AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Din-toplum ilişkisi (2)
Uygar Aktan'ın yazısını tahlil ve tenkide devam ediyoruz: "Devlet politikasından bireyin özel yaşamına kadar bütün faaliyetler din âlimlerinin fetvalarıyla çerçevelenecek. Oysa İslam ruhbaniyet, teokrasi, ruhani hükümet, kilise gibi kavram ve kurumları reddeder. Dinimiz bunları şirk (putperestlik) kurumları olarak nitelendirir." Dinimizin ruhbanlığı yani imtiyazlı ve diğer müminlerden farklı olup Allah ile kul arasında vasıta olan bir din adamları sınıfını kabul etmez, bu doğrudur. Ama ictihad yapan ve fetva veren din/İslam alimleri ile ruhbanlar ve ruhbanlık arasında benzerlik ilişkisi kurmak ya kasıtlıdır veya çok önemli bilgi eksikliğine dayanır. İslam alimleri Allah'tan vahiy alarak, Allah ile kul arasına girerek fetva vermezler, ictihad âyetlere ve hadislere (Allah'ın verdiği bilgiye) bakarak dinin kurallarını anlama ve açıklama faaliyetidir, bunu yapan alim, öncelikle kendisi için yapar (ve her mümin bunu yapmakla yükümlüdür), ilmi yeterli olmayanlar ise zorunlu olarak dini anlama ve uygulama yükümlülüğünü, bilenlere sorarak yerine getirirler. İctihad, dini bilgiye ulaşma, fetva ise bu bilgiyi paylaşma faaliyetidir ve bunlar her kese açıktır, ruhbanlıkla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Dinin, insan hayatında neleri içine aldığı neleri dışarıda bıraktığı konusu da asırlarca araştırılmış ve sağlam sonuçlara varılmıştır: İslam yalnızca iman, ibadet ve ahlaktan ibaret değildir; fert ve topluluk hayatının diğer alanları ile ilgili bildirimler, kurallar ve açıklamaları vardır; yeni konular da eski açıklamaların ışığında hükme bağlanır, "meşru, caiz, haram, yasak..." denir. Bunu müctehidler (en yüksek seviyede din alimleri) yapar, her isteyen çalışarak alim olabilir, alimler ictihad ederken herkesin ulaşabileceği ve çalışarak anlayabileceği kaynaklar (Kur'an'a ve hadislere) dayanırlar. Fıkıh Usulü kitaplarında açıklandığı üzere alimler din kuralı koymazlar (bu manada onlar hükmetmezler), Allah'ın koyduğu kuralları, ilmî araştırma ile keşfeder, ortaya çıkarırlar. İctihad ve fetvalar muteber icmâ'a dayanmadıkça kesin değildir, zan (güçlü kanaat) ifade eder. "...müçtehidin bir şeyin dine göre caiz olup olmadığı yönündeki fetvası bir öneri olmanın ötesine geçip, mülzim (bağlayıcı ve yükümlülük altına sokan) bir nitelik kazanırsa şirke girilmiş olunur. Yani en iyi niyetli müçtehitler bile, bütün temel konularda nihai onay mercii gibi içtihat verirlerse tağut (canlı put) olurlar ve onlara itaat edenler de müşrik (putperest) olmaktan kurtulamazlar." Sayın Aktan, merhum Seyyid Kutup ve benzerlerini "tekfirci: müminleri, inançta ve amelde bazı kusurları yüzünden kâfir ilan edici" olarak suçluyor ve kınıyordu; yukarıdaki sözleriyle kendisi, asırlar boyu gelip geçmiş, müctehidlerin fetvalarını bağlayıcı sayarak uygulamış milyonlarca Müslümana "müşrik" diyor; onu itidale, soğukkanlılığa, aklını başına devşirmeye, bilmediği konularda ahkâm kesmemeye çağırıyorum. Bir mümin, dinini yaşamak için Allah'ın ne buyurduğunu bilmek ihtiyacındadır, kendisi bilemiyorsa bir bilene "Allah'ım şu konuda bana ne buyuruyor" diye sorunca ve aldığı cevabı da "Bu alimin anlayışına göre Allah'ın buyruğu budur" diyerek bağlayıcı sayıp uygulayınca niçin müşrik olsun, haşa Allah'a ortak koşmuş bulunsun?! Mümin, alimi -haşa- Allah yerine koymuyor, kendisinin de çalışarak ulaşabileceği din bilgisine, acizliği yüzünden bir bilenin yardımı ile ulaşıyor ve uyguluyor, bunun şirk ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Sayın Aktan'ın tavsiye ettiği Mâtürîdiyye mezhebine göre "mukallidin imanı sahihtir". Peki mukallid kimdir, kendisi araştırma yapmadan, delillere ulaşmadan mezhep alimlerinin açıklamalarına, içinde yetiştiği topluluğun geleneğine göre iman eden kimsedir. Eğer Aktan'ın söyledikleri doğru ise Mâtürîdîler şirke kapı açmış olurlar; çünkü inanç konularında taklit, alimin, çevrenin söylediklerini kesin ve bağlayıcı olarak kabul etmek, amelde (ibadetler ve diğer amelî-dinî kurallarda) yapılan taklitten daha ileride ve daha önemlidir. "Akıl-vahiy, Allah'ın külli iradesi-kulun cüzi iradesi ve iman-amel ilişkileri konularında içselleştirilen inanış tarzı, toplumun karakterini şekillendirir. Bu tartışmada Eşariliği mi savunuyorsunuz, yoksa Maturidiliği mi, onu söyleyin!" "Emriniz olur" Sayın Aktan, hemen söyleyelim: Bir İslam alimi, belli bir ictihadı, anlayışı, yorumu körü körüne, sırf bir bağlılık adına savunmaz, bütün alimleri okur, anlar, kendisi de düşünür, aklına, genel teorisine ve metoduna uygun bulduklarını savunur, uygun bulmadıklarına da -vahiy almamış olduklarına göre- alimlerden hangisine ait olursa olsun katılmaz ve reddeder. Bahsedilen iki mezhep arasında Akıl-vahiy ilişkisi bakımından önemli bir ihtilaf, vahye bağlı olmadan aklın iyi ve kötüyü anlama ve ayırma kabiliyeti ile ilgilidir. Daha önce de söylediğim gibi bu ihtilafın "akıl ile din kuralı koyma" ile hiçbir ilgisi yoktur, her iki mezhebe göre de İslam (vahiy, peygamber) geldikten sonra akıl ile din kuralı konamaz. Bu konuyu, Aktan'ın beğendiği Seyyid Bey'den özetleyeyim: "Mutezileye göre akıl her konuda iyiyi (haseni) kötüden (kabîh) ayıramaz, ayırabildiği konularda vahiy gelmese bile insanlar -din yönünden de- yükümlü olurlar. Mâtürîdîler ile Eş'arîlere göre vahiy geldikten sonra akıl ile din kuralı konamaz. Din kuralları vahye ve ictihada dayanır. Şeriat gelmeden önce akıl yoluyla insanlar iyiyi kötüden ayırabilir ve bu yüzden de iyi olanla yükümlü olurlar mı? Eş'arîlere göre olmazlar. Mâtürîdîler'in bir kısmı da böyle der, diğer kısmı ise yalnızca Allah'a iman konusunda yükümlü olduklarını, diğer (ibadet, helal-haram vb.) konularda yükümlü olmadıklarını; çünkü akıl ile bu konularda dînî kural konamayacağını (meşru, farz, vacib, haram, helal, sahih, batıl... denemeyeceğini) söylerler (Usûl-i Fıkıh, II, 230 vd.) Devam edecek.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |