AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Hak ve hukuk...
Dünkü sıkıcı ve hiç de benim işim olmayan Anayasa Mahkemesi meselesine başka boyutuyla devam etmek istiyorum. Konu şuydu yanlış hatırlamıyorsam: Üye seçiminde TBMM'ye kontenjan tanınsın mı, tanınmasın mı? Herhalde yanlış hatırlamıyorum. Bildiğiniz gibi, bundan iki sene kadar önce, üye seçiminde TBMM'yi de seçim sürecine dahil edecek yasal düzenleme ihtimali belirdiğinde, başta CHP olmak üzere, bürokratik iktidarı oluşturan tüm unsurlar yüksek sesle tepki göstermişlerdi. Tepki gerekçeleri şöyle özetlenebilirdi: Yargı, özelde Anayasa Mahkemesi bağımsız kuruluşlardır; birincil karakteri bağımsızlık olan bu kuruluşlara siyaset(çi) müdahalesi yargıyı, özelde Anayasa Mahkemesi'ni siyasallaştırabilir. Görünüşte doğru ve haklı bir gerekçe. Bakalım öyle mi? Anayasa yargısı organları, "mahkeme" şeklinde örgütlenmişlerdir ama, bildiğimiz anlamda mahkeme değillerdir. Bu kurumlar, devlet iktidarını sınırlamanın meşru araçlarıdır; edinilmiş hakları ve hukuk devleti güvencelerini devletin (çoğunluk iktidarının) muhtemel tecavüzlerinden korurlar. Demek ki, Anayasa Mahkemesi, yapısı ve işlevi gereği basbayağı politik bir kurummuş. Peki, Türkiye'deki anayasa yargısı organının hukuk devleti güvenceleri karşısındaki pozisyonu nedir? Tartışmamız gereken asıl konu bu bence. Siz ne düşünürsünüz bilmem ama, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, bizdeki gibi, olağanüstü yetkilerle donatılmış, neredeyse "parlamento üstü siyasî erk" işlevi gören, hatta zaman zaman "yerleşik kurallar" ihdas eden özel yargı kurumlarına rastlayamazsınız. Mustafa Erdoğan hocamın da belirttiği gibi, Türkiye'de 'hukuk' fikri/nosyonu yeterli olmadığı, hukukun "haklar"la olan bağlantısı unutulduğu ya da yok sayıldığı için, Anayasa Mahkemesi, "hukuk devleti güvenceleri"ni hiçe saymak pahasına, kendinde kural ihdas edebilme hakkı görebilmektedir. Bakın, bir eski Anayasa Mahkemesi Başkanı (Ahmet Necdet Sezer) öncelikle "haklar"la ilgili olması gereken başörtüsü meselesi hakkında ne diyor: "Özel alanda özgürlük kapsamına girdiğinde kuşku bulunmayan başörtüsünün, kamusal alanda kabul edilip edilemeyeceği sorunu Anayasa Mahkemesi kararlarıyla çözülmüştür. Yüksek Mahkeme, yükseköğretim kurumlarında başörtüsünü serbest bırakan yasal düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik kararlarına göre, artık, Anayasa'yla bağdaşmayacağı için, kamusal alanda başörtüsünü serbest bırakacak bir yasal düzenleme yapılması olanaksızdır." Bir şeyin (üstelik hukuk devleti güvenceleri kapsamında olması gereken bir şeyin) Anayasa'yla bağdaşıp bağdaşmadığını belirleyecek olan Anayasa Mahkemesi'nin değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez kuralları mıdır? Bir anayasa yargısı organı, kendisini "yasama organı" yerine koyup "yerleşik kural" ihdas edebilir mi? Sorun da burada işte! Demek ki, Türkiye'deki anayasa yargısı organının hukuk devleti güvenceleri karşısındaki pozisyonu hiç de iç açıcı bir pozisyon değilmiş... İşin "halk iradesi" boyutunu tartışmayı ise zül addediyorum. Elbette üye seçiminde TBMM'ye de kontenjan tanınmalıdır...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |