AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
MİLLETİN İRADESİ NASIL NE ZAMAN TECELLİ EDER?

Yıllardır sözedilen referandum mekanizmasının devreye sokulması, ülkeye dışarıdan şekil vermeye çalışan odaklara hem sus payı olur hem de toplumu ülke yönetiminde sorumluluk almaya yöneltir.

Bütün dünyanın tecessüsle anlamaya çalıştığı Türkiye'nin demokratik yönetim tarzına nasıl kavuştuğu sorusunun galiba en fazla geçerli olduğu ve cevabına en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Yok oluşu üzerinde paylaşım hesaplarının yapılıp öldüğü kesinkes düşünülen bir ülkeyi yeniden dirilten o engin ruhun atmosferine yaklaşıldığını kanıksatan başörtüsü bağlamındaki egemenlik tartışmalarında, galip gelen tarafın sağduyunun ve haklı tarafın olabilmesi için bu ülke sevdalılarına bugünlerde her zamankinden daha çok iş düşmektedir.

Türkiye'nin temel meseleleri üzerinde hiç sorumluluğu olmadığı, üzerine vazife edilmediği halde bir devlet memurunun çıkıp umursamaz bir edayla, yasak koyucu tarzda; halka rağmen kalkın egemenlik hakkını gasp eden tavırla görüş belirtmesi ve "dediğim dedik ve çaldığım düdük" manasında rolünü oynaması, bir yerlerden neşet eden sancıların vukuunu ve destek bulduğu gayri yasal bir odağın sesini yükseltmesine araç olarak kullandığını ortaya koyuyor... Aynı ünvanla muvassıf sabık başkanın bugün en zirvede yer alması ve geçenlerde halefinin pervasız beyanatları bu kurum üzerinde alet olgusuyla ilintili tartışmaların doğmasına sebep oluyor. Bu ülkenin sahibi tarafından bir nebze tabana sahip olmadığı halde bu ülkenin kaderinin dümeninde en yetkili sıfatıyla göreve getirilmesi, akıllarda ciddi soru işaretleri doğurmaya yetiyor.

Son başörtüsü tartışmalarında ülkenin sahibinin tayin ettiği Meclis Başkanı'nın nezdinde Meclis'in yasama iradesine gölge düşürmeye varan ve meşru meclis iradesinin uygulamalarını, Meclis üzerinde üstün güçmüşçesine "ben istemedikçe senin asli görevin olan yasamayı bile yapamazsın" manasında tavır sergileyen Anayasa Mahkemesi Başkanı'na cevap sadedinde, sayın Bülent Arınç'ın "Burası milletin iradesinin tecelli ettiği meşru meclistir. İstediğinin yapma hakkını bu ülkenin sahibinden almıştır" mealindeki demeciyle alevlenen meşru irade, gayri meşru irade ve iradenin kaynağı konulu tartışmalar her zamanki kısır döngüsünde dönüp durmasına bir nebze olsun vurulan bir set görünümündeydi. Ülkenin kaderi üzerinde ölümcül darbe konumundaki yasal olmayan müdahalelerin hukuki kurumların yetkilileri payesiyle yasal imaj kılıfına sokularak gelecek haklı tepkileri dindirmeyi planlayan sinsi çabaların, yaptıklarının karşılığını bulabilmesi ve sayın Arınç'ın bahsettiği bu ülkenin gerçek sahibi toplumun iradesi için, Türkiye tarihinde temsilcisi olduğu asli unsuru millete en fazla kulak veren ve canla başla problemlerin halline çalışan bu hükümetin somut, tarihi ve devrim niteliğinde adımları gerçekleştirmesinin vaktidir kanımızca.

Yapılacak en ufak yanlış veya yukarıdaki hususa benzer çıkışlardan cesaretle hiç hakkı olmadığı halde 70 milyon insanın geleceğine atılacak dinamitleri ellerinde patlatacakların önüne geçmek için toplumu ülkenin yönetiminde aktif rol almaya, sorumluluk yüklemeye, gidişatın aktif unsuru haline getirmeye gerek olduğu apaçıktır. Çünkü toplumun kendi ifade etme araçları işlevsizleştirdiğinden herkes kendi ideolojik bakış açısıyla görüşünü milletin diye yutturarak meşruiyetini sağlamaya çalışıyor. Milletin iradesinin bizzat kendisi tarafından seslendirilmesi bu çarpıklığı önleyecektir. Üç-beş azınlık grubun kopardığı kuru gürültünün nerden kaynaklandığını görerek önüne geçmek için bunun zaruret derecesinde önem arz ettiği, dünyanın gidişatı ve ülkenin küresel arenadaki rolü gösteriyor. Az buçuk haksız menfaati için vatan satmaktan geri durmayacak gözü dönmüş hukuk havarisi görünümlülerin ağzının payının verilmesi vakti çoktan geçmiştir bile... Yıllardır devreye sokulmayan referandum mekanizmasının maksimum sıklıkla devreye sokulması, ülkeye dışardan ve ona rağmen kendisine şekil vermeye, müdahale etmeye çalışan odaklara hem sus payı olur hem de toplumu ülke yönetiminde sorumluluk almaya yöneltir. Son tartışmalarda STK'lerin dahi sessiz kalmasının altında yatan temel etmen, halkın kendisinin lazım olunca, canı yanınca ya da denize düşünce hatırlandığı olgusuna karşı duyduğu hayıflanmadır. Toplumsal bilinçlenme ve sorumluluk alma olgusunun hayatiyeti en başta idareci konumundakilerin kendilerini asli unsur olarak aktif olarak devreye sokması ve gücünden istifade etmek istediğini belirtmesine dayanır.

Bu meyanda hükümet şeffaflık ve saydamlık iddialarının sözden ibaret kalmaması için icraatlarının en ince ayrıntısına kadar geniş toplum kesimleri tarafından izlenmesini ve tepki vermesini sağlayacak düzeyde açık kılması gerekir. Bu birebir iletişim ile olabileceği gibi kitle iletişim araçlarıyla, Milletvekillerini devreye sokarak seçim bölgelerinde her hafta başka bölgede ve planlı olmak üzere çalışmaları aktarmaları ve tepkileri almalarıyla sağlanabilir.

Milletvekillerinin toplumun sesi kulağı olması için seçim bölgelerinde aileleri, yakınları ve yandaşları yanında kalmak yerine her kesimle içli dışlı olmalı; yaptıklarını, yapacaklarını, gelişmeleri ve sorunları anlatıp görüşlerini almalı, çözüm yolunda danışma mercii payesini gerçekle bağıntılı kılan önerileri partisine taşımalıdır. Seçmenin onlarla iletişim içerisinde olmasını sağlayacak araç ve adresleri herkese açık biçimde ilan etmelidir. Toplumun vekilini denetlemesi için programını takibe yarayan mekanizmalar devreye sokulmalı; millet ve parti bu şekilde hesap sorabilmelidir.

En temel toplumsal problemlerin kılıfı altında ülkenin menfaatlerini kendilerine aktaranlar ve halkı uyutarak sefa sürenler kuşkusuz buna canları pahasına kaşı çıkacaklardır. Görünenin ardındaki gerçeğin ifşası, maskelerin düşmesi ve layıkıyla halkın geleceğine kendisinin karar vermesi bu yapılmak zorundadır.

Seksen yıldır halka rağmen halk adına bir azınlık kesimin tahakkum ettiği Türkiye ilerleme yolunda bir arpa boyu bile yol alamadı. Bu kısır döngünün son bulması ve bir dönüm noktasının teşkil edilmesi için referandum başta olmak üzere halkın yönetimin işlevinden haberdar olması ve iradesini ortaya koymasının imkanlarının açılması gerekmektedir. Toplumun yararı hususunda en iyi yine kendisi kendini düşünür. Bunca yıldır bir adım atılamamışsa kimse ona düşünmüyor demektir. Kim kendisinin iyiliğini düşünmez ki?

  • MUHSİN HARMAN

  • AYDINLANMA TUZAĞI
    Cumhuriyet döneminin iki yıldız siması; aydın planında Necip Fazıl, halk planında da Bediüzzaman Said Nursi, sekülarizmin tuzağına düşmemişler, milletin öz değerleri ve iç dinamiklerine sahip çıkmışlardır.

    Fransız ihtilalinin düşünce temelinin "aydınlanma felsefesi" o günün dünyasında toplum yapılarını ve yönetim biçimlerini etkilemiş, totaliter rejimleri de derinden sarsmıştır. Temelde katolik bağnazlığına ve de yobazlığına karşı yürütülen ihtilal, Fransa'da geleneksel yapıyı tek kelimeyle berhava etmiştir. Aydınlanmanın temel değerleri de tüm dünyada modernleşmenin ölçüsü sayılmıştır. Modern batı dünyasının şekillenmesine farkında olarak ya da olmayarak katkıda bulunulmuş kendi kaybettiklerinin hiç hesabı yapılmamıştır. Farkında olmamışlardır ki, Fransız İhtilali ve Aydınlama Felsefesi sekülerizmin de adıdır.

    Osmanlı Devleti ve mesut toplumu ilk darbeyi murakabesiz, muhasebesiz, çilesiz ricali yüzünden 1824 Sened-i İttifakla yemiştir. Osmanlı yönetiminde ilk defa azınlıklardan ve azınlık haklarından söz edilmiştir. Büyük darbe 1839 Tanzimat Fermanı'yla belgelenmiştir. Kurtuluş reçetesi Devlet-i Aliyye'nin tasfiye ve idam fermanı olmuştur. Yeni Osmanlılar ve daha sonra Jön Türk hareketi Âli Osman'ın tasfiye kurulu görevini üstlenmişlerdir ne yazık ki. Devletin başını binbir gaileye sokan İttihat ve Terakki de tasfiyeyi bitirmiştir.

    Bu dönemin büyük kahraman, büyük devlet adamı, büyük fikir adamı, şair ve yazarları da azdan çoktan tasfiyenin önderleri. Adı büyük Mustafa Reşit Paşa, Mithat Paşa, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Recai Zade Ekrem, Şinasi ve daha niceleri. İçlerinden tek namuslu kişi olarak kendi çapında Namık Kemal'i görüyoruz. O dönemin kendi sahasında tek yıldız siması olarak da Ahmet Cevdet Paşa gösterilebilir.

    Anadolu Kurtuluş hareketine tasfiye sonu karı ile yeniden derleniş ve toparlanış hamlesi dense yeridir. Osmanlı bakiyyesi aydın ve yazarlar yanılgılarını anlamasalar da son bir çırpınışla geleneksel yapıya yönelerek, milletle bütünleşip, iç dinamiklerini harekete geçirip İstiklal Mücadelesine destek olmuşlardır. O kadar...

    Cumhuriyet döneminin iki yıldız siması; aydın planında Necip Fazıl, halk planında da Bediüzzaman Said Nursi, aydınlanma felsefesinin yani sekülarizmin tuzağına düşmemişler, milletin öz değerleri ve iç dinamiklerine sahip çıkmışlardır. Bugün düşünce dünyamızın olgunlaşmasında ve gelinen noktada bu iki şahsiyetin rolü çok büyüktür.

    Necip Fazıl, aydınlanma düşüncesine ilk ve ciddi başkaldırıyı aydın düzeyinde eserleriyle ortaya koymuştur. Tanzimat ve Meşrutiyet aydınlarının geveleyip de farkına varamadıkları aydınlanma tuzağına "İdeolocya Örgüsü" ile ilk ve tek ciddi cevabı vermiştir. "Ver cüceye onun olsun şairlik, şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta" derken tam da bu gerçeğin altını çizer. Şiirini, tiyatrosunu ve bütünüyle tüm eserleriyle beynini ve kalemini inancının emrinde kullanır. Necip Fazıl'ı büyük ve unutulmaz kılan da budur.

    Said Nursi ise işe inancın iman planından sarılır. Necip Fazıl davamızın estetik yanını yapılandırırken Said Nursi imanı zedelenmiş yalnızlığa terkedilmiş kitlelere yönelir. Onlara iman soluğu aşılar.

    Bugün kitleler modern, postmodern adı altında temelde aynı, görünüşte süslenmiş, cilalanmış daha bir olgunluk ve deneyim kazanmış yeni tuzaklarla karşı karşıya. Teferruatta kaybolup gideceğiz. Yeni bir hamle gerek. Kaynaktan beslenerek, geleneği posasından ayırarak, tanzimat ve meşrutiyet aydınının düştüğü tuzağa düşmeden özümüze sahıp çıkarak yarınlara yelken açmalıyız.
    Yarın elbet bizim, elbet bizimdir,
    Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.

  • GALİP BOZTOPRAK

  • GELECEĞİN PENCERESİ
    Doğal yapısı, yer altı ve yerüstü zenginlik kaynakları, stratejik önemi bakımından ülkemiz; bir yeryüzü harikasıdır. Yedi Coğrafi Bölge'nin özelliği ve güzelliği, dört mevsimle mütenasip bir görüntü içerisindedir. Anadolu'nun tarih boyunca göz dikilen, ya da özlem duyulan ideal bir yer olmasının sebebi de budur zaten. Bu coğrafyada köklü medeniyetler kurulmuş, insanlığa kültür haritası armağan edilmiştir. Buraya kadar her şey tamam. Zengin ve engin bir tecrübe potansiyeline, açılım ve atılım imkanlarına sahibiz. Fakat öylesine bir süreç içerisindeyiz ki tecrübenin hiç bir değeri yok. Eskilerin deyimiyle kıymet-i harbiyesi yok. Artık öyle "alın teri, göz nûru" emeklerin ürünü, düşünce kitaplarını okuyan da yok.

    Sağlam, erdemli, onurlu duruşlarını hep muhafaza eden, kuşağımızın fikirlerinden beslendikleri Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Cemil Meriç gibi düşünür ve sanatkârları okuyanlar azaldı. Azaldı mı gerçekten? Günümüzde artık imân ve aksiyon insanı diyebileceğimiz örnek insanlar nerede? İmân ve sevgiyi temel alan insanımız vefa duygusunu, iyilik olgusunu ne zaman ve nasıl kaybetti? Özde bize yabancı olan bireyselleşme, bencillik, çıkar ilişkileri nasıl gelişti?

    Siyasete giren idealistlerimiz neden bozuluyor? Bütün şartlarıyla "huzur ve mutluluk" içerisinde yaşamaya elverişli olan ülkemizde hayatı negatif yönde etkileyen tesirler nereden geliyor? Mevcut problemler, varolan sıkıntılar artacak mı, yoksa sorunlarımıza ciddi, samimi ve ilmi gayret ve çabalarla çözüm bulunacak mı? Üzerinde düşünülmesi gereken konu bu. Çareleri harekete geçirme mekanizmasına işlerlik kazandıracak tedbirleri almayı zorunlu kılan konu bu...

    Devletin ve milletin bütün kurum ve kuruluşlarının etrafında toplanacağı amaç bu olmalı. Sivil toplum örgütlerinin, medyanın her kesten ve her kesimden daha fazla hassasiyet göstermeleri lazım. Millî, manevi, ahlaki ve insani değerleri yükseltecek tedbirleri acilen almazsak, güzel bir gelecek beklemek hakkına sahip olamayız. Empatiyi bilmeyen, paylaşımdan yoksun, vicdan muhasebesini yapamayan, vefa duygusunu taşımayan bireylerden bilgi toplumu oluşmaz, erdemli toplum da.. dengeli bir kişiliğe, sağlam bir ruh yapısına sahip; kendisine, ailesine, devletine, milletine ve insanlığa faydalı olabilme niyet ve arzusunu taşıyan insanlar yetiştirmeye bütün güç ve enerjimizi harcamamız lâzım.

    Millet hayatına canlılık, dinamizm getirecek projeler üretmek sorumluluğuna dört elle sarılmamız lâzım. Bu yeni bir keşif değil. Fakat bu lâzımları topyekün harekete geçirecek dinamik güçleri bir türlü birleştirme becerisini gösteremedik galiba. Geleceğin penceresinden bir kez olsun hep birlikte bakalım, dünü ve bugünü unutmadan geleceğe...

  • NACİ GÜMÜŞ



  • 22 Ağustos 2005
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED