AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Avrupa'ya serzeniş

Ben Avrupa'nın Leyla Zana meselesine ilgisini yadırgamıyorum. Hatta "İyidir, gereklidir" diyorum. Doğrusu Leyla Zana'nın Meclis kürsüsünden Kürtçe yemin etmesini biraz provokatif bulsam da, onun kürsüden karga tulumba aşağı indirilmesini de en az onun kadar provokatif buldum, hele DEP'li milletvekillerinin yine karga tulumba Meclis'ten alınıp polis arabalarına bindirilmelerini de en az öteki kadar provokatif buldum.

Şunu düşünüyorum: Eğer Avrupa veya dünya ilgilenmeseydi bizde daha pek çok köylüye pislik yediren kamu görevlileri çıkacak, daha pek çok kişi gözaltına alınıp oradan sırra kadem basacaktı.

"Bizde insan hakları meselesinin iç dinamiklerle çözülemeyeceği, onun için dış dinamiklerin devreye girmesini yadırgamamak gerektiği" kanaatini anlıyorum.

Ancak...

Olan bitene baktığımda Avrupa'nın Türkiye'deki insan haklarına ilgisinin insani duyarlılığının yeterli olmadığı gibi bir his oluşuyor bende...

Yani Avrupa'nın Türkiye'deki insan haklarına ilgisi ile Türkiye'de yumuşak karın oluşturma hesabının zaman zaman birbirine karıştığı kuşkusu gibi bir şey...

Çünkü "Avrupa bir insan hakları ihlali ile niye ilgilenir niye ilgilenmez?" sorusunun cevabı fevkalade karışık...

Yani iş bazan rahmetli Esmeray'ın okuduğu "Asker Türküsü"ndeki "Asker karısı"nın serzenişine dönüşüyor.

Askerdeki genç, mektubunda babasının, anasının, kardeşlerinin, uzak - yakın akrabalarının hatta sarı öküzün hatırını soruyor da, çocuklarının annesinin -eşinin- hatırını sormuyor.

Avrupa ne yapıyor, ya da neyi yapmıyor?

Şimdi güncel bir olay var.

Nurcihan ve Nurulhak Saatçioğlu kardeşler cezaevine konuldular... Sebep, başörtüsü yasağına karşı gösteri yapmış olmaları... Önce "devletin temel nizamlarını silah zoruyla değiştirmek"ten DGM'de yargılanmışlar... Sonra bakılmış ki yapılan işle isnad edilen suç arasında olağanastü nisbetsizlik var. Dönülmüş Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefete... Sonra uyum yasaları sebebiyle bu kanunda değişiklikler yapılmış... Ama bu defa da "uygulamanın uyumu" yetişmemiş ve "başörtüme özgürlük istiyorum" diye yola çıkan ana - kız maaile cezaevinin yolunu tutmuşlar...

Başörtüsü konusunun Avrupa'da "insan hakları" çerçevesinde "daha çok özgürlüğe yönelik" bir yankısı oluyor mu? Olan bitenler bunu göstermiyor. Aksine, sanki Avrupalılar içlerinden geçirdikleri yasaklama arzusuna bir kılıf arıyor gibi görünüyorlar. Belki sadece çifte standarda düşmek ellerini bağlıyor.

AİHM, başörtüsü konusunda bir karar verdi, Türkiye'de yasakçıların malzemesi oldu.

Almanya'da Federal Anayasa Mahkemesi'nin en son "Kanunsuz yasak olmaz" yönündeki kararı bir yandan bizdeki "kanunsuz yasakçılar"a uyarı mahiyeti taşırken, diğer yandan da Avrupa adına haysiyetli bir çıkış hüviyeti taşıyor.

Ama bakın, Türkiye'de başörtüsü bunca sancı konusu oluyor, Avrupa'dan bu yolda ciddi bir "insan hakları uyarısı" gelmiyor.

Portekiz Cumhurbaşkanı onuruna Cumhurbaşkanı Sezer tarafından verilen resepsiyonu hatırlayın. Yemek masasında Cumhurbaşkanı ve eşi var, ana muhalefet partisi Başkanı ve eşi var, başkaları ve eşleri de var, ama Başbakan Erdoğan yalnız...

Niye?

Çünkü eşi başörtülü ve başbakan eşi de olsa başörtülü bir bayanın tartışmalı kamu alanında başörtüsü ile görünmesi "yasak!"

Başbakan eşini Avrupa'ya giderken götürüyor, orada eşlerin yer aldığı her türlü toplantıda yanında yer alıyor, ama Türkiye'de kamusal (!) alanda yanyana duramıyor.

Böyle bir olay Avrupa insan hakları standardı içinde izah edilebilir mi?

Bir ara Başbakan Erdoğan Avrupa'lı denk-daşlarına "Leyla Zana'ya gösterdiğiniz ilgiyi ben cezaevindeyken neden göstermediniz?" diye sormuştu.

Bir karşılaştığımızda soracağım: "Acaba katıldığınız herhangi bir oturumda 'benim ve Meclis Başkanı Arınç'ın ve bakanların ve milletvekillerinin ve kaymakamların ve valilerin ve subayların eşlerinin karşı karşıya kaldığı "ayırımcı - dışlayıcı" muamele, Avrupa İnsan Hakları standardı açısından nereye oturuyor?' diye sordunuz mu?"

Sormamıştır. Ne de olsa Başbakan ve kendi ülkesini şikayet ediyor konumda gözükmek istemeyecektir.

Ama ortada bir vakıa var.

Avrupa'nın burnunun dibinde, Viyana'da Türkiye'den gitmiş yüzlerce başörtülü kız öğrenci okuyor. Babalar ceketlerini satıp çocuklarını oraya okumaya gönderiyor.

İnsan "Neden" diye sormaz mı? Neden geliyor bu çocuklar?

Avrupa'da başörtüsünü hiç olmazsa kadın hakları arasında sayan bir tek kadın hakları savunucusu yok mu?

1999 yılı 11 Ekim'inde gerçekleşen "Elele davası" hala DGM'de devam ediyor. 312 değişti, dava hala sürüyor... Bu da bir başörtüsü davası... Dört yıldan bu yana herhangi bir Avrupalı gözlemci geldi mi? Gelmedi...

Cezaevinin yolunu tutan Nurcihan ve Nurulhak kardeşleri sormaya da kimse gelmeyecek. (Keşke gelip de beni utandırsalar.)

"Avrupa ve başörtüsü" konusu üzerine yazılacak pek çok şey var. Şu anda Avrupa'da gündemde olan "başörtüsü tartışması" üzerine de çok şey söylenebilir. Ama ben burada, sadece, Avrupa'nın başörtüsü ile (genelde İslam'la) ilgili insan hakları ihlali üzerinde yeterli duyarlılığı göstermediğinin altını çizmek istiyorum.

Ve bu ilgisizlik devam ettiği sürece diğer ilgilerin hepsi Türkiye'de "özel hesaplara bağlı bir ilgi" olarak görülecek, bu da, bizzat insan hakları savunmasını gölgeleyecektir.

Bence Avrupa başörtüsü konusunda ilginç bir sınav vermektedir. Başörtüsü nasıl bir sembolmüş ki, hem bir İslam ülkesi olan Türkiye'de hem Müslümanların azınlıkta bulunduğu Avrupa'da sistemlerin özgürlük standardını sorgulayan bir nitelik arzetmeye başlamıştır.


6 Ekim 2003
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED