AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
'Ama güzelim Ege'ye
doymak mümkün değil'

Meslektaşları Tacettinoğlu'nun ardından onu hatırlayan-özleyen güzel yazılar yayımladılar. Genç gazetecinin ardından yazılanlar içinde bizim dikkatimizi özellikle Meriç Köyatası'nın (Akşam) "Can yakan bir yazı" başlıklı yazısı çekti. Çünkü Köyatası-hatırlıyorsunuzdur- özellikle bir dönem hemen her akşam Tacettinoğlu ile birlikte ekrandaydı. Günün ülke ve dünya haberleri gözden geçirilirken, Tacettinoğlu sözü Köyatası'na verir, o da gelişmeleri aklına göre yorumlardı.

SKYTÜRK ekranında hafta içi her akşam karşılaştığımız Mehmet Tacettinoğlu'nun çok genç yaşta (37) bir trafik kazasında ölmesi sevenlerini ve meslektaşlarını çok üzdü ve haklı olarak isyan ettirdi. Biliyorsunuz, bu kaza da karayollarına bilinçsiz olarak yayılan "mıcır"ın yol açtığı bir kazaydı.

Meslektaşları Tacettinoğlu'nun ardından onu hatırlayan-özleyen güzel yazılar yayımladılar. Genç gazetecinin ardından yazılanlar içinde bizim dikkatimizi özellikle Meriç Köyatası'nın (Akşam) "Can yakan bir yazı" başlıklı yazısı çekti. Çünkü Köyatası-hatırlıyorsunuzdur- özellikle bir dönem hemen her akşam Tacettinoğlu ile birlikte ekrandaydı. Günün ülke ve dünya haberleri gözden geçirilirken, Tacettinoğlu sözü Köyatası'na verir, o da gelişmeleri aklına göre yorumlardı. Unutmayın, hemen her akşam...

Köyatası, sözünü ettiğimiz yazısında "program arkadaşı"nın arkasından şöyle sesleniyordu: "Sevgili dostum, kardeşim, SKYTÜRK'ten program arkadaşım Mehmet Tacettinoğlu otomobiline binip bir daha görüşüp görüşmeyeceğimizin bile belli olmadığı çok uzak diyarlara gitmiş."

Köyatası daha sonra, "Her canlı ölümü tadacaktır" ayetini hatırlattıktan sonra bugüne kadar kendisini sarsan ölüm acılarını hatırlatmaya başlamış. Önce aile üyeleri içinden kaybettiklerin, sonra da eski ulaştırma bakanlarından Mehmet Köstepen'in yine genç yaşta ölümü ardından duyduğu acılar...

Köyatası'nın yazısının buradan sonra başta bir yön tutturduğuna şahit oluyoruz. Yazının bundan sonrası rahmetli Köstepen'in cenazesine niçin yetişemediğinin ve bu yokluğun yol açtığı kırgınlıkların hatırlatılmasına ayrılmış. Cenazeye yetişememiş, çünkü "uzak diyarlarda" imiş.

Sonra da (tahmin ettiğiniz gibi) sıra geliyor Köyatası'nın Tacettinoğlu'nun cenazesine niçin yetişemeyeceği meselesine: "İşte berbat bir haber daha geldi, bir yıl aradan sonra.... Ve ben yine cenazeye yetişemeyecek kadar uzak denizlerdeyim."

Görüyorsunuz. Buraya kadar bir problem yok. Her insan gibi tabii ki Köyatası'nın başına da gelebilir böyle tatsız tesadüfler... Çok sevdiği "program arkadaşı" bir gazeteci ölmüştür, ama kendisi şu günlerde "uzak denizler"de olduğu için cenazeye yetişememektedir. Ve dolayısıyla bundan dolayı da çok üzgündür.

Ancak (tesadüf bu ya!) Köyatası'nın ertesi gün yayınladığı yazıya ("Salatası güzeldi"!) gözatınca ne görelim? Bir gün önceki yazısında "ben yine cenazeye yetişemeyecek kadar uzak denizlerdeyim" diyen Köyatası meğer Ege'de, hem de burnumuzun dibinde değil miymiş? Ertesi günkü yazısı bakın nasıl başlıyor: "Tatil nedeniyle bir süre yazılara ara verdik. Ama güzelim Ege'ye doymak mümkün değil. Tatile devam ediyoruz, yazmaya da. Tabi, tatilde olan arkadaşların yazdıkları yazıları da okuyoruz. Ege'nin güzellikleri, Çeşme ve Bodrum'un 'beach'leri, balık çiftliklerinin çevreyi kirlettiğinin nihayet farkına varıldığı...."

Köyatası ile aynı teknede olmadığımızdan yolculuğun rotasını tam olarak veremiyorsak da, inanın (en azından bize öyle geliyor) Ege kıyılarımızdan fazla açıklarda değiliz! Ayrıca dikkat ettiyseniz, Tacettinoğlu'nun ölümünün ardından yayımlanan bu ikinci yazının başlığı da anlamlı: "Salatası güzeldi"(!)

Ne diyelim; tabii ki "ölenle ölünmez" ama bu aşırı "dünyevilik" de biraz kaba kaçmıyor mu dersiniz?

Haftaiçi her akşam Tacettinoğlu ile aynı programda; ama sonra "uzak denizlerde"...

"Ağlarsa anam ağlar" sözünün haddinden fazla "anneci" bir bakışı yansıttığı kesin; ama herhalde "Ağlarsa anam, babam, karım, çocuklarım, kardeşlerim ve dostlarım ağlar!" demek yanlış olmasa gerek.... (K.B)


Kürtçe TV yayını memlekete ne yapar?

Türkiye deve kuşları için bulunmaz bir ülke. Bu ülkeye bu kadar az rağbet etmelerine fena halde yanıyorum. Bizim aramızda gayet rahat bir hayat sürebilirler, devekuşu olmanın gereklerini, bu gerekler göze ne kadar tuhaf görünürse görünsün, burada hiç yadırganmadan yerine getirebilirlerdi. Çünkü deve kuşlarının başka milletlere tuhaf görünen halleri bizim toplumsal hallerimizle bazı gözden kaçmayacak paralellikler arzediyor. Mesela biz de uçuk takılıyor ama uçamıyoruz. Ve biz de ne zaman ruh skalamızda bir anormallik hasıl olsa, içinden çıkmanın zor olduğu bir problemle karşılaşsak kafamızı görünmez bir kum yığınına sokmayı tercih ediyoruz. Böylece zamanın mümkün olduğunca uzun bir bölümünü görmeyen, duymayan, bilmeyen bir halde geçirmeye çalışıyoruz. Eğer biz görmez, duymaz, bilmez isek problemlerin kendi kendilerini infilak ettirerek ortadan kaldıracaklarını varsayıyoruz. Devekuşları için ve bizim için bunun binlerce örneği vardır. Nokta.

Tabii deve kuşları ile toplumsal yapılar arasındaki benzerlikleri ila nihaye sürdürebilmek imkansız. İnsanlar için zaten görünmez olan kumun örtücülüğü bir yere kadar... Bir yerden sonra halledilmemiş problemleri hal yoluna sokmak zorunluluk halini alıyor. Son günlerin popüler konusu olan "Kürtçe TV yayını" da esasen otuz yıl önce, olmadı yirmi yıl önce, daha olmadı, en azından on yıl önce toplumumuzun cesaretle ele alıp bir makul neticeye bağlaması gereken bir konuydu. Ancak biz bu nevi problemleri üstüne bir asma kilit takıp yok saymayı marifet addeden bir toplumuz. Bu yüzden de başlangıçta akıl ve izan kullanarak çok rahatlıkla hal yoluna koyacağımız problemlerin çözülmesi gerçekten zor problemler haline gelmesine sebep oluyoruz.

Türkiye'de yaşayan insanların bir bölümü birbirleriyle konuştukları, anlaştıkları, hayatın anlamını paylaştıkları, türkülerini söyledikleri, dualarını ettikleri ana dillerini televizyondan işitme tecrübesine sahip değiller. Çünkü buna engel olan yasaklar var. Üstelik bu yasaklar toplumun bütünlüğünü korumak adına konmuş yasaklar. Toplumun bir kısmını kendi dilinden mahrum ederek bir toplumun bütünlüğü nasıl korunabilirse...

Yıllar içinde pek çok mesafe aşılmış, Kürtçe hayatın bir çok alanında kullanılabilir hale gelmiş, dergiler, gazeteler çıkmış, radyo yayınları yapılmaya başlanmış ve hatta Kürtçe dil kursları bile açılmış... Hatta devlet televizyonu çok cazip bir yayın akışına sahip olmamakla birlikte Kürtçe yayınını başlatmış. Buna karşılık bugün hala özel televizyon kanallarının Kürtçe yayın serbestisine kavuşturulması tartışma konusu oluyor. Bu yolda önemli adımlar atıldı, ancak tartışma bitmedi. Şimdi istekli yayıncı kuruluşlardan dil öğretmemeleri konusunda taahhütname isteniyor. Dilin bir kötülük aracı varsayılması esasına dayanan bu ön kabul elbette bu yasağın kalkması konusundaki zihinsel sürecin henüz tamamlanmadığını gösteriyor. Onca dil kursu açılmış ve ilgisizlikten kapanma noktasına gelmişken, bu tedbir Türkiye'de her durumda her zorluğun yeniden yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor.

Konunun bazı önemli hassasiyetleri ve sinir uçları olduğunu kabul ediyorum. Ancak devletin Kürtçe yayın konusundaki muhatabının o anadilin insanları değil de, niyeti kötülük olan şer çeteleriymiş gibi davranmasının o hassasiyetlere hizmet etmediğini düşünüyorum. (G.Ö)


23 Ağustos 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED