|
|
Mezartaşları Müzesi (II)
Eyüb kabristanına yolları düşenler Piyer Loti'ye tırmanan yokuştan yukarı çıkarken biraz dikkatle bile yolun hemen sağ tarafında merhum Ahmet Kabaklı'nın mezarını görmekte zorlanmayacaklardır. Merhumun mezartaşının üzerinde bir kavuk gördüklerinde sanırım çok az kişi yıllarca köşeyazarlığı yapmış olan ve daha çok edebiyat sahasındaki eserleriyle tanınan bir zatın mezartaşının üzerinde böyle bir "kavuk" sembolünün bulunmasına bir anlam verebilecek, belki de yadırgayacaktır. Buna karşın çoğu kimse ise herhalde bu sembolü bir "nostaljik deneme" (!) sayacak ve belki farketmeyecektir bile. Ya da bu sefer yokuşu o kadar çıkmadan sol tarafa yönelip Necip Fazıl Kısakürek'in mezarını ziyaret edenlerin çoğu merhum şairin mezartaşında hiçbir sembol ya da hiçbir yazının yer almamasına kuşku yok ki bir mânâ vermekte sıkıntı yaşayacak, bu sadeleğin sebebini yorumlamakta zorlanacaklardır. (Merhum Hilmi Oflaz ağabeyimizin mütevazı mezarının niçin orada olduğu malum, ama şairinkinin niçin orada yer aldığı sanırım çoklarınca meşkuktur!) Yukarılara çıkmaya gerek yok, aşağılarda Adile Sultan'ın veya Prens Sabahattin'in o kocaman türbelerinin (!) mimari tarzı kaç kişinin dikkatini çekecektir sanıyorsunuz? Farkedilirse şayet, bu tarzı nasıl yorumlamak gerektiğine dair neler söylenebilir acaba? Ya büyük Türk Matematikçisi ve Astronomu Ali Kuşçu'nun mezarı? Görevliler de dahil yerini bilen, gören acaba kaç kişi? (İhsan Fazlıoğlu dostumuz himmet buyurup delalet etmeseydi biz bilebilecek miydik sanki?!) Ziya Gökalp'in mezartaşının başına gelenleri bilmeyenler Ziya Gökalp hakkında hakikate uygun bir tasvirde bulunamazlar desem mübalağa mı etmiş olurum? Peki II: Abdülhamid Han'ın nâşı niçin Fatih Camii'nin haziresinde değil, İttihatçılar mezarında ikamete mecbur edilmiş de siyasetin insafsızlığı hayatın sınırlarıyla yetinmemiştir? Buna karşın Mehmed Akif hayatta iken ayrı kaldığı dostlarıyla sınırın ötesinde buluşmuş, bir yanına Babanzade Ahmed Naim'i, diğer yanına Süleyman Nazif'i almış ebedî istirahatgâhında olsun dostlarıyla sohbete devam edebilmiştir. Biz ölüleriyle yaşayan bir millettik bir zamanlar... Gerçi millet-i hâkime değilse bile, millet-i hakikiye hâlâ âdetlerine sadık, onda bir kuşku yok, fakat 'millet' vasfını yitiren kitleler sınırın öte yakasından o denli uzaklar ki!!! Ne yazık ki çok az kişi —bilhassa İstanbul'daki— mezartaşlarının anlamını bilir. Mezar sahibinin hangi tarikten, hangi meslekten, hangi sınıftan veya kadın mı, erkek mi, çocuk mu, şeyh mi, mürid mi, muhibb mi olduklarını ya da ilmiye'ye mi, seyfiye'ye mi, kalemiye'ye mi mensub bulunduklarını anlamak için mezartaşlarını bilmek, onların diline aşina olmak gerekiyor. Mezartaşları'nın üzerinde yazan yazıların dilini, Arapça veya Osmanlıca olmalarını kasdetmiyorum sadece, onların suretlerinin dahi simgesel bir dili olduğuna işaret etmeye çalışıyorum. [Unutmamalı ki bizim mezartaşlarımız Arkeoloji'den çok, Semioloji'nin, Göstergebilim'in konusudur. Dilbilim'e alâka duyanlara hatırlatılır!] Her mezartaşı bir anlam dünyasını sembolize eder; herbir mezartaşındaki en küçük hareket de bu anlam dünyasının kurucu unsurlarından biri olarak büyük bir işleve sahiptir. [Ne zaman bir Melamî taşına baksam, o taş parçasının bütün gücüyle nasıl da Varlık'a feda olmuş haysiyetli başlara delalet ettiğini düşünür, üzerlerinde hiçbir alâmet olmasa bile yine de o sadelikte hep pırıl pırıl onurlu bir duruşun ışıdığını, ışıldadığını görürüm. Şahsen hiç Yeniçeri taşı görmemiştim, geçen o da nasib oldu; koca İstanbul'da sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen bu taşlardan birinin sahibi bütün perişanlığıyla hâlâ gözyaşı dökmeye devam ediyordu. Lakin tanıkları da kendileri gibi artık iyiden iyiye yok olmaya yüz tutmuştu.] İstanbullu olmak İstanbul'un geçmişiyle olmak, olanlarla 'olmak' demektir. İşte bu yüzdendir ki İstanbul'u tanımak İstanbul'un geçmişini, İstanbul'un tarihini bu geçmiş ve tarihi bize taşıyanları tanımak demektir. Teklifimi yineliyorum: Tamamen yok olup gitmeden, hemen, bir an evvel Büyükşehir Belediyesi'nin öncülüğünde bir "Mezartaşları Müzesi" kurulmalı! Bu müzede İstanbul mezarlarında her geçen gün yokluğa karışan, karışmak üzere bulunan mezartaşları tesbit edilip içlerinden temsil gücü yüksek örnekler seçilmeli ve bu örnekler kronolojik olarak sergilenerek İstanbullu 'olmak' iddiasındaki hemşehrilerimize tanıtılmalı! Bu soylu vazifeyi gerçekleştirmek kime nasib olacak bilemiyorum ama gerçekleştirecek olanları İstanbul'un sadece geçmişteki veya şimdiki sakinleri değil, gelecekteki sakinleri de hayırla yad edeceklerdir! O halde İstanbul'a bir "Mezartaşları Müzesi" hediye edecek olanları şimdiden hürmetle selamlıyorum. İnanıyorum ki bu hediye sahiplerine ulaştığında, 'selam' da "ölü"lerin yurdundan "ölümlü"lerin yurduna ulaşmış olacaktır!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |