|
|
'Barışın çocukları' kaybeder mi?
1 Mart tezkeresinde "Iraklı çocukları öldürmeyeceğiz" diye haykıran barışın çocukları kazanmıştı. Milletin vekilleri ve milletten oluşan büyük koro, kendi çocuklarının ölmesini de, Iraklı çocukların ölmesini de reddetmişti. "Küresel katiller"le aynı safta olmayı reddeden bir milletin çocukları olarak ilk kez bu kadar başımız dik ve coşkuyla yürümüştük sokaklarda... Bu başarı, hayallerimizi yeniden ayağa kaldırmış ve adeta nefeslerimiz kesilmişti. Bu yüzden, bütün koşuların zaferle biteceğine inanmıştık. Ama şimdi... Asker gönderme korkusu, adı "barış" olan bütün umutları kırmak için gün sayıyor. Peki bu korkuya teslim mi olacağız? Hayır, yüzyıllardır aynı coğrafyanın bir parçası olarak yaşadığımız Ortadoğu'nun kalbine saplanan "emperyalis hançer"in bir parçası olamayız. AK Parti iktidarı reel politik denen çağdaş masalın arkasına saklanarak sayısız gerekçeler üretebilir, ancak bütün bunlar asker göndermenin toplumsal vicdanda açacağı yaraları tamir etmeye yetmeyecektir. İktidarın, asker gönderme konusunda bugüne kadar bulduğu en masum gerekçe, "Irak halkının yaralarını sarmak üzere gidiyoruz" cümlesiyle özetlenebilir. İyi güzel de, yarın Türk askerinin de dahil olduğu bir Irak'ta işgal güçleri bugün olduğu gibi yine masum sivilleri katletmeye devam ederse biz ne yapacağız? Görevimiz Irak halkının yaralarını sarmak olduğuna göre, katliamları önlemek gibi bir sorumluluğumuz olacak mı, yoksa uzaktan temaşa mı edeceğiz? Çünkü işgal güçleri halen sivilleri öldürmeye, Irak halkının kutsal değerlerine hakaret etmeye ve camilere baskınlar düzenlemeye devam ediyorlar. Uluslararası haber ajanslarının verdiği bilgilere göre, 2 Ekim günü Irak Kültür Bakanlığı'nın resmi danışmanı, çevirmenliğini yaptığı İtalyan diplomat Pietro Cordone'nin gözleri önünde Amerikan askerleri tarafından Musul'da öldürüldü. Yine hafta içinde bir düğüne ateş açan Amerikan güçleri bir kadın ile çocuğunu öldürdüler. Bütün olup bitenlerden sonra doğrusu merak ediyorum, acaba Ankara işgal güçlerinin gerçekten "masum" olduğuna ve Irak'ı bir gün Iraklılar'a bırakacaklarına inanıyor mu? Yoksa bunlar, kahredici bir duyarsızlığın işaretleri mi? "Küresel gerçekler"i neredeyse birincil hedef haline getiren siyasal iktidarın, parçası olduğumuz Ortadoğu'nun acılı gerçeklerine duyarsız olmasını anlamak mümkün değil. Ortadoğulu olmak geçmişimizdeki bir günah mıdır ki, kendi kalbimizden sürgün edilmek için bu kadar acele ediyoruz? "Barışın katilleri"nden alacağımız ödül, kalbimizin Ortadoğu'sundan daha mı önemli, yoksa çocuklarımızın Irak'ta ölmeleri ve öldürmeleri için and mı içtik? Haydi korkmayalım ve kalbimize güvenelim, biz zalimlerden değiliz. Rengimiz aynı, biz "esmer" çocuklarız. Birlikte söylenecek çok sözümüz, birlikte yaşanacak çok umutlarımız var. Üstelik Irak, bize tarih kitaplarında öğretildiği kadar da uzak değil...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |