|
|
Türkiye, Dünya Rekabet Piyasasında küme düştü. Son 10 yılın en kötü derecesini alarak, G. Afrika Cumhuriyeti, Filipinler, Polonya ve Arjantin'in ardından, 48 ülke arasında sondan 6'ıncı oldu" diyor MESS Yönetim Kurulu Üyesi Erdoğan Karakoyunlu. Bunun sebebinin de Özal hükümetleri hariç tüm gelen hükümetlerin ekonomiyi değil siyasete birinci öncelik tanıdıklarından kaynaklandığını da vurguluyor. Türkiye'deki sendikalaşma ve işçi-işveren sendikaları konusundaki görüşleri ise ilginç, bir işveren olarak Türkiye'deki işverenlerin sendikaya karşı olmadıklarını, fakat şu ana kadar Türkiye'de ciddi manada işçisi ile ilgilenen işçi sendikalarını göremediğinden de bahsetti. Uzun süre MESS Başkanlığınıda yapan Erdoğan Karakoyunlu ile MESS'in 45 yıllık geçmişini de konuştuk. Ekonomi-siyaset ilişkileri nasıl? Türkiye'nin birinci önceliği ekonomi olmalıdır diyoruz. Bugüne kadar gördüğümüz Özal hükümeti hariç hiçbir hükümet ekonomiye ağırlık vermedi. Birinci öncelik siyaset oldu. Solcular dahil, asker hükümeti dahil ekonomiye ağırlık veren hükümet görmedim. Son krizde bile iki kriz atlatmamıza rağmen Sayın Ecevit artık bundan sonra ekonomiye ağırlık vereceğiz dedi. Dedi de ne oldu? Sonuç bir iki toplantıdan sonra fiyasko... Ekonomi siyasetin gölgesinde kalmıştır. Bu ihmalin faturalarını ağır ödedik. Rekabetçi bir ekonomiye sahip olamayışımızın sebebi nedir? Bugün rekabetçi bir dünyada yaşıyoruz. Rekabet bugün herkesi bir yere getirdi. Türkiye ise sürekli geriliyor. En son rakamlarda 49 ülke içerisinde 47 sıradayız. Bu hükümetlerimizin ekonomiye önem vermediğinin göstergesidir. İşverenler artık kendi yağı ile kavruluyor. Devletten bir şey istemiyor artık kapalı ekonomi dönemi değil artık. Devleti takip et köşeyi dön dönemi bitti artık. O eskidendi, şimdi açık ekonomideyiz. Açık ekonomide de devletten beklentimiz iş dünyasının önünü tıkayan ne varsa açsın başka birşey istemiyoruz. Son krizde korkulanın aksine fazla işçten çıkarma olmadı? Bunun sebebi nedir? Şunu kabul etmek lazım, artık işçi ve işveren 1980 öncesi gibi düşünmüyor. Yani eskiden işçi bana ne işveren zarar etmiş etmemiş umurunda değildi, hemen grevi düşünüyordu. Şimdi işçi öyle değil bizzat işin içinde artık bakıyor stokta mal varsa tedirgin oluyor bu mal satılmadı, işverenin durumu iyi değil diye. Biz de MESS olarak üyelerimizi işçi çıkarmaması konusunda uyardık. Eskiden olsaydı hemen işçi çıkarma yolunu gidilirdi. Ama bu kez esnek çalışmayı önerdik, işçiler de kabul etti ve korkulandan çok daha az işçi çıkarmaları oldu. Haftalık çalışma saatleri düşürüldü, işten çıkarılma yerine iş saatleri azaltıldı, ücretlerde değişiklik yapıldı. İşçi sendikalarıyla aranız nasıl? Bazı sendikalar var ki işveren zarara girsin anlayışı hakim. İşçi ise öyle değil. İşçi artık bilinçlendi. Çalıştığı fabrikada stoklara bakıyor eğer malı satılmazsa işçi endişeleniyor. Artık işçi fabrikanın ortağı gibi düşünüyor. Sendikalar işçiden öğreniyor. İşçinin işi garanti değil ama sendikacının işi garanti, iş kaygısı yok. Dolayısıyla gelişime kapalı. Sendikacılığımızın ciddi manada gözden geçirilmesi gerekiyor. İş güvencesi yasasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi sendikaları bunu işverene karşı kazanılmış büyük bir zafer olarak değerlendirip İş Kanunun değiştirilmesine sıcak bakmıyorlar. Sayın Bakanımızla birlikte 15 gündür toplantı halindeyiz. Bakanımız toplantıyı biran bile terketmiyor, uzlaşma sağlansın diye. Ancak işçi sendikalarımız kendi aralarında birlik olmadığı için kanunun çıkması gecikiyor. Topu topu değişecek madde sayısı 8 tane.
Yüksek prim kaçak işçiye itiyor
İşverenin en çok yakındığı konulardan biri de kaçak işçi konusu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türkiye'ye giriş yaptığı halde, çıkış yapmayan 2 milyon turist var. Bunlar Türkiye'de kaçak işçi olarak çalışıyor. Bir diğer konu da sigortasız çalışanlar var. Kaçak işçiler zaruretten kaynaklanıyor. Bir zamanlar bizim vatandaşlarımız Almanya'ya nasıl kaçak işçi gitmişse, bugün de ülkemizde aynıdır. Tamamen arz-talep meselesi bu. 2000 yılı Haziran ayından itibaren yürürlükte olan İşsizlik Sigorta Primi uygulamasına göre, sigorta primine esas kazançların %7'si işsizlik sigorta fonuna gitmektedir. Bu uygulamanın %2'si işçiden, %3'ü işverenden ve %2'si de Hazine'den sağlanmaktadır. Aylık prim tahsilatı yaklaşık olarak 100 trilyon TL'dir. Reel sektörün yaşadığı sıkıntının aşılmasında işçi ve işveren payının geçici bir süre için ertelenmesi veya Hazine tarafından üstlenilmesi bir çıkış yolu niteliği taşıdığı düşünülebilir.
İşveren AB'ye hazır, bürokrasi değil
Savaş gündemi yüzünden AB ile ilgili gelişmeler gündemden düştü. Türk işvereni AB'ye girmeye hazır mı? Yani rekabete hazır mıyız? İlk önceleri, AET-AT gibi kavramlara Türkiye yabancı kaldı. Daha sonra AB gibi Avrupa Birliği'nin gelişmesine biz ayak uyuduramadık. Trene bir türlü yetişemedi Türkiye. Türk işvereni olarak AB'ye hazırız ama bürokrasi hazır değil, devlet hazır değil. İş dünyasının riski var. Hazır olmak zorunda ki rekabet edebilsin bugün olmazsa AB yarın mutlaka olacak. O zaman şimdiden hazırlanmak gerektiğinin bilincindedir. Ama bürokrasinin bir sorumluğu yok, işveren gibi zarar eder miyim diye düşünmüyor. Devletimizin kendisi AB hazırım dediği anda AB girebiliriz. Evet bir sürü eksimiğiz olduğunu kabul etmek lazım. Ama bütün bunlar düzeltilebilecek şeylerdir. Batılılaşma yolunda Abdülmecid'den beri yola çıkmışız hala devam ediyoruz, önemli olan trene yetişmek ve trene binmektir. Hangi vagonda oturacağımızı şimdiden konuşmak için çok erken.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |