T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 20 ARALIK 2005 SALI | ||
|
Haftasonu eklerindeki tekrar peryodu ve meseleye bakış açısıyla insanı yazmaya teşvik... Ne teşviği, artık provoke eder duruma gelmiş "her dem taze" görüşmelerden biri daha vardı önceki gün bir gazetede: "Ölmeden önce neler yapılmalı?" İştahla kurulmuş cümleler arasında, Atlas Okyanusu'nda bungee jumping yapmak isteyen de vardı, ölmeden önce mutlaka bir kez Rio Karnavalı'na katılmayı hayatının anlam odağına yerleştirmiş bulunan da. Toplumda kabul görme kriterinin en ilginç sözü sarfedebilme becerisine bağlandığı, en aşırı, en uçuk, en marjinal insanlık hallerinin "özel, dolayısıyla başarılı" tanımı altında kümelendiği göz önüne alındığında, verilen cevaplara "hayal gücünüz bu mu?" diyerek "vasat" etiketini yapıştırıp geçmek mümkün, ama mesele bu değil. Değer skalasındaki ölçülerin yanlışlığı sonucu, dünyayı yorumlama ölçümlerinin yanlış çıkması durumu değil. "Yoklukta işe yarar" haberciliği hiç değil. Hedefe giden yolda engel tanımayan, kendisini yavaşlatabilecek hiçbir özre katlanmayan, sonsuz hırs ve özgüvene sahip çağımız insanının, yaşlılık ve ölüme gençleştiriciler, estetikler ve onlarcası sıralanabilecek yöntemle meydan okuma gayretinin sonuçsuz çabalarından sonra takındığı yeni tavır, yazılası bulunan. Ölüm bilgisini, ancak ölümden sonrasını yok sayarak yok ettiğini kanıtlar bir mahiyet taşıyor çünkü; "Ölmeden önce yapılacaklar listesi"ne yaşamsal bir kıymet atfederek, fetişist hayat algısıyla bunu anlatmaya girişmek. Alt metninde ölümü katlanılması gereken acılı hayat finali, insanın sona erişi olarak tarif eden bu anlayışın, bir ömür peşinde koşulanların, gelip geçici şeyler olduğunu anlatma amacı taşımadığı açık. Meseleye bunun tersinden bakan, neşe dolu hayat karşısında, can sıkıcı bu mahkumiyet haline, "Madem karşı konulamazsın, o halde sen gelene dek maceraya devam" tavrının, en baskın zamanlarını yaşıyor insanoğlu. Özgüvenli bünyeler, kaçınılmaz son karşısında acı çekmemek için, seçenekler arasından, sonrasını yok sayarak kendini varetme biçiminde gelişen kayıtsız bir hayatı, hayat olarak seçiyor. Kutsal öğreti durumundaki 'an'ı yaşa klişeleri, yüreklerin götürdüğü yere gitmeler de, buradan çıkıyor. Ucunda ölüm olan tekinsiz bir geleceğe bel bağlamayı, bilinemezi düşünmeye tahammül göstermeyi, hayatla hipnotize edildiği için beceremeyen muhayyileler, ölüme karşı ölümsüzmüşçesine yaşayarak kendini buluyor. Mezarlıkları gettolaştırarak hayattan uzak tutma dönemi bitti artık. Varlığı mecburen kabullenilmiş olan ölüm, sonrası yok sayılarak bir önceki taktiğe rahmet okutacak bir "görmezden gelme" durumuyla normalleştiriliyor. Oysa, hayatı açıklamaya tek kudret sahibidir ölüm, hayat alacaklısı. Bir gün ölecek olma bilincinin, sorumluluğu kadar ferahlığıdır da, insanı şu dünyada doğru yere konumlandıran. Ve onun hayatın bir bölümü olarak "sürmesine", aramızda yürümesine içerleyen insanoğlunun "efendi" duruşunu koruyamadığı tek gerçeklik aynı zamanda. Ölümle meselesini çözememiş insanın, hayat koşusunu, karanlık yüzlü bir zalimden kaçar gibi, ölümden kaçarak sürdürmesinin altında da bu var. Ama işte ölüm akışına bırakılmadığında, en uçuk, en delidolu listeler bile, hayat serüvenlerini anlamlı kılmıyor. "Dolu dolu yaşanarak" dönüştürülen ölüm bilgisi, kollektif bilinçte tıkanmaya neden oluyor. Bu tıkanma sonrasında ise hayat, eğlence ve hazdan başka birşey bilmeyen, amaçsız bir züppeye dönüşüyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |