T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Keskin dönüş ve Beyaz Saray mantığı

Özellikle kritik siyasi meselelerde ve uluslar arası ilişkilerde ton ve üslup bazen belirleyici olur...

Örnek mi?

İşte TBMM Başkanlığı'na gönderilen tezkere:

Son üç paragrafında şöyle deniyor:

"Türkiye bu sorunun uluslar arası askeri müdahaleye gerek kalmadan barışçı yollarla çözüme kavuşturulmasını samimiyetle istemektedir. 58. Cumhuriyet Hükümeti tüm imkanları kullanarak bu yöndeki çabalarını sürdürmektedir.

Barışçı çözüm için tüm imkanlar seferber edilirken Türkiye'nin her durumu ve ihtimali de göz önünde bulundurması ve barışçı bir çözümün şartlarının oluşamaması durumunda karşısına çıkacak her gelişmeye karşı hazırlıklı olması da hayati önem taşımaktadır. Türkiye'nin temel hak ve çıkarlarına ve uluslar arası sorumluluklarına uygun etkili bir siyaset izlemesi ve gelişmelerin seyrine göre gerekli tedbirlerin zamanında ve etkili biçimde alınabilmesi için hazırlıkların buna göre yürütülmesi zaruridir.

Bu mülahazalarla gerekli bütün hazırlıkları yapmak ve güvenlik tedbirlerini almak amacıyla, gelişmelerin seyrine göre Türkiye'nin sorumluluklarına ve menfaatlerine uygun, etkili bir politika izlemesine imkan sağlamak üzere, (...) alt yapı faaliyetlerinde bulunmak amacıyla (...) ABD'ye mensup (...) personelin (...) Türkiye'de bulunmasına (...) TBMM tarafından izin istenilmesi (...) kararlaştırılmıştır..."

Bir diğer örnek AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma. Bu konuşmanın ağırlığını oluşturan şu cümleleri:

"Barış için adım atması gereken Irak yönetiminin, atması gereken adımları atmadıklarını esefle görüyoruz. Bir liderin basiretsizliğinin bedelini masum bir halkın ödeyeceği yeni bir olayla karşı karşıyayız. İnsanlık tarihinin bu en eski belası yeniden gündeme oturmuştur (...)

Bir müdahale sonrasında Irak'taki bugünkü yapının değişmesi ve yeni yapılanmaya gidilmesi halinde Türkiye'nin bu sürecin karar mekanizması içinde etkili şekilde yer alması gerekir(...)

Harekatın başında denklem dışı kalınırsa, harekatın sonunda gelişmeleri yönlendirmek konumda olmak mümkün olmayabilir... "

Her ne kadar bize göre önlem olarak askeri tedbirler alma, üsleri açma, Kuzey Irak'a asker gönderme savaşa taraf olma anlamına gelse ve kabul edilemez olsa da, iki örnek arasında yine de önemli farklar vardır.

TBMM'nin Anayasa'nın 92. Maddesi çerçevesinde ülke topraklarına yabancı asker almak ve yurtdışına asker göndermek için hükümete yetki verilmesini sağlama amacını taşıyan bu örneklerden birincisi "sınırlı barışçı bir dil"e, ikincisi "ülke çıkarları açısından faydacı ve savaşçı bir dil"e işaret etmektedir.

Ne var ki, fezlekedeki dilin bir anlamı kalmamıştır. Hükümet ve AKP fezlekedeki dili ve onun işaret ettiği politikayı izlemekten tümüyle vazgeçmiştir. Artık açık olarak ortadadır ki, Türkiye'nin resmi pozisyonu Tayip Erdoğan'ın yaptığı ve ertesi gün Abdullah Gül tarafından desteklenen konuşmada gizlidir. TBMM'ye gönderilen fezleke ise bu pozisyonun düne kadar izlenen barışçı tavrın arkasına gizlenmesinden başka bir şey değildir.

Bu iki örneği vermemizin ve bunları karşılaştırmamızın nedeni, "aynı hedefe farklı araçlarla gitmek mümkün olmasına rağmen, AKP'nin bunu bilinçli olarak reddettiğini, barışçı bir gerekçe arkasına gizlenerek savaşçı ABD pozisyonu ile gerekçelerini sahiplendiğini" ortaya koymak içindir.

Nitekim Abdullah Gül'ün önceki gün gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı görüşmede sarfettiği, "artık stratejik ortağımız ABD'yle birlikte hareket edeceğiz" sözlerinin ardında bu duruma ilişkin ayrıntılar ve politika değişikliği yatıyor.

İki "küçük kanıt" verelim...

Birincisi Dışişleri Bakanı Yakış'ın önceki gün uluslararası meşruiyetin tek kaynağının BM Güvenlik Konseyi'nin vereceği karar olmadığı, ABD ve İngiltere'nin kanıtlarının da bir meşruiyet oluşturabileceğini söylüyordu.

Bu, Türkiye açısından keskin bir politika değişikliğidir. Zira, hem BM'nin kararına bağlı hareket edileceği ilkesinin terkini, hem savaşcı ülkelerin keyfi tezlerinin meşruiyet kaynağı olarak benimsenmesini ifade etmektedir. Stratejik ortaklıktan kasıt da muhtemelen budur, yani Beyaz Saray ağzının ve tavrının kabulüdür.

İkinci kanıt, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in şu sözlerinde yatıyor:

"Irak sorununda bazı ülkeler operasyon aşamasında destek verecek, bazı ülkeler Saddam sonrası Irak'ın yapılanmasında rol oynayacak. Ancak üç, dört ülke var ki, onlar hiçbir aşamada rol oynamayacak. Küba, Libya ve Almanya bu ülkelerden..."

Bu durumda Tayyip Erdoğan'ın "denklemde yer almak gerekir" sözlerini, savaşı aktif şekilde destekleyerek bunun karşılığını beklemek şeklinde yorumlamak gerekmez mi?

Evet, yeni politika ve Beyaz Saray mantığı herkese "hayırlı" olsun!



7 Şubat 2003
Cuma
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED