Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Formula'daydım...
Gözlerim spora ve özellikle elitlerin rağbet ettiklerine meraklı gazetecileri aradı; hiçbiri etrafta yoktu. Bir ara Reha Muhtar aramıza katıldı, o kadar... Dün baktım, gelmeyenler de, Formula-1'den sanki oradaymış gibi söz etmiyorlar mı? Gittiğime bu kadar memnun olduğum etkinlik az bulunur. Hayır, otomobil yarışına düşkün olduğum için değil. Formula için kurulan altyapıya hayran olmam da memnuniyetimde fazla bir rol oynamıyor. Gidip gelirken karşılaşılan zorlukları göğüslemek bana mazoşist bir zevk de vermedi doğal olarak... Memnuniyetim, herbirinden randevu talep etsem aynı güne sığdırmam mümkün olmayacak çok sayıda siyasetçi, bürokrat ve kalburüstü işadamını görüp konuşma fırsatı bulmamla ilgili... Başbakan Tayyip Erdoğan oradaydı ve günün yarısını bizimle geçirdi. Bir-iki tanıdık sima daha olsaydı tüm bakanlar kurulu yarışı izlemeye gelmiş sayılabilirdi; çok sayıda bakan vardı doluştuğumuz mahalde. CHP lideri Deniz Baykal da bu büyük organizasyonu gözleriyle görmeye gelmişti... Bazısıyla bir-iki cümle, kimiyle bayağı uzun sohbet etme imkânı bulduğum için bir gazeteci olarak kendimi şanslı sayıyorum... Kavga edenlerin arasına girmekten hoşlanmam; çizgi dışına çıkmaya başladığında tartışmaları bastırmanın yolunu ararım. Deniz Baykal'ın Mustafa Karaalioğlu'na hamlesini fark edince müdahalem gerektiğini düşünmem bundan. CHP lideri, Yeni Şafak yazarına, Başbakan Erdoğan ile görüşen aydınlar arasında yer aldığı için sitemde bulunuyordu. Karaalioğlu sitemlerin altında kalmadı. Beni görünce, Deniz Bey, "Bari sen akıl verseydin" diye bana doğru hamle edecek oldu, tartışmayı bir deyişle sona erdirdim: "Akıl akıldan üstündür..." O sevimli "Aklımı seveyim" cümlesini pazar günü kendi kendime sıkça tekrarladım, içine hiçbir târiz kırıntısı katmaksızın... Elimde üzerinde 'A1' yazan VIP kart vardı, 'A3' ile karşılaştırılınca daha fiyakalı gibi duran... Daha yerimize girer girmez, "Protokolcüler o bildik oyunu oynamışlar" deyiverdim. Bazı resmî davetlerde de yaparlar, insana kendini iyi hissetirmek için uzak masalara küçük numara vererek... Yüzünüzde tebessüm küçük numaralı masanızı ortalarda ararken, yer göstericiler, en uzağı işaret ettiğinde şaşırırsınız... Gerçekten de beklediğim gibi çıktı: Biz 'A1' katında otururken siyasîleri 'A3'te ağırladılar... "Aklımı seveyim", kısa zamanda, 'A3' katına sızmayı başardım... Günün en keyifli kişileri Rıfat Hisarcıklıoğlu ve TOBB yöneticisi arkadaşlarıydı. Üzerlerine aldıkları zor görevi lâyıkıyla yerine getirmenin keyfini yaşıyorlardı. Formula pisti için İstanbul seçildiğinden, işin ağırlığı, İstanbul Ticaret Odası'na düşmüştü doğal olarak; yeni başkan Murat Yalçıntaş bu ilk büyük sorumluluğun altından başarıyla kalkmış olmanın gururuyla dolaşıyordu... "Formula 1 nedir, karın doyurur mu?" diye soranınız varsa, ben kendi hesabıma bu soruyu o açıklıkla yönelttim bilebilecek durumda olanlara. Hayır, karın doyurmuyor, tersine kese boşaltıyormuş... "Bir pist de bizde olsun" diyen ülkeler, eğer Formula yönetimi kabul etmeye yanaşırsa, bütün altyapıyı kendileri oluşturmak zorundaymış... Pist, binalar, tribünler, yollar... Hatta satılan biletlerin parasını bile Formula cebine atıyormuş... Yüzmilyonlarca dolar masraf üstleniyor evsahibi ülke... Bu bilgiyi bana veren, "Ama, şunu unutmayalım" dedi ve ekledi: "Dünyanın dört bir yanında milyarı aşan sayıda insan bu yarışı merakla bekliyor. Beklediği sırada İstanbul ve Türkiye'nin adını sıklıkla duyuyor. Yarış günü milyarlar İstanbul'a canlı bağlanıyor... 50 bin zengin turist de Formula için İstanbul'a geldi. Her yıl milyar dolar ödesek Türkiye'nin bu kadar güzel reklâmını yaptıramayız..." Anladığım kadarıyla Formula bir şirket. Otomobil üreticisi firmalar özel araçlar hazırlıyor, cesur sürücülere teslim ediyorlar... Uluslar yok bu yarışta. Kazanan sürücüsü olsa da, itibarı yarışan aracı üreten firma elde ediyor... Lâstik üreticileri de yarışın bir tarafı durumundalar... Formula'nın patronu Bernie Ecclestone gide-gele Türkiye'yi benimsemiş olmalı. Denizcilik alanında çalışan bir dostum, "Geçenlerde Tuzla'daki tersanelerin birinde titizlikle korunan dev bir yat gördüm; 'Formula patronunun' dediler" diye kulağıma fısıldadı... Sporcu olunca insan, karaya da, denize de hâkim olmak istiyor... "Pisti çok kullanacağız" sözü kulağıma çalınınca dönüp baktım. Türkiye Motosiklet Federasyonu'nun genç başkanı Bekir Uçar, bu yıl çok büyük bir uluslararası motosiklet yarışının Türkiye'de yapılmasını sağlamak için yürüttükleri çalışmanın son safhaya geldiğini anlatıyordu. Ekim ayında aynı pistte bu defa motosikletler yarışacakmış... Bu tip ilgiler bizim gibi yaşını başını almışlara biraz fazla. Top koşturma yaşımızda Türkiye'de sahalar çamur içindeydi; şimdi mahalle stadyumlarındaki çimler bile gözümü alacak güzellikte... Uluslararası karşılaşmalar için stad bulunmazdı, şimdi 'Uluslararası Üniversiteliler Olimpiyadı' bütün görkemiyle İzmir'de yapılabiliyor... Otomobil hâlâ çekinerek bindiğim bir araç, motosikletten ise resmen korkuyorum; genç olsam o yarış otolarıyla İstanbul Park'ta tur atmak isterdim... Şimdiki gençler çok şanslı.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |