T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 20 ARALIK 2005 SALI | ||
|
Geçen gün bir gazetede, "İslâmî hayat tarzı mı geliyor?" başlıklı dış kaynaklı bir haber yayımlandı. Haberde, "AP, Türkiye'deki laik kesimin endişesini tüm dünyaya duyurdu" deniyor. Bir başka gazetenin "Emlak" ekinde ise şöyle deniyordu: "Göztepe'ye cami yapılması tartışmasından sonra şimdi de Etiler'e cami yapılması kararı, Etiler halkını isyan ettirdi." Şu işe bakar mısınız? Burası Müslüman bir ülke değil mi, arkadaş? O halde, nedir bu hâl? Müslüman bir ülkenin insanlarının hayatlarını İslâmî hayat tarzına göre düzenlemelerinden ve sürdürmelerinden daha doğal ne olabilir ki? Ülkenin her bir tarafına gizli-açık kiliseler yapılırken bu ülkenin medyası, bu ülkenin halkını "isyan ettirmezken", Etiler'e veya başka bir yere cami yapılmasına bu ülkenin adı-sanı Müslüman gibi görünen halkını nasıl isyan ettirir? Oysa, asıl endişe verici olan şey, Müslüman bir ülkede İslâmî hayat tarzından şikâyet edenlerin ve cami yapılmasına "isyan edenler"in zuhûr etmesi değil midir? Kim bunlar? Elbette ki, bir avuç çıkarperest! Oysa İslâmî hayat tarzı, Batılı seküler hayat tarzı gibi ötekileştirici, tektipleştirici, asimile edici ve dışlayıcı değil; aksine herkese hayat hakkı tanıyıcı bir hayat tarzıdır. Tarih boyunca yaşanan tecrübelerden çok iyi biliyoruz ki, başka inançlara, kültürlere, dinlere, medeniyetlere varolma; kendi ahlâk, toplum, hukuk ve siyaset felsefesi doğrultusunda hayat hakkı tanıma açısından en özgürlükçü hayat tarzıdır. Hz. Peygamber dönemi başta olmak üzere, Abbâsî, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı medeniyet tecrübeleri, Müslüman olmayanların, Müslüman bir toplumda kendi dinlerine mensup toplumlardan daha özgürce ve daha emniyet içinde yaşadıklarını göstermiştir. O yüzden, İslâm medeniyetinin hakkaniyete, adalete ve barışa dayalı toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel düzeni ve düzeneği, Doğu Akdeniz'deki, İran'daki, Kuzey Afrika'daki ve Anadolu'daki Hıristiyanların hızla İslâm'a girmeleriyle sonuçlanmıştır. İspanya, Müslümanlar tarafından fethedildiği zaman, oradaki gayr-ı Müslimler, aslâ din değiştirmeye zorlanmamıştır. Aksine, Endülüs'teki İslâm medeniyetinin kuşatıcı, kucaklayıcı, herkese hayat ve varolma hakkı tanıyan ortamı, Hıristiyanların da, Musevilerin de güçlü ahlâk, toplum ve siyaset felsefeleri geliştirmelerine imkân tanımıştır. İşte bu eman, emniyet, barış ortamı başka dinlere ve kültürlere mensup toplulukların kendi kültürel yaratıcılıklarını maksimum ölçüde geliştirmelerine zemin hazırlamış; Avrupa'da 10., 12. ve 16. yüzyıllarda yaşanan üç büyük Rönesans akımına kaynaklık etmiştir. Ama İspanya, Hıristiyanlar tarafından ele geçirilince sadece Müslümanlar değil, Musevîler ve Katolik olmayan Hıristiyanlar da kitleler hâlinde ölüme ve ademe (yokluğa) mahkûm edilmiştir. İslâm'ın sunduğu hayat tarzının başkalarının hayat tarzlarına kast edeceği iddiası, büyük bir yalandan ibarettir. Türkiye'de tehlikeli bir tezgah çevriliyor: Türk toplumunun İslâmî kimiği, duyarlığı, dinamizmi, heyecanı adım adım yok edilmeye çalışılıyor. Niçin? Çıkarperestlerin, çıkarcılıklarını ve çıkarcı düzenlerini sonsuza dek sürdüremeyeceklerinden korktukları için. Oysa bu ülkenin önündeki asıl büyük tehlike, Türkiye'nin, sadece kendi çıkarlarını koruma kavgası içinde olan bir takım çıkarperestler tarafından rehin alınması ve oynayabileceği tarihî rolden alıkonulmaya çalışılmasıdır. Bu durum, küresel çıkarcı sistemin de işine geliyor. Dünyanın tam da İslâm'ın sunabileceği hakkaniyet, adalet ve barış iklimine her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde şu bizim yaptıklarımıza bir bakar mısınız? Ne kadar tehlikeli bir iş bu? Hiç mi vicdan, akl-ı selim, asalet ve şahsiyet kalmadı bizde yoksa?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |