AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Jean-Paul Sartre ne düşünür, ne yazar idi

Gençken yola düşmekle nasiplenmiş bir tâlib-i hakikatin henüz yolun başındayken içine düşeceği, düşebileceği çukurların en derini, hakikat bezirgânlığını iş edinmiş bilgiçler sürüsünün biliyor-muş, anlıyor-muş, anlatıyor-muş gibi görünmelerine yol açan "keçi-boynuzu" kılıklı lafazanlıklarıdır. Bu lafazanlıklarda doğru-yanlış bir anlam bulmakla geçen yılların tâlibe vereceği en ciddi zarar, tâlibi 'tâlib' yapan taleb zevkinin azalması, hatta bir süre sonra tamamen yok olmasıdır.

Peki bu lafazanlıkların hiç mi yararı yoktur?

Elbette vardır. Lafazanlıklar kişide bir süreliğine okuma iştiyakını artırır ve fakat sonra, iştiyakını canlandıran bu tabletler tâlibin kendisinin de bir 'lafazan' haline gelmesine yol açar. O da benzerleri gibi, olmadan 'olmuş' gibi davranmayı bir marifet sanır. Kısacası, tâlibin henüz yolun başındayken, hani o deliler gibi kitaplara saldırdığı yıllarda sıklıkla bu tür lafazanlıklardan beslenmesinin en belli başlı mahzuru budur!

Lafazanı nasıl tanıyabiliriz?

Samimiyet ve ciddiyet, tâlibin tek sermayesidir. Bu nedenle kişi sermayesini çabucak tüketmemeli, başkalarınca tüketilmesine de izin vermemelidir. Samimiyet ve ciddiyet kişinin sezgi yeteneğini güçlendirir; yoksa, ortaya çıkarır. Bu nedenle lafazanı ve lafazanlığı tanımada, sezgilerimize güvenmekten başka çare yoktur!

Fransız yazar Jean-Paul Sartre, birçoklarınca 'filozof' ve hatta 'edib' olarak bilinir. "Marksist varoluşçuluk" dahi, üzerinde, hayli parlak ve ışıltılı bir kartvizit olarak durur. Bu ışıltıyla gözleri kamaşmış çok kişi gördüysem de şahsen, genç yaşlarımdayken bile Sartre'ı ciddiye almayı beceremedim. Yazdıklarını elimden geldiğince okumaya çalıştım ama niçin saklayayım, kendisini hep bir 'lafazan" olarak gördüm; yazdıklarını da sadece 'lafazanlık'! İtiraf etmeliyim ki hâlâ yanıldığımı düşünmüyorum.

Çocukluğundan itibaren bütün amacı ünlü bir adam olmaktı Sartre'ın. Oldu da. Nitekim Fransızlar bile onun 'reklâmcılık' yetisinin çok gelişmiş olduğunu söylerler. Oysa hikmetin kendisi de, hikmetin bilgisi de reklâmı sevmez; dolayısıyla hikmetin ve dahi hakikatin propagandası yapılmaz; olsa olsa tebliğ ve tedrisi yapılır.

Michel Contat'nın, 70 yaşındayken Jean-Paul Sartre ile yaptığı söyleşiden -bazı kısaltmalar yapmak suretiyle- alıntıladığım şu satırları dikkatle okuyun ve lafazanın lafazanlığının kişisel zaaflarından hareketle de teşhis edilebileceğini, hiç değilse şimdilik, bir kenara yazın:

- Başlangıçta sizi tanıdığımda dikkatimi çeken bir şey, üzerinizde kocaman para tomarları taşımanızdı. Neden böyle yapıyordunuz?

- Doğru, çoğunlukla cebimde bir milyondan fazla olurdu. Birçok kez üzerimde çok fazla para taşıdığım için eleştirilmişimdir. Simone de Beauvoir, örneğin, bunu gülünç bulur ve gerçekten de budalaca bu. (…) Her ne hal ise paramı üzerimde taşımasını severim, ve şimdi artık taşıyamamak bana sıkıntı veriyor. (…) Sanırım üzerimde çok fazla para bulundurmayı sevmemin nedeni, evimde eşyalarım arasında yaşama tarzıma; gündelik giysilerimi, hemen her zaman aynı giysiyi, gözlüklerimi, çakmağımı, sigaralarımı üzerimde taşıma tarzıma uyuyor bir bakıma. Beni bütün hayatım adına tanımlayan, o andaki gündelik hayatımı temsil eden, olabilecek en fazla şeyi üzerimde taşıma düşüncesi bu. Yani, ben ne isem, içinde bulunduğum anda bütünüyle o olmak ve kimseye bağımlı olmamak, kim olursa olsun kimseden bir şey istememek, bütün olanaklarımı hemen elimin altında bulundurmak düşüncesi. Bu bir bakıma kendimi insanlardan üstün hissetme tarzını temsil ediyor, bu da elbette yanlış ve bunun yanlış olduğunu biliyorum. (…) Önceleri, şimdikine göre çok param varken, gerekenden her zaman çok daha fazlasını beraberime alma eğilimindeydim.

- Parasız kalırım korkusuyla mı?

- Belki de biraz ondan. Büyükannem bana para verirken hep şöyle derdi: "Eğer birinin camını kırarsan, üzerinde biraz para bulunsun." Kalmış bundan birşeyler bende. Bugün bile, hesabımda fazla para kalmadığında, hoşuma gitmez. Şimdiki durum da bu işte. (Sartre Sartre'ı Anlatıyor, s. 61-63, İstanbul, 2004)

Bu denli derinleşmiş, hatta kişiliğinin köklerine sinmiş bir "parasız kalma" korkusunun, bir kimseyle neler yaptırabileceğini tahayyül edebiliyor musunuz?

Yarın, sizi "tahayyül etmek" külfetinden kurtarmaya çalışacağım ve şimdilik sadece şu kadarını söylemekle yetineceğim: Bir yazarın kişiliğinde saklı ciddi zaafların, kendisini 'lafazan', yazdıklarını ise 'lafazanlık' suretine dönüştürmemesi imkânsızdır!

Not: Başlığın sonunda bir imlâ işaretinin bulunmadığını farkedenler, oraya 'soru' işareti mi, 'ünlem' işareti mi koyacaklarına lütfen kendileri karar versinler; zira 'fiil' ile 'isim' arasındaki farkı işbu işaret belirleyecek.


8 Ekim 2005
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED