T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 20 ARALIK 2005 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

İbrahim KARDEŞ

Şeb-i yeldâ

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat En uzun geceyi, işi onu hesaplamak olan müneccime, muvakkite sorma; onlar bilmez. Aşka yahut hastalığa tutulmuş olana sor, gecelerin kaç saat olduğunu.

Sonra Şevki Bey'in muhayyer şarkısında gördüm onu:

Şeb-i yeldâ-yı hicran içre kaldım
Yetiş imdâda husrân içre kaldım
Serâpâ nâr-ı nîrân içre kaldım
Yetiş imdâda husrân içre kaldım

Nîrân, nâr'ın, yani ateşin mi çoğulu, nûr'un mu? Dilimizde sanki ateşin çoğulu nîrân ve ateş yurdu olan cehennemi işaret ediyor. Güfte Bahriyeli Vâsıf Bey'e aitmiş. Kim bilir kimdi Bahriyeli Vâsıf Bey? Şimdi araştırmaya üşeniyorum. Ama bu sözler, askerin "vatan aşkı" dışında bir aşka da tutulabileceğini gösteriyor işte.

Şeb-i yeldâ, yılın en uzun gecesi demek, 21 Aralık akşamına denk geliyor.

Ziya Şükûn, Farsça-Türkçe Lügat'te "yeldâ"yı şöyle tanımlamış: "Güz faslının sonu, kış mevsiminin iptidâsı olan gece ki aralık ayının altısından başlayıp altı gün devam eden müddettir."

"Aralık ayının altısı?" Belli ki Ziya Bey'in takvimi, rûmî. Arada 13 gün mü fark vardı? Öyleyse 19 Aralık mı olur? Ziya Şükûn, bu lügati yazdığında rûmî takvim mi kullanılıyordu? Birinci cildi açıp bakıyorum: Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1984. "Ön Söz" şu cümleyle başlıyor: "32 sene önce Üniversiteden başlıyarak Galatasaray ve Darüşşafaka'da bugünkü tabir ile Farsça öğretmenliği ettim." Ziya Bey, maalesef önsözün sonuna tarih koymamış. Dolayısıyla bu "32 sene önce"yi hangi yıla göre hesaplamak gerektiği belli değil. Lügatin kaçıncı baskı olduğuna, ilk baskının ne zaman yapıldığına ilişkin herhangi bir açıklamanın bulunmayışı da tuhaf. Koskoca bakanlığın ciddiyetine, tarih saygısına ne demeli?

İşin aslını nereden öğrenebilirim? Dergâh Yayınları'nın Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'ne bakıyorum. "ŞÜKUN, Ziya. Sözlükçü, şair (İzmir 1869 - İstanbul 1949) Ziya Bey'in kısa hayat hikâyesi, hayli acıklı. Arapça ve Farsça dersleri lâğvedilince Balıkesir Erkek Muallim Mektebi'ne din dersi hocası olarak gönderilmiş. Daha sonra Türkçe öğretmeni olduğu yazılı. Bu arada "din dersi" de lâğvedilmiştir belki. Sâbık Fârisî mualliminin hazırladığı lügatin 1944'te MEB tarafından iki cilt hâlinde yayımlandığı belirtilmiş. Demek ki, 32 seneyi 1944'ten çıkarıp 1912'ye ulaşacağız: Balkan faciası!

Ansiklopedide Ziya Bey'in bir de vesikalık fotoğrafı var: Kaşlar çatık, objektife değil de, daha aşağıda bir yere bakmış. Alnı açık; kısa saçları, kısa sakalı, gür bıyıkları ağarmış. Kravatlı. Giyimine özen gösterdiği hissediliyor. Kıbrıslı Mehmed Kâmil Efendi'nin oğlu galiba yalnız yaşayıp yalnız ölmüş. Ansiklopedide bu hususta bilgi yok. Lügatinden başka Gencîne-i Güftar-ı Fârisî adlı bir ders kitabı çıkarmış 1909'da. Şiirlerinden örnekler Son Asır Türk Şairleri'nde bulunabilirmiş. Ne Meydan Larousse'a girebilmiş Ziya Şükûn, ne Büyük Larousse'a. İhsan Işık'ın Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi'nde de yok. (2001)

Merhum Ziya Şükûn'un yeldâ'ya örnek olsun diye sunduğu beyit şöyle: Şeb-i yeldâ-yı gamemrâ seherî peydâ nîst / Giryehâ-yı seheremrâ eserî peydâ nîst" Kederimin uzun gecesinin seheri görünmüyor, seher vakti ağlamalarımın bir tesiri yoktur." İmza: Şair. Şair kim? Kim bilir?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi