AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Sahne

Tiyatro sahnesinde oynanan oyunun seyircisi gönüllü bir seyircidir. Ama siyaset sahnesinde oynanan oyunun seyircisi zorunlu bir seyirci konumundadır. İnsan, tiyatroya parasını ödeyerek ve bile isteye gider. O sahnede görmek istediği bir oyun olduğu için gider. Sonunda seyrettiği oyundan memnun olur veya olmaz, fakat bundan dolayı, yani o oyunu seyretmiş olmasından dolayı kendisinden başka sorumlu tutacağı kimse yoktur. Hayır, oyuncuların performansından dolayı sorumlu tutulacak birini aramıyorum, o seyircinin o oyunu seyretmiş olmasından doğabilecek sorumluluğun kimin üstünde kalacağını soruyorum. Yoksa o oyunu sahneye koyanın, oyunu icra eden aktörlerin, o oyunun en iyi biçimde sahnelenebilmesi için gereken diğer her türlü işin bir sorumlusu elbette bulunmaktadır. Dahası seyirci tepkisi bu oyunun sergilenmesinde etkili de olabilir: seyircinin alkışlarıyla veya yuhalarıyla gösterdiği tepki o oyunun sonunu da, devamını da belirleyebilir.

Fakat siyaset sahnesindeki oyun böylesine berrak görünmüyor. Bir kere siyaset sahnesinin seyircisi mecburen bulunduğu yerde bulunmakta ve sahnelenen oyunu mecburen seyretmektedir: burada bir seyirci olmasından dolayı ona bir sorumluluk yüklemiyoruz. Aktörlerin, içinde yer aldığı oyunda gönüllü olup olmadıkları da meşkuktür; hatta çoğu kez aktörler istemedikleri ve beğenmedikleri bir oyunda rol almış olabilirler ve galiba siyaset sahnesinin kuralı böyle işlemektedir. Sahnelenen oyunun yöneticisinin de bu oyuna hakim olup olmadığı bir soru konusudur. Yönetici ile sahneye koyanın işlevlerinin de birbirinden farklı olduğunu düşünürsek, bu oyunda sahneye koyanın kim olduğunu belirlemek de hemen hemen imkânsız gibi görünmektedir. Denilecek ki, bütün bu görevler belli ve ortada olduğuna göre sorumluların da o kimselerin olması gerekmez mi? Meselenin şaşırtıcı yanı işte tam da bu sorunun hedeflediği noktada bulunuyor. Ortada sorumluluk yüklenebilecek veya sorumluluk üstlenebilecek birilerinin var gibi durmasına rağmen, böyle sorumlu arandığında onu bulmak imkânsız hale geliyor.

En başta seyircisi hem zorunlu bir seyirci olması sıfatıyla, hem tepkilerinin işe yaramaması durumuyla sorumlu tutulamıyor. Dahası onun tepkileri yönlendirilmiş tepkiler olduğu için gösterdiği tepkinin bizzat kendisi bir soru haline geliyor. Durum yalnız Türkiye'deki seyirci için söz konusu değil, Amerika'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin.. seyircisi de yönlendirilmiş seyircidir: onun bir başına bir şey isteyip istemediği bilinmiyor, fakat ona bir şeylerin istetildiği aşikâr görünüyor. Bu oyunda aktörlüğe çıkmış olanların durumu da meşkuktür: onlar kendilerine göre belli bir oyunun aktörü olmak üzere sahneye çıkmış olabilirler, fakat oyunun seyri esnasında içinde yer almayı istedikleri oyunla oynamakta oldukları oyunun farklılaşmış olduğunu görseler bile, meslekleri sahneyi terk etmeye izin vermiyor, oyunu mecburen sürdürüyorlar. Bu oyunun yöneticisi de oyuna hakim olamıyor. Çünkü o da, belli bir oyunu yönetmek üzere görev almışken, bakıyor ki, sahnedeki oyunda yer almaktan dolayı hiç olmazsa o oyunun hakkını vermek istiyor olabilir, ama bu durum tam da yöneticinin işini zora sokan bir amil oluyor. Sahneye koyan (yani belli bir oyunun oynanması için emeğini, sermayesini koyan ve o oyunun en iyi biçimde sahnelenmesine teşebbüs eden) kişi de, bakıyor ki, sahnedeki oyun kendisinin hedeflediği oyun değildir. Ne yapabilir? O anda her şeyi darmadağın edip: "Ben bu işte yokum" diyebilir mi?

Demek ki, belli bir anlamda, siyaset sahnesindeki oyunun herkesin sorumluluğu dışında sahnelendiğini söylüyoruz. Fakat gene de, bunda, insanı rahatsız eden bir durum ortaya çıkıyor: peki bu oyunun sorumlusu hiç kimse değilse, sorumlu kim? Bu paradoksun içinden ancak herkesin kendini ve yalnız kendini sorumlu tutabileceği bir dizgenin içendeymişçesine bir tavrı benimsemesiyle çıkılabilir. Bu durumda seyirci tepkisini sahneye yöneltmek zorundadır, aktör bu tepkiyi cevaplamak, yönetmen bu tepkiye göre yönlenmek ve nihayet sahneye koyucu da: "Ben bu işin içinde yokum" veya "varım" demeyi benimseyecek bir ahlâkî açıklık içinde yer alma mevkiinde bulunmak zorundadır. Böylece herkes herkesten hesap sorabilecektir. Ancak son tahlilde bütün bu ortadaki güruhun ne istediğini bilen kimselerden müteşekkil olması gerektiğini ileri sürdüğümüz anda, işler yeni baştan karışıklaşacaktır ve insanlar hangi gebeşten, hangi hödükten hesap soracağını bilemez hale gelecektir. Böyle bir durumda ortaya birinin çıkıp da: "Bütün sorumluluk bendedir" demesini beklemek ahmaklık olmaz mı?


13 Nisan 2003
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED