AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
'Öcalan'ın diliyle olmaz'

Dünkü yazımın sonuna düştüğüm notta belirttiğim gibi bugün Vahap Çoşkun'un Radikal İki'nin son sayısında yer alan "Öcalan'ın diliyle olmaz" başlıklı yazısını tanıtmaya çalışacağım. Yazı özellikle dikkatimi çekti, çünkü yazıyı "özel" kılan konuyu anlamak-anlatmak için birkaç gündür ben de uğraşıyordum. Ancak Çoşkun'un tercih ettiği terminoloji ile benimkinin arasında farklar da yok değil. Mesela Çoşkun, Türkiye'deki Kürtlerin bir kısmı ile Öcalan arasındaki ilişkiyi "Öcalan'ı, Kürtleri yoktan var eden, Kürtlerin geçmişiyle bugünü arasındaki köprüleri kuran ve Kürtleri geleceğe taşıyan kutsal bir varlık mertebesine çıkaran bu ilişki, açıkça faşist bir karaktere tekabül ediyor" şeklinde tarif ederken, ben bu ilişkinin "Kürt usülü Stalinizm" formülüyle ifade edilmesinin daha yerinde bir seçim olduğunu düşünüyorum. (Biliyorum, içinizden bazıları -haklı olarak- "Türk usulü Stalinizm"den söz edilmemesinin bir haksızlık olduğunu hatırlatacaklar ama bugün konumuz bu değil!)

Niçin o değil de bu formulü tercih ettiğimi soracak olursanız, buna cevabım "faşizm" ve "Stalinizm" arasındaki benzerlikler ve farkları konu edinen bir cevap olmayacak, çünkü bu uzun bir iş. Ben "Kürt usulü Stalinizm" formulünü tercih ediyorum, çünkü PKK'nın komünizmin bu versiyonu ile olan bağının altının çizilmesinin bu Kürt hareketinin dünü, bugünü ve yarınını anlayabilmek için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Vahap Çoşkun'un söz konusu "ilişki"yi "faşist bir karaktere tekabül ediyor" şeklinde tarif etmesi yanlış değil; ama (bence) işin "Stalinizm" boyutu unutulduğu için eksik. Unutmayalım: PKK, adından itibaren kendisine "sol" cenahta yer tutmuş bir örgüt. (Şimdi açılacak bir konu değil ama hiç değilse şunu sorabiliriz: PKK'nın "sol kimliği" söz konusu olmasaydı, "Türk solu"nda bu harekete ilişkin -nihayet biraz biraz çözülmeye başlayan- "anlama çabası"nın varlığından söz edilebilir miydi? Yani lafın özeti, herşeyin olduğu gibi "sol"un kötüsü de zararlıdır ve meselelerin analizinde son derece kafa karıştırıcıdır...)

Neyse biz gelelim (çünkü bu gidişle mümkün olmayacak!) Vahap Çoşkun'un yazısına:

Çoşkun, Öcalan'ın şahsının "kültleştirilmesi", yani ululaştırılmasına dair örneklerle başlamış yazısına: "Bu kesimlerin indinde Öcalan, tüm Kürtlerin acılarını dindirecek reçetelere sahip dahi bir politikacı, uygarlık tarihinin bilinmezleri çözen eşi bulunmaz bir siyaset düşünürü, Ortadoğu'nun bütün halklarını özgürlüğe ve refaha taşıyacak peygarberimsi bir kurtarıcı olarak algılanıyor. Bu algı nedeniyle Öcalan'ın doğum günün kutlanması, Öcalan'ın annesinin tüm Kürtlerin annesi olarak anılması, Öcalan'ın 'dünyaya hayat veren güneş', 'evreni aydınlatan bir ışık hüzmesi', 'tutsak edilemeyen bir nehir' olarak nitelenmesi gibi putlaştırıcı edimler giderek yaygınlık kazanıyor. İdeolojik aygıt olma derecesi TRT'ye rahmet okutan Med TV, Öcalan'ın kutsallığının üretilmesi ve sürdürülmesi için özel çaba sağlıyor. Med TV yayınlarında kendisine mikrofon uzatılan kişiler, kutsal bir duayı tekrarlar gibi, söze 'Öcalan bizi yoktan var etti'yle başlıyor ve sözü, huşu içerisinde 'Biji Serok Apo'yla noktalıyor."

Çoşkun, bu çercevede, Orhan Doğan'ın bu yılın mayıs ayında Zaman'dan Nuriye Akman'a verdiği -ve benim kaçırdığım- mülakattan alıntılar da yapmış. Şöyle cümlelerle karşılaşıyoruz:

"Halk diyor ki 'Siz yıldızsınız. Benim güneşim de Apo'dur. Ben seni özgürleştirdim, onu da özgürleştireceğim.' Biz diyoruz ki, siz bu inançtaysanız, zaten bunu başaracaksınız. Bunda ne var? Bize halkın değerlerini çiğneterek, istemlerini inkar ettirterek bir söyaset alanı çizmek istiyor bir kesim. Halk diyor ki 'Benim güneşim Apo'dur'. Biz bunu inkar etmeyiz."

Görüyorsunuz, çoktandır iş nerelere varmış... Türkiye'deki Kürt hareketini tekeline alan bir kişi ne derece "ululaştırılmış". Bana soracak olursanız, "Türk siyaseti" yanında "hık deyicisi" bir medya ile bugüne kadar sabahtan akşama "Bebek katili Apo" sloganını tekrarlamak yerine biraz bu dehşet verici "olgu"ya kafa yorsaydı bugün bu büyük sorunumuz çok daha kontrol edilebilir bir düzeye çekilmiş olurdu. Ama ne mümkün? Çünkü bu gibi durumlarda bizim aklımıza sadece "ululaştırmalar"ı yarıştırmak geliyor... Mikrofon uzatılan gencin attığı "Öcalan bizi yoktan var etti" gibi bu zamanda kulağa geldiğinde insanı dehşete düşüren bir slogan karşısında "Yahu durun bakalım, bu iş bambaşka bir mahiyet kazanmış" diyerek aklımızı başımıza almamız gerekirken, "Bizi kimin yoktan var ettiğini ben şimdi sana belletirim" diyerek celallenmemizin akıllı bir siyaset olduğunu aklı başında kim ileri sürebilir?

Çok gevezelik ettiğimden Vahap Çoşkun'un güzel yazısının tanıtımına son vermek durumundayım. (Ama nasıl olsa internet var, yazının tamamını okursuz: Radikal İki, 21 Ağustos) Ama bitirmeden, geçen gün önerdiğim ve o günden bu yana yararına daha da inandığım teklifimi bir kere daha tekrarlayacağım: "Sorun"un hikayesini yakından izlemiş pek çok yazarın "80'lerin başında Kürtlerin bir bölümünü PKK'nın kollarına atmak" gibi "can alıcı" bir misyona sahip olan Diyarbakır Askeri Cezaevi'nin Başbakan'ın "ilk kazma"yı vurduğu bir törenle yıkılması gibi bir eylem -inanın- "ululaştırma" olgusunun canını epeyce sıkacaktır. Söyleyin, çok mu zor bu iş?


23 Ağustos 2005
Salı
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED