AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü N Y A
'Irak'ta barış İsrail'in çıkarlarına aykırıdır'

ABD dış politikasını "İsrail güdümlü" bir politika olarak yorumlayan Carl Estabrook, "Devlet olarak varlığını kargaşa, kaos ve savaşlara borçlu olan İsrail, ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordudur" dedi.

Amerikan dış politikasını 'İsrail güdümlü' bir politika olarak tanımlayan Illinois Üniversitesi öğretim görevlisi Carl Estabrook, "İsrail, devlet olarak varlığını kargaşa, kaos ve savaşlara borçludur" diyor. CounterPunch gazetesindeki yazısında, "İsrail, ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordudur" önermesinden hareket eden sosyolog ve tarihçi Carl Estabrook, "küresel güvenlik" denilen ama aslında "küresel yayılma ve saldırganlık" anlamına gelen ABD"nin İsrail kaynaklı yeni uluslararası stratejilerini yorumluyor. Chomsky'nin, "İsrail devleti Amerika'nin sınır karakolu ve Pentagon'un keşif koludur" tespitini aktaran Carl Estabrook, yazısına Chomsky'den şu uzun alıntıyla devam ediyor: "Ne yazık ki İsrail, giderek ABD'nin bir benzeri olmaya başladı. Şu an endüstrileşmiş ülkeler arasında, gelir dağılımı en adaletsiz ve sosyal devlet sistemi en dengesiz olan ülke Amerika'dır.

ABD'nin sosyal ve ekonomik sisteminde gözle görülür bir düşüş ve gerileme söz konusu. İsrail, ülkesinde uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalar açısından değerlendirilince, sonunda ABD'nin kötü bir karikatürü olmaya mahkum görünüyor. Bu durum İsrail'in seçimleriyle ilgili. Bir ordu devleti olarak İsrail, barışçıl politikalar izleyerek bölgesine uyum sağlamak yerine bölgedeki güçlerle çatışma içinde yaşamayı ve savaş bağımlısı bir politika izlemeyi tercih ediyor.

Bu tercih yıllar önce uygulamaya sokulan 'saldırganlık' politikalarının ürünü. İsrail devleti savaşa bağımlı bir devlettir. Varlık nedeni sürekli çatışma ve kargaşa içinde olmasına dayanır." İsrail'in eski ABD büyükelçisi Zalman Shoval, İsrail Askeri Radyosu Galatz'a verdiği bir demeçte bu gerçeği şöyle haklılaştırıyor: "Irak savaşının ertelenmesi İsrail'in çıkarlarına aykırıdır"

Tek uluslu politika

Faşist İtalya sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için 1934 yılında güçsüz Habeşistan Krallığı'nı işgal etti. Bu işgal, o zamanlar uluslararası yaptırım gücüne sahip tek kurum olan Milletler Cemiyeti'nin sonunu hazırladı. ABD'nin, Irak'a açacağı her hangi bir savaş tıpkı faşist İtalya'nın Habeşistan'ı işgalindeki gibi benzer sonuçlara gebe görünüyor. ABD'nin Irak'ı ve Ortadoğu'yu işgal etme politikası, İkinci Dünya Savaşı'na zemin hazırlayan olaylar serisiyle büyük bir benzerlik gösteriyor.

Faşist İtalya'nın, Habeşistan'ı işgali nasıl Milletler Cemiyeti'nin çökmesine ve sonra da İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açtıysa; ABD'nin Irak'ı işgali de benzer bir biçimde önce uluslararası hukukun ve BM'nin iptaline, sonra da etkisi II. Dünya Savaşı'ndan iki veya üç kat daha şiddetli olan büyük bir yıkıma ve trajediye neden olacak. ABD'nin "küresel güvenlik" dediği ama aslında "küresel yayılma ve saldırganlık" anlamına gelen yeni uluslararası stratejisi kısaca şöyle özetlenebilir:

Bundan böyle ABD nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üreten ve tehdit oluşturduğuna inanılan ülkelere karşı, konvansiyonel silahlar yanında nükleer silahları da kullanarak, önleyici darbe indirebilecek.

Ayrıca askeri ve siyasi yöntemler birlikte uyumlu bir strateji haline getirilip, terörle mücadelede kullanılacak. Temelleri İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra atılan ve çeşitli yamalarla günümüze kadar varlığını devam ettiren şu anki dünya düzeni, uluslararası ittifak ve kuruluşlara dayanıyor.

Şimdi bu düzeni değiştirmek isteğindeki ABD, kuracağı yeni düzende Avrupa'ya yer vermek niyetinde değil. Bu yeni planın en önemli ve en çok kaygı uyandıran maddesi, "tehditleri önceden vurmak diye özetlenebilecek olan saldırganlık stratejisi."

Tehdit olarak "algılanan" ülkelerin ABD'ye olası bir zarar vermeden vurulması gerektiğine dayanıyor bu yeni düzen.

Dünyayı kimseyle paylaşmak niyetinde olmayan Amerika, kendi dışında tehdit unsuru olabilecek her hangi bir askeri gücün oluşmasına izin vermeyecek.

Bahaneler artık savaş nedeni

Bundan sonra savaşlar, dünyada ve Ortadoğu'da, Amerikan dış politikasının uzun dönemdeki önceliklerini savunmak ve garanti altına almak anlamına gelecek.

Bu politikanın neden Irak'ın elimine edilmesine ve bölgedeki kitle imha silahlarına sahip diğer güçlerin yok edilmesine dayandığını anlamak için, 'asimetrik nükleer caydırıcılık yani rakibine denk olmasa da caydırıcı güce sahip olma' kavramına başvurmamız gerekiyor.

Buna göre, küçük bir devlet, yeterli miktarda askeri güce sahip olmasa da kendisinden çok güçlü devletler için caydırıcı bir potansiyele sahip olabilir. Amerika ve İsrail, dünyadaki nükleer güç hegemonyasının sedece kendilerinde olmasından yanalar. İsrail'in elindeki nükleer silahlar, herhangi bir NATO üyesi veya Avrupa ülkesinin elindekilerden daha fazla.

Bu duruma dikkatleri çekmek isteyen Clinton'ın Strateji Uzmanı General Lee Butler, "Güç dengesindeki bu fark düşmanlık ve geçimsizliğin had safhada olduğu Ortadoğu için büyük bir tehlike oluşturacaktır. Çünkü bir devletin kendini silahlandırması, doğrudan diğer devletleri de silahlanmaya zorluyor" diyor.

Bu nükleer silahlar çoğunlukla güçsüz/nükleer silahı olmayan ülkelere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanılıyor. Truman'dan bu yana bütün ABD başkanları, Üçüncü Dünya ülkelerini nükleer silahla ve bölmekle tehdit ettiler.

Saldırı egemenliği

İsrail aşırı miktarda nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlara sahip bir ülke. Ama bu silahlardan birazı veya bir tanesi rakip ülkelerden birinin elinde olduğu zaman, İsrail ve Amerika'nın saldırı egemenliği nötr hale geliyor. Tabiî, Irak veya başka bir ülkenin İsrail'e saldırması veya bunu düşünmesi kendileri açısından büyük bir trajediye yol açar. Çünkü İsrail kendisi yok olurken, başkalarının yaşamasına izin vermeyecek bir anlayışa sahip.

İlan edilmemiş savaş

İsrail'in güvenliği ve Amerika'nın geleceği için bütün Ontadoğu'yu ve buradaki Müslüman toplumları boyunduruk altına almanın altını çizen bu plan, kendisinden önceki Bush yönetimine göre İsrail'e karşı daha mesafeli bir tavır sergileyen Clinton döneminde açıklanmıştı. Ama bu projenin mimarları, kendilerine uygun zemin ve zamanı ancak Bush yönetimi sırasında bulabildiler.

11 Eylül saldırısı, başını Richard Perle ve Rumsfeld'in çektiği bu gruba önceden hazırlamış oldukları bu projeyi devreye sokmak için inanılmaz bir fırsat sundu. Washington Post gazetesi, Irak'ın 11 Eylül saldırısıyla her hangi bir ilişkisinin olup olmadığı tam olarak bilinmemesine ve Washington'un bu konuda kesin bir kanıtı olmamasına rağmen, Bush'un, 11 Eylül saldırısından yaklaşık bir hafta sonra Irak'ın işgal edilmesi gerektiği yönündeki Pentagon tarafından hazırlanmış bir raporu imzaladığını yazdı.

Bush yönetiminin üç amacı

AMERİKAN dış politikasının temel prensiplerine de uyan bu projenin ilk hedefi herkesin bildiği gibi petrol. ABD, dünyanın en büyük ikinci rezervine sahip Irak petrollerinden yararlanmak değil bu petrolü bizzat kontrol etmek istiyor. Büyük petrol şirketleri ve diğer devletler için asıl sorun işte burada ortaya çıkıyor. ABD'nin petrol kaynaklarından yararlanma değil de kontrol etmedeki ısrarından. Bu durum, şu an Irak petrollerinden tatlı kazançlar sağlayan Fransız ve Ruslar'a ait bazı büyük şirketleri korkutuyor. Çünkü savaş sonrasında ABD'nin uygulayacağı tek yönlü planlar, bu büyük şirketlerin ayrıcalık ve avantajlarına son verecek. Irak'a karşı uygulanan saldırı ve işgal planları, Ortadoğu'nun tüm enerji kaynaklarını kullanmak isteyen ABD'nin dış politika önceliklerinden kaynaklanıyor.

BU bir gösteri savaşı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Vietnam dahil Amerika'nın diğer bütün savaşları gibi, Irak savaşı da Washington'un emir ve politikalarına uymayan devletlere bir gözdağı verme savaşı. Ayrıca Amerika bu tip savaşları, askeri ve teknolojik gücünü kullanacağı bir test alanı olarak görüyor.

SAVAŞ kötüye giden Amerikan ekonomisi üzerindeki dikkatleri başka alanlara çekecek. Savaş hazırlıklarına girişen ve terörizm korkusunu körükleyen Bush yönetiminin bir amacı da, ekonomik politikalarına karşı yükselen sesleri boğmak. Böylece, hiçbir muhalefetle karşılaşmadan, toplumun fakir kesimlerinden zenginlere doğru istedikleri kaynak transferini gerçekleştirecekler. Diğer bir şeytanî planları da, önümüzdeki dönemde artık nasıl yapacaklarsa tekrar seçilmeyi garantilemek.

İşgal projesi'nin mimarı: Perle

ABD'nin Irak'a saldırması, güya Amerika'nın bölgedeki pozisyonunu korumaktan ve ABD'nin bölgedeki jandarması olan İsrail üzerinde tehdit yaratan unsurları elimine etmekten kaynaklanıyor. Fakat, iş bununla kalmıyor. Bu politikanın asıl gizli boyutları insanı korkutuyor. Yeni tarz bir sömürgeleştirme süreciyle karşı karşıya dünya. Bu amaçla post kolonyal politikalar ve işgal planları devreye sokuluyor. Bu planların detayları, Bush yönetiminin savaş yanlısı şahin kanadı tarafından birçok kez gündeme getirildi. Şu an Bush yönetiminde önemli mevkilerde yer alan üst düzey yetkililerin büyük çoğunluğu, İsrail'le çok yakın ilişki içindeler. Kurt Nimmo'nun, açıkladığı gibi,"Irak halkını büyük acıların içine atma fikri, Bush'a ait değil. Bütün bu şeytanî planların asıl aktörleri

Pentagon danışmanı Richard Perle ile Savunma Bakanlığı Müsteşarı Douglas Feith ikilisidir. Richard Perle, yazdığı "Açık Bir Kopuş: Küresel Güvenlik İçin Yeni Bir Strateji" adlı kitabını İsrail Başbakanı Netanyahu'ya sunmuştu. Yeni bir küresel güvenlik programı öneren bu planda öncelik Ortadoğu'ya verilmişti. Plan sadece Saddam'ın iktidardan uzaklaştırılmasına ve yerine Bağdat'ta Haşimi ailesinin ikame edilmesine dayanmıyor. Perle'nin mimarı olduğu bu karanlık senaryonun diğer önemli ayağı ise, Filistin'le imzalanmış tüm anlaşmaları çöpe atarak, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze işgallerinden vazgeçmemesi gerektiğini ileri sürmesi. Bundan sonra da, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan ve İran'daki rejimlerin değiştirilmesi ve bu ülkelerdeki hükümetlerin dayandığı meşruiyet zemininin yok edilmesi gereği üzerinde duruluyor.

  • BERCAN TUTAR

  •  
    Baradey süre istedi
    Geçen cuma günü BM Güvenlik Konseyi'nde, Irak'ın uranyum aldığına ilişkin ABD ve İngiltere'nin sundukları "kanıt"ların sahte olduğunu söyleyen Baradey, dün de, Irak'taki çalışmalarının sürmesi için 2-3 ay daha istedi.
    Denktaş: Müzakereler sürsün KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Lahey'de yapılacak Kıbrıs zirvesinde kesin bir cevap vermeyeceklerini ve müzakerelerin devam etmesini isteyeceklerini söyledi.
    MOSKOVA NOTLARI
  • Osman Sönmez

  • Bunu nasıl okuyacağız
    Cumartesi sabah kahvaltısını yaparken, 8 yaşındaki oğlum Mustafa ile bir televizyon kanalında Türkiye'deki gelişmeleri takip ediyorduk. Çocuk yaşında olmasına rağmen, Türkiye'deki gelişmeleri izliyor, ikide bir "Ya baba neden Amerika savaş çıkarıyor" deyip duruyor. Bunun yanısıra çocuğun dikkatini çeken iki konu oldu ekranı izlerken.
    Birincisi, televizyonda kullanılan dil, ikincisi gazetelerin haber başlıkları oldu.
    Spiker haberleri okurken ya da yorumlarken, normal bir Türk vatandaşının anlaması güç kelimeler kullanıyor ve beni ikide bir Mustafa'nın "Bu ne demek" sorusuna muhatap ediyordu.
    Asıl beni hayrete düşüren ve Mustafa'yı haklı bulduğum konu gazetelerin attığı başlıklar oldu. Ekrana yansıyan gazetenin attığı başlık şu şekilde idi, "Bush'u endişelendiren BM raporu." Hakikaten görünürde herhangi bir sorun yok. Ancak Mustafa gazete başlığını okuyunca sorunun ortaya çıktığını gördüm. Mustafa başlığı yazıldığı gibi okudu. Yani tek tek yazacak olursak Bush. Okunduğu gibi Buş demiyor. Ben müdahale ettim "Oğlum Bush diye okumuyacaksın, Buş diye okuyacaksın." O da bana günün anlam ve önemini vurgulayan (!) sözünü söyledi: "Baba bu gazeteler Türkçe değil mi?"
    Mustafa haklıydı. Çünkü Türkçe kitaplar okuyunca zaman zaman Latin harflerini Kril harfleriyle karıştırıyor. Ben de müdahale ederek, "Bu kitap Türkçe, Rusça değil" diyerek düzeltiyorum. Ve o da hatasını hemen telafi eder. Bundan dolayı, o gün Mustafa bana Türkiye'deki neşriatların yazım hatası yaptığını ispatlamış oldu. Bir İngiliz'in veya bir Alman'ın Türkçe olan bir kelimeyi Türkçe yazılışıyla yazmayıp kendi diliyle neşretmesi ne kadar doğruysa, Türkiye'deki neşriyatların o kadar yanlışlık içinde olduğuna şahit oldum.
    Asıl bu sorun neşriyatları neşredenlerden kaynaklanmıyor. Sorunun ana kökü Türk Dil Kurumu'nda. Dilimize o kadar yabancı kelime girdi ki, yeni ve eski nesil birbirini anlamaz oldu. Kitap veya gazete satarken yanında promosyon olarak birer sözlük verilirse daha makbule geçecek eminim. Bu konuda Türk Dil Kurumu'nun herhangi bir müdahalesini görmüş değiliz.
    Bakınız Ruslar'ın neşrettiği kitap ve gazetelere! 2 yüz 3 yüz yıl önce yazılmış kitapları şimdiki nesil rahat okuyup anlayabiliyor. Bir de Türkiye'deki gibi, New York diye yazmıyor, okunduğu gibi Niyork şeklinde neşrediyor. Yani kendi dillerini bozmamak için adeta çaba sarf ediyorlar. Biz de bozmak için aynı çabaları harcıyoruz.
    Bakınız Ruslar'ın dil konusundaki tutumlarına! Adamlar o kadar hassaslar ki, vitrin ve tabelaların üzerindeki İngilizce yazıların okunuşunu Rusça'da okunduğu gibi yazılması ile ilgili özel kanun çıkarttılar.
    Dolaysıyla Ruslar, kendi dil yapısını koruyarak, geçmiş ve geleceklerini anlamayı hedeflerken, biz de uzaklaşmaya çalışıyoruz. Bu konu bir milletin varlığı kadar önemli. Bu konuyu 8 yaşındaki bir çocuk görüyorsa, ilgililerin de görmesi sağlanmalı.
    10 Mart 2003
    Pazartesi
     
    Künye
    Temsilcilikler
    Reklam Tarifesi
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED