AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

H A Y A T
Aşkın yolu Peru'ya düştü

Saim Özgürler’in 1980’lerde İstanbul Bahçelievler’de başlayıp 12 bin kilometre uzaklıktaki Lima’da noktalanan ilginç serüveni, çağdaş düzenin insanlara dayattığı katı bireycilik ve yaşanan derin yozlaşmaya karşın yeryüzünde romantizmin hâlâ ölmediğini kanıtlayan nadide örneklerden birini oluşturuyor. 1985’de, henüz liseyi yeni bitirmiş gencecik bir delikanlıyken İngilizcesini geliştirmek amacıyla Peru’dan bir mektup arkadaşı edinen Özgürler, şimdi ise dünyanın öteki ucundaki bu Latin Amerika ülkesinde hayatını sürdüren tek Türk vatandaşı… Perulu mektup arkadaşı ne mi oldu? Elbette ki evlendiler, ayrıca Ahmet ve Mehmet adında iki de oğulları var!

  • ALİ MURAT GÜVEN
    Bazen öyle egzantrik hayat hikâyeleriyle karşılaşırız ki, bunlara tanık olduktan sonra 1960’ların siyah-beyaz Türk filmlerindeki akıllara ziyan olaylara o kadar da kolay dudak bükemez hale geliriz. Çünkü “kader bu, her şey pekâlâ mümkün” dedirtir bize tanık olduğumuz gerçekler. İşte, İstanbullu Saim’in Türkiye’den Peru’ya uzanan hayat hikâyesi de tam bu türden bir duruma örnek…

    Saim Özgürler, 1980’li yılların başlarında henüz liseye giden gencecik bir öğrenciyken iyi düzeyde İngilizce öğrenmeyi kafaya koyar. Bu amaçla dileyenlere değişik ülkelerden mektup arkadaşı adresleri gönderen bir yabancı kuruluşa başvurur. Genç adama gönderilen ilk formda birkaç ülke arasından tercih yapması istenmektedir. Bunun üzerine Saim de ilk sıraya–adını o sıralarda Türkiye’de çok ünlü olan fantastik yazar Erich Von Daniken’in kitaplarından bildiği- Peru’yu yerleştirir. Kısa süre sonra bu kuruluştan gelen ikinci zarftan, tıpkı kendisi gibi lise öğrencisi olan Perulu bir genç kızın adresi çıkacaktır.

    “Aylarca para biriktirdim”

    Saim derhal kolları sıvar ve Peru’daki meçhul mektup arkadaşına kırık dökük İngilizcesiyle kendisini ve Türkiye’yi anlattığı ilk mektubunu gönderir. Bu arada zarfın içine bir vesikalık fotoğrafını koymayı da ihmal etmez. O devirde internet, elektronik posta ya da otomatik telefon bağlantısı gibi alternatif yöntemler olmadığı için en makûl iletişim aracı budur ve yaklaşık iki ay sonra da karşı taraftan Lima damgalı ilk mektup gelir. Son derece içten ve dostça bir cevaptır bu. Aynı şekilde, gelen zarfın içinden de Saim’in Perulu muhatabının bir fotoğrafı çıkar.

    İki “mektup arkadaşı” tam üç yıl boyunca durmaksızın yazışır ve birbirlerine sürekli ülkelerini, gündelik hayatlarını ve gelecekteki ideallerini anlatırlar. Bu arada, zaman içinde giderek yazışmaların içeriği de değişmekte ve İngilizce öğrenme kaygıları yerini duygusal bir boyuta bırakmaktadır. “Mektupları geldikçe onun da tıpkı benim gibi orta halli bir ailenin kızı olduğunu ve ekonomik bakımdan zor şartlarda büyüdüğünü öğrendim” diyor o günleri anarken Saim.

    Sonunda, birbirlerini birer siyah-beyaz fotoğraf haricinde o güne dek dünya gözüyle hiç görmeyen bu ikiliden İstanbullu olanı sürpriz bir mektup gönderir Peru’nun başkentine. Mektupta bir tek cümle vardır: “Benimle evlenir misin?” Birkaç hafta sonra gelen cevap ise aynen şöyledir: “Evet, evlenirim. Ancak ben Türkiye’ye gelecek parayı asla bulamam ki?”

    O mektuptan sonra Saim’in hayattaki en büyük amacı, kendisini Peru’ya götürebilecek parayı biriktirmek olur. Şimdilerde 40'larına merdiven dayayan bu çılgın Türk, “Başladım İstanbul’da önüme çıkan her işe saldırmaya” diyor, “Bütün hedefim beni Lima’ya götürecek birkaç bin doları toplamaktı, bunun için de tam bir buçuk yıl deliler gibi çalıştım.”

    Kahramanımız bu sürenin sonunda bir miktar para biriktirmeyi başarır, ancak Peru’ya yapılacak doğru düzgün bir seyahat için elindeki para yine de çok yetersizdir. O da alternatif yolları denemeye karar verir ve Türkiye’den Latin Amerika’ya olağan rotalardan giden pahalı bir havayolu şirketi yerine Rusların bol aktarmalı bir seferini seçer. Yolcudan ziyade kargo taşımakta kullanılan taka Rus uçaklarının birinden inip ötekine binerek, gerçekte 20 saat süren İstanbul-Lima hattını, aradaki bir sürü gereksiz ülkeye de uğraması nedeniyle, tamı tamına üç günde kateder. Bu yolculuğa çıkarken yanına küçük bir valizi dolduran kişisel eşyalarından başka bir şey almamıştır.

    1986 yılının bir yaz günü Lima havalimanına iner inmez cebindeki az miktarda parayla bir taksi tutar ve doğruca “yavuklusunun” kendisine mektupta bildirdiği adrese gider. Limanın kenar mahallelerindeki evi bulur, kapıyı çalar ve karşısına çıkan akranı Maria’ya şöyle seslenir: “İşte sonunda geldim! Ben Saim, el Turco!”

    “Aşk için değer be ağabey!”

    Buraya kadar yeterince inanılmaz olan hikâyenin bundan sonrası da en az o kadar çarpıcı… Maria’nın yoksul anne-babası adını bile bilmedikleri çok uzaklardaki bir ülkeden çıkıp gelen bu delikanlının öyküsünü dinleyince, “Eh, pes doğrusu, sen romantizmde biz Latinleri bile aşmışsın” derler ve fazlaca sorun çıkarmadan kızlarının Saim ile evlenmesine izin verirler.

    Tabiî, hayatın bundan sonraki bölümü Saim ve genç eşi için hiç o kadar romantik geçmez. Birbirlerini delicesine seven bu iki insan, evliliklerinin özellikle ilk yıllarında büyük maddî sıkıntılar yaşarlar. İspanyolca konuşulan Peru’da ilk aylarda iletişim kurmakta bir hayli zorlanan Saim, kıvrak zekası ve deli cesaretiyle bu sorunu aşar ve kısa zaman içinde sular seller gibi İspanyolca öğrenir. Öte yandan, ailesine bakacak yeterli hayat deneyimi ve Lima’da işe yarayabilecek doğru düzgün bir mesleği de yoktur genç adamın. Ancak bunu da dert etmez ve taksi şoförlüğüyle işe başlar. “Zor günler geçirdik ama, bu aşk için değerdi be ağabeyciğim!” diyor, çakır gözlerini ışıl ışıl parlatarak.

    Taksicilikten fırsat bulduğu zamanlarda, yolu Peru’ya düşen yabancı gazetecilere ve televizyon ekiplerine rehberlik yapan Saim, bunlar arasında bazı Türk medya mensuplarının da olduğunu anlatıyor. “Bizim medyamızdan pek çok ünlü isme Peru’yu karış karış gezdirdim. Tek bir Türk’ün bile yaşamadığı bu ülkede tesadüfen benim varlığımı haber alınca sevinçten çılgına dönüyorlardı. Türkiye’den gelenlerin burada turist simsarlarınca soyulup soğana çevrilmelerine hep engel oldum!”

    Türkiye’nin Peru’da henüz bir büyükelçiliği ve konsolosluğu bulunmuyor. Ancak, ülkemiz bu topraklarda eski bir milletvekili ve ünlü avukat olan Elias Mendoza Hapersberger tarafından fahrî olarak temsil edilmekte. Saim, dost canlısı tutumu ve kıvrak zekasıyla Perulu fahrî konsolosumuz Hapersberger’in de Türkiye ile ilişkilerinde adetâ eli kolu olmuş.

    “Türkiye’yi çok özledim, ama…”

    Lima’nın mütevazı semtlerinden birinde eşi ve çocuklarıyla birlikte kendi halinde bir hayat süren Saim’in en büyük derdi ise Türkiye özlemi… Peru’ya ayak bastığı günden bu yana bir daha Türkiye’ye hiç gelememiş. Biz de kendisiyle ilk kez Lima’da tanışmamızın ardından, irtibatımızı halen telefon yoluyla sürdürüyoruz.

    En ilginci ise Türkiye hakkındaki bütün bilgilerinin adetâ 1986’da donup kalmış oluşu. Sözgelimi, tek kanallı TRT televizyonunun hüküm sürdüğü yıllarda Türkiye’den ayrıldığı için özel televizyonlar çağına ilişkin hemen hiçbir şey bilmiyor. Ecevit, Demirel ve Erbakan gibi “anıt isimler” dışında diğer bütün genç kuşak politikacılardan da büyük ölçüde habersiz. Yalnızca Türk internet sitelerindeki haberlerden dolayı adlarını bildiğini öğreniyoruz.

    Saim, anne ve babasının hâlâ İstanbul’un Bahçelievler ilçesinde yaşadığını belirtirken hüznü doruğa çıkıyor: “Hanımı ve çocukları ölmeden bir kez olsun Türkiye’ye götürebilsem dünyanın en mutlu insanı olacağım. Özellikle annemin torunlarını görmesini çok istiyorum. Her telefon açışımızda hüngür hüngür ağlıyor. Gelinini de ancak fotoğraflardan ve telefondaki birkaç kelimelik konuşmalardan tanıyor. Ancak, zor be ağabey, Peru nere Türkiye nere! Hele de burası Türkiye’den bile daha gariban bir ülke. Ailecek bir kere Türkiye’ye gidip gelsek herhalde kendimizi bir yirmi yıl daha toparlayamayız!”

    “Belediye başkanı olacağım!”

    Saim Özgürler, şu anda Peru’da ikamet eden tek Türk vatandaşı. Eşiyle hâla o ilk günkü kadar uyum içinde bir evlilik yürütüyor. Bu arada, filmi yapılmaya layık bu büyük aşkın iki de sevimli meyvesinin dünyaya geldiğini öğreniyoruz. Koyu Katolik bir ailenin kızı olan Maria, hayat arkadaşı Saim’i hiçbir konuda üzmediği gibi oğullarının adlarının seçimi konusunda da kırmamış, böylelikle ardı ardına doğan bu iki yakışıklı delikanlıya babalarının tercihiyle “Ahmet ve “Mehmet” adları verilmiş. Saim eşinin gençliğinden beri Allah inancı çok kuvvetli biri olduğunu vurguluyor ve ekliyor: “Zaten onu artık hemen hemen Müslümanlaştırdım ben!”

    Tam 17 yıldır bu ülkede bulunmasına ve bir Perulu ile evli olmasına rağmen hâlâ Peru vatandaşlığına alınmayan kahramanımızın, hayatını yabancılara verilen ikamet tezkeresiyle sürdürdüğünü öğrenmek bize biraz garip geliyor. Peru yasalarında bir yabancının vatandaşlığa kabulunun biraz zor olduğunu söylüyor Saim, ancak bu durumu pek dert ettiği de söylenemez. Ülkede yıllarca süren Japon kökenli Başkan Alberto Fujimori’nin baskıcı iktidarının ve sonrasında Kızılderili halk önderleri tarafından başlatılan sivil darbenin yakın tanığı olmuş. “Kısa süre sonra vatandaşlığımı nasıl olsa vermek zorunda kalacaklar” diyor hınzırca gülerek, “Ve ben de Lima belediye başkanlığına adaylığımı koyacağım. Çünkü, değme Limalılar bile bu şehri benim kadar iyi tanıyamazlar!”

    17 yıla sığdırdığı bu sıradışı serüveniyle Saim’in tarihte şimdilik bir tek rakibi var. O da yine bir Türk,

    Şirin’i uğruna dağları delen Ferhat… Gerçi Saim Peru’nun ünlü And dağlarını delmek zorunda kalmamış ama, Maria’sına kavuşmak uğruna katlandıkları da bundan pek aşağı sayılmaz doğrusu!


    Resimaltı: Türkiye’yi 17 yıldır Peru’da tek başına temsil eden Saim Özgürler, hayatını taksi şoförlüğünün yanı sıra bu ülkeye gelen film ekiplerine de rehberlik yaparak kazanıyor. Saim, Peru’nun simgesi olan çok sevdiği lamalar ve yerel halkla birlikte…


  •  
    Oyuncak deyip geçmeyin
    Çok oyuncak almak yerine çocuğun kişisel becerilerini artıracak, liderlik ve hayal gücünü geliştirecek oyuncakları tercih edin
    Fındığın yerine KARA YEMİŞ
    Giresun Tarım İl Müdürü Muhammet Hakyemez, karayemişin, geçimini fındıktan sağlayan Doğu Karadeniz insanına önemli bir gelir kapısı açacağını söyledi. Hakyemez, kış mevsiminin ağır geçmesinin rekor derecede karayemiş üretimine neden olduğunu belirtti. Büyük bir bölümü taze olarak tüketilen karayemişin, manav ve halk pazarlarında oldukça bol miktarda satışa sunulduğunu ifade eden Hakyemez, ''Giresun'da karayemiş yetiştiriciliğini teşvik ederek, yöre insanının fındığa olan bağımlığını azaltmaya çalışacağız'' diye konuştu.
    Elvis'in kaşifi öldü
    Rock'n Roll kralı Elvis Presley'i keşfederek, bu müzik türünün devrimine katkıda bulunan plak yapımcısı Sam Philips, 80 yaşında öldü. Philips'in, St. Francis Hastanesi'nde solunum yetmezliğinden öldüğü belirtildi. Memphis'de 1952 yılında Sun Plak şirketini kuran Sam Philips, 1953 yılının yazında, annesinin doğum günü için yazdığı 2 şarkının kaydedilmesi için Sun stüdyosuna giden Presley'nin yeteneğini keşfetmişti.
    Beckhamlı banknot
    İngilizlerin 3'te 1'inden fazlası, futbolcu David Beckham'ın resmini banknotlarda görmek istiyor. Taylor Nelson Sofres enstitüsünce yapılan yoklamaya göre, İngilizlerin yüzde 29'u eski başbakanlardan Winston Churchill'in resminin banknotlara basılmasını arzu ediyor. Paralarında Prenses Diana'nın resmini görmek isteyenler yüzde 21, Shakespear'i görmek isteyenler de yüzde 13'de kaldı. İngilizlerin yüzde 16'sı da paralarında en az görmek istedikleri kişinin Başbakan Tony Blair olduğunu belirtti.
    1 Ağustos 2003
    Cuma
     
    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED