yatır." Metnin kelimesi kelimesine tercümesi böyle. Efendimiz'in ismi, başka hiçbir şahsa uygulanamayacak şekilde açıkça yazılmıştır.

    Bir kaç kitaptan oluşan Vedaların Sama Veda adlı kitabında Rişî Vatsah'ın ağzından çıkan cümleler açıkça Efendimiz'i anlatmaktadır: "Ahmed, şeriati Rabbından aldı. Bu şeriat hikmet doludur. Ben ondan ışığı aldım, tıpkı güneşten aldığım gibi."

    "Kalki Autar" Hz. Peygamber

    Hindistanlı Prof. Dr. Pundit Vaid Prakash'ın Hindu kutsal metinlerinde "Kalki Autar"ın Hz. Muhammed'e işaret ettiğini gösterdiği delillerden bazıları şunlar:

    1- Vedalarda "Kalki Autar"ın son peygamber olduğu, Bhagwan (Allah)'ın Resulü olduğu ve tüm insanlığa gönderileceği haber veriliyor.

    2- Hinduların kutsal kitapları Vedalar, Upanişadlar ve Puranalar'a göre son peygamberin çölün hakim olduğu bir yarımdada dünyaya gelecek.

    3- Yine Hindu kutsal metinlerine göre "Son Kalki Autar"ın babasının adı 'Vishnu-bhagat' ve annesinin adı da 'Somanib' olacak. Sanskritçe bir sözcük olan "Vishnu"nun manası "Allah" ve "Bhagat"ın manası da "Köle-kul" manasına gelmektedir. Buna göre 'Vishnu-bhagat'ın manası "Slave of Allah" yani Arapça anlamıyla "Abdullah" anlamına gelmektedir. Yine Sanskritçe bir kelime olan 'Somanib' ise "Barış içinde, huzurlu, sakin" manalarına gelmektedir. Bu da Arapça'daki "Amine" ismine tekabul etmektedir.

    4- Hinduların dini metinlerinde "Son Kalki Autar"ın hurmalıkların bol olduğu bir yerde yaşayacağı ve herkes tarafında sözüne güvenilir ve emin bir şahsiyet olacağına da işaret ediliyor. Bu bakımdan Prof. Pundit Parkash, bunların Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu doğruladığını kaydediyor.

    5- Vedalarda "Kalki Autar"ın bulunduğu bölgede soylu ve saygı gösterilen bir kabile içinde dünyaya geleceği haber veriliyor. Hz. Peygamber de Arap yarımadasında saygı gösterilen ve soylu bir kabile olan "Kureyş" kabilesinde dünyaya gelmişti.

    6- "Kalki Autar"a ilk vahyin bir mağarada Bhagwan (Allah)'ın çok özel bir elçisi tarafından getirileceği bildiriliyor. Hz. Peygambere de ilk vahiy Hira mağarasında Allah'ın elçisi Cibril tarafından getirilmişti.

    7- Hindu metinlerinde ayrıca "Kalki Autar"ın Bhagwan (Allah)'ın ona göndereceği çok süratli özel bir at ile dünyanın etrafını dolaşacağı ve yedi kat göğe yükseleceği haber veriliyor. Burada Hz. Peygamber'in mirac olayı ve Burak tarafından göğe yükselişi anlatılıyor.

    8- Hindu kitaplarında "Kalki Autar"ın Bhagwan tarafından destekleneceği ve özel elçilerinin ona savaşta destek vereceğine de vurgu yapılıyor. Prof. Prakash bu ifadelere de özellikle Bedir Savaşı'nı örnek olarak gösteriyor.

    9- Hindu kutsal metinlerinde bunların yanısıra "Kalki Autar"ın çok iyi at, ok ve kılıç kullanıcı olduğuna da işaret ediliyor.

    Vedalar: Mantra 1-11

    1) O "NARASANSAH (Övülen)'tir. Barış Prensi'dir. Düşmanlarının arasında bile emniyettedir.
    2) O, deveye binen Rişi'dir. Arabası göklere ulaşır. (Burakla Mirac'a çıkış)
    3) Kendisine 10 Buket (Müjdelenmiş 10 Sahabe),100 altın sikke (Habeşistan'a göçen ilk sahabeler), 300 safkan at (Bedir Ashabı) ve 10000 inek (Mekke'yi fetheden 10000 sahabe)
    4) O ve O'nu izleyenler ibadeti düşünür. Savaşta bile.
    5) O dünyaya hikmeti yaymıştır.
    6) O dünyanın Efendisi ve Rehberidir.
    7) O insanlara emin bir yer sağlamış ve barışı yaymıştır.
    8, 9,10) İnsanlar O'nunla mutluluğa kavuşur. Yozlaşmaktan kurtulur.
    11) O'ndan insanları uyarması istenmiştir.


    GARBIN GURBETİNDE YOL ALMAK

    Türkler topluluk halinde herhangi bir nedenle, ne şekilde olursa olsun bir yerde bulunduklarında mutlaka o yeri fethetme gibi bir eğilime sahiptirler. Çok özel bir yolculuk olarak kabul edebileceğimiz Avrupa Birliği maceramız bu açıdan değerlendirilirse, sanırız ilginç açılımlar yakalamamız mümkün olacaktır.

  • ŞENOL GÖKA
    Bütün ayrılışlar ilk ayrılıştan dolayı acıdır. Bütün kavuşmalar da son kavuşmayı çağrıştırdığı için mutluluk vericidir. Bu önerme belki yeryüzündeki herkes ve her topluluk için geçerlidir. Yalnız büyük bir ihtimalle Türkler için durum diğer milletlerde olduğundan biraz farklı. Ayrılıp kavuşma hayatın her alanında Türkler için şok edici bir ritüelle sergilenir. Türklerde ana, ilk ayrılışın rahmini temsil ettiğinden evi, dahası yurdu akla getirir. Ana kucağı ev, baba ocağı maişet ikisi birlikteyse memleket demek… Bu yüzden vatan "ana" iken devlet "baba" dır. Gurbetse memlekete göz diken " zalim"… Gurbet, garabetten geliyor, garabet de garipten…

    Garip ( garib) tuhaf, acayip, şaşkın olduğu gibi, a uzatılarak okunduğunda gurup eden anlamına da geliyor. Yani batan, batmakta olan, ışıksız, karanlık dolayısıyla garp… Türkler oturdukları yere "otağ" derlerdi. Otağ oturmaktan değil, od (ateş) ve ağ (beyaz)dan oluşmaktadır. Güneşe " ak" anlamına gelen "ağ" dendiği düşünülürse, otağın ayrıntılı bir yorumlamayla "doğu" yu işaret ettiği söylenebilir. "Yurt" kavramı da benzer şekilde yorumlandığında sanırız aynı sonuca ulaşılabilir. Çünkü yurt, bilinen anlamının dışında "terk edilen, yıkıntı" anlamını da içerir. Batıya doğru hareket Türklerin doğuyu hatırlatmak istercesine geride bıraktıkları yerlere "yurt" demeleri tesadüf olmasa gerek.

    Şeyhul İşrak Suhreverdi'nin Kıssatu Gurbeti'l-Garbiyye'de ( Batı Gurbeti Hikayesi) belirttiği gibi; batı ile kastedilen karanlık ve madde dünyası, doğuyla kast edilense tüm karanlık veya maddeden yoksunluk, dolayısıyla ölümlü gözlere görülmeyen saf ışıklar ve baş melekler dünyası… Onun içindir ki, geleneğimizde gurbet ile garb yani bati arasında etimolojik ve sembolik bir ilişki kurulmuştur. Şark gurbet değil, çünkü gurbet karanlık demek, zulmet demek. Bir başka ifadeyle ışığın bittiği, nurun tükendiği yer.

    Gurbet Batı'ya gitmek oldu

    Garp (batı) ile ilişkilendiğimiz gurbet İslamiyet öncesi de yabancısı olmadığımız bir şey. Türkler Ötüken' den bu yana hep batıya yöneldiler, yol bizim için hep batı demek dolayısıyla gurbet de batıya gitmek oldu. Bunun için " yavrum garba düşmektir gurbet" diyor, Cemal Süreya ( Şarkısı Beyaz - kalanlar) Türk Tasavvuf geleneğinde önemli bir yeri olan Bektaşilik'te de Selçuklu Yıldızı ile sembolize edilen yönlerin anlamlarında batının "yol" olarak gösterilmesi ilginçtir ve üzerinde ayrıntılı olarak düşünmeyi gerektirir.

    Ayrıca, gurbet içeren türkü ve şarkıların musikimizde önemli bir yer tuttuğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Yalnız türkülerde gurbetin batı ( Gurbetlikten Geliriz Kırmızı Fesle, türküsünde olduğu gibi) olarak algılanmasının yanında daha gelişmişe, belki de daha güçlüye doğru bir gidiş olduğuna da dikkat edilmelidir. (Özellikle Trakya türkülerinde gelin kızların koca eline gitmeleri bu gücün bir açıklaması olarak düşünülebilir) Gurbet olgusunun Türkler tarafından nasıl algılandığına kısaca değindikten sonra asıl dikkat çekmek istediğimiz nokta, Türkler için acı verici bu kavramın aynı zamanda bir fetih anlamına da geldiğidir. Bu da tarihte ve insan toplulukları içinde ancak Türklere has bir özellik olmalı. Asya'dan Avrupa'ya tarihin akışına kabaca göz atıldığında görülecektir ki, Türkler istisnai seferlerin dışında hep batıya (Demir Kapı'ya) doğru hareket etmişlerdir. Geleneksel olarak batıya hareketi kanıksamış Türkler, hareketli olmanın verdiği adaptasyon kabiliyetini de o yeri sahiplenmeyle sonuçlandırmışlardır. Bu kabiliyetin İslamiyet'le tanışmasından sonra önü alınamaz bir fetih duygusunun ortaya çıktığını özellikle belirtmek yerinde olacaktır. Çünkü kuzeyden batıya gelen ( Bulgarlar, Macarlar, Gagavuz ya da Gökoğuzlar) Türkler İslamiyet'le tanışamadıklarından muhkim olmuşlar ve doğalarına ters düşen bir dinin asimilasyonuna uğramışlardır. Güneyden gelenlerse, zaten varolan hareketliliklerini İslamiyet'in fetih gerçeğiyle güçlü bir duyguya dönüştürmüşler ve olağanüstü başarılar elde etmişlerdir.

    Bugün de Türk grup davranışında ve algılayışında önemli bir değişiklik yoktur. Türkler topluluk halinde herhangi bir nedenle, ne şekilde olursa olsun bir yerde bulunduklarında mutlaka o yeri fethetme gibi bir eğilime sahiptirler. Tabii burada kastedilen fetih son dönemlerdeki konjonktüre uygun olarak, kendini kabul ettirme ve söz sahibi olma anlamına gelmektedir. Nerede olursa olsun, birinin yanında ya da özel bir işyerinde işe yeni başlayan hemen hemen her genç Türk'ün " kendi işyerini açma ve kendi işinin başına geçme" duygusu ve bu konudaki azmi şaşırtıcı bir olgudur ( Bizim yakınen bildiğimiz bu olgu, Konrad Adenaur Vakfı'nın Türkler üzerine Avrupa ve Anadolu'da yaptığı araştırmalarıyla tespit edilip yayınlanmıştır).

    Çok özel bir yolculuk olarak kabul edebileceğimiz Avrupa Birliği maceramız bu açıdan değerlendirilirse, sanırız ilginç açılımlar yakalamamız mümkün olacaktır. 60'lı- 70'li yıllarda Avrupa'ya özellikle de Almanya'ya gidenlerin bir çoğunun orayı sahiplendikleri ve eskisinden çok farklı bir konumda oldukları herkesin malumudur. Araştırmalara göre yalnızca Almanya'da 80 bine yakın Türk patron vardır ve bunların önemli bir bölümü işyerinde 100'den fazla eleman çalıştırmaktadır. Bu insanların daha Türkiye'de bile büyük şehir görmeden oralara gitmeleri ve oralara uyum sağlayarak işyeri sahibi olabilmeleri değinmeye çalıştığımız konu açısından oldukça manidar değil midir?

    Yalnız, hareket nasıl fethi anlatıyorsa, insan da ünsiyeti anlatıyor, yani varoluşun temeliyle yakınlığı, uyumu ya da nisyanı ve unutabilen ilk varlık olarak varoluşunun anlamını unutmayı ... İnşaallah yolculuğumuzun anlamını hiçbir zaman unutmayız…


    Küresel ısınma ve kombine taşımacılık

  • Dr. Kevser İnci ERTÜRK
    Dünyada ekolojik dengeler, mevsim normallerinin üstünde sıcaklıklar, eriyen buzullar, yükselen deniz seviyeleri ve şiddetli kasırgalarla bozulmuş durumda. Bütün bunların nedeni tekno bazlı insan davranışlarından kaynaklanan küresel ısınma. Atmosfere yayılan çeşitli gazlar, CO2 , sera gaz molekülleriyle yayılan kızılötesi ışınlar atmosferin alt katmanlarını ısıtıyor. Okyanus üstü sıcaklığın artmasıyla ve rüzgarlarla çekilen ısı kasırgaların şiddetini arttırıyor. Son günlerde ABD' yi vuran Katrina kasırgasının küresel ısınmaya yeni bir boyut getirdiği aşikar. New Orleans'ın % 80 i sular altında, binlerce ölü, binlerce evsiz... 21 nci yüzyılda bir süper gücün gücünün yetmediği ürkütücü, utandırıcı, uluslararası terörizme eşdeğer bir tablo.

    Küresel ısınmanın kasırgaların şiddetini arttırdığı tezi Katrina ile yeniden gündeme geldi. Küresel ısınma ve Sera gazları için önlem alınmasını rapor eden Rio, Kyotu, Jokamesburg gibi bilimsel zirvelere karşı olan ABD' yi saatte 285 km. hızla vuran çevre felaketinden sonra yenileri bekliyor. 1970 den buyana %50 arttığı bilinen CO2 oranının iki kat artmasıyla 2100 de ısıda 2 ile 5,8 ?C lık artış bekleniyor. Küresel ısınmaya petrol, kömür, katı atıklar, otoyollardaki egzoz gazları sebep oluyor, dünyayı sarsacak yeni bir tez olan cep telefonları da suçlu sayılanlar arasında. Bunlara dur demezsek geri dönüşümü olmayan bir süreçle dünya baş edemeyecek. En basiti atıklar azaltılıp geri dönüşümü sağlanmalı, enerji ve yakıt tüketimi, otoların yaydığı egzoz gazları minimize edilmeli. Bunların en etkilisi; küresel ısınmada sera etkisi yaratan gazların %84 ü taşımacılıkta kullanılan araçlardan kaynaklandığı tezi.

    Çevre projelerini çok önceden uyguladık

    AB genişleme kapsamında taşımacılık ağı genişlediğinden, çevre ve ulaştırma politikalarında zehirli gaz emisyon oranı azaltılması için kombine taşımacılık ağları oluşturularak enerji maliyeti ve egzoz gazı zararlarının azaltılması hedefleniyor. İnter model taşımacılıkta kısa mesafeli deniz - kara - hava modları entegre ediliyor - Marco Polo - projesi gibi. Oysa AB ulaştırma komisyonunun kombine taşımacılık diye tanımladığı Marco Polo projesi, Türkiye' de yıllar önce UNRORO tarafından gündeme geçirildi. Yani AB' ye alınsın mı alınmasın mı diye tartışılan Türkiye çevre kirliliğine örnek olan çevre bazlı projeleri çok önceden uyguladı.

    Sn. Saffet ULUSOY' un 1993 te kurduğu UNRORO işletmelerinin bugün 212 ortağı var 10 adet RO-RO yılda 200 bin treyleri yoldan çekerek çevre kirlenmesini ortadan kaldırıyor. Pendik - Trieste arasında 5900 km. olan karayolunu denizyolu kombinasyonuyla yarıya 2300 km. ye indirerek Türkiye ekonomisine ve çevre değerlerine olumlu katkıda bulunuyor. Yılda 80 bin treyler Pendik - Trieste, 80 bin treyler Trieste - Pendik arası taşıyor. Bu taşımacılık karadan yapılsaydı her yıl 347 milyon km. daha fazla yol yapılacak ve çevre kirliliğine neden olacaktı. Türkiye AB ülkelerinden 15 ine yapılan taşımacılığın %53 ünü UNRORO ile gerçekleştiriyor. Bu filonun çalışkan başkanı Sn. Saffet ULUSOY RO-RO sistemiyle Türkiye' de çevreci kriterler için AB' den çok önce bu yatırımla uygulamayı başlatmış oluyor. En önemlisi ise dünyayı ve ülkemizi bekleyen çevre felaketlerinin geciktirilmesine katkıda bulunuyor.



  • 10 Ekim 2005
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
    Dünya
    | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
    Ramazan
    | Arşiv | Bilişim | Dizi
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED