|
|
İnsanların büyük çoğunluğu 'Hedonism'in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeye ve göstermeye çalışırlar.
İsmindeki iki kelimeden biri 'Cola' olan gazozlar var. Ülkemizdeki gazozlar 'Gazlı alkolsüz içecek' (gazoz) adlı, Türk Standartları Enstitüsü'nün Ekim 1992'de yürürlüğe giren TS4080 No.'lu standardına göre üretilir. Bu standart 20 sayfa olup isteyen her vatandaş, bedeli mukabilinde Türk Standartları Enstitüsü Merkezi'nden veya bürolarından temin edebilir. Bu standardın 2. sayfasında 'Gazoz Sınıfları ve Spesifik Maddeleri', 3. sayfasında da 'Gazozun Genel Özellikleri' tablo halinde verilmiştir. İkinci tablo 'Kimyasal Özellikler'in 3. satırında, gazoz cinslerinin litrede 5 gr. kadar etil alkol (bütün alkollü içeceklerde sarhoşluk verici) bulunabileceğinin belirtilmesi dikkati çekiyor. Daha açık ve anlaşılır olarak söylemek icap ederse, binde 5 gr. etil alkol ihtiva edebilen herhangi bir gazoz çeşidinin (sade, meyveli, kola, tonik, aromalı) 330 ml'lik bir kutusunda 10 ml. şaraptaki kadar etil alkol vardır (şarapta %15 etil alkol bulunduğu göz önüne alınırsa). Bu durumda, kendisine küçük bir kadehte sunulan 10 ml. şarabı, ihtiva ettiği 1.5 gr. etil alkol sebebiyle içmeyi reddeden birinin aynı miktar etil alkolü 330 ml'sinde ihtiva eden kutu gazozları hiç tereddütsüz içmeleri tezat olmuyor mu? İnsanların büyük çoğunluğu 'Hedonism'in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama o lezzetin ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeğe ve göstermeye çalışırlar. Bu vesile ile, akla gelebilecek birkaç soru üzerinde durmak istiyorum: 1- Gazozlarda binde 5g. etil alkol bulunabiliyorsa, bunların standardına niçin 'Gazlı Alkolsüz İçeçek (Gazoz)' standardı ismi verilmiştir? Bu standardın ismindeki alkolsüz kelimesi ile içinde bulunabilen binde 5g. alkol birbirini nakzetmiyor mu? Belki bir oturuşta içilebilecek miktarda olmayan etil alkolü, standardı hazırlayanlar 'kabil-i ihmal' gördükleri için, bu standardın isminde 'alkolsüz' kelimesini kullanmış olabilirler. Fakat bu standardı hazırlayanların nazarında 'kabil-i ihmal' görülen bu etil alkol nispetinin, 'başka standart'lara göre de 'kabil-i' ihmal olmayacağını gözden uzak tutmak icap eder. Diğer bir sebep de 'alkol' kelimesini itici bulan bir halka bu meşrubatı benimsetmek için ticari bir taktik olarak 'alkolsüz' kelimesinin bilhassa standart ismine dahil edilmesi olabilir. 2- Gazozlarda az da olsa, niçin etil alkol bulunur? Sadece gazozlar da dahil, bütün gazozlarda tat veya koku verici esanslar kullanılar. Bu esanslar, yağ cinsinden maddeler olup suda çözünmezler. Bunları suda çözünür hale getirmek için hem su ile hem de yağlarla tam karışabilen (çözünebilen) ara çözücülere ihtiyaç olur. Bu hususta en bol, en ucuz ve en yaygın olarak kullanılan ara çözücü de etil alkoldür. Etil alkol bunun için gazozların terkibine girer. Kimya bilimi açısından bunun biraz daha açıklaması şöyledir: Kimyada, 'benzer olanlar, birbiri içinde çözünür' kaidesi vardır. En mühim ve en çok kullanılan çözücü de su olduğundan suyun dışındaki bütün çözücülerde hidrofil (suyu seven, su ile tam karışan) ve hidrofob (suyu sevmeyen su ile tam olarak karışmayan) olarak ikiye ayrılır. Moleküllerinde hidrofil bulunduran maddeler su ile hidrofil assosiasyon yaparak berrak bir çözelti verebilir. Yağ cinsi maddeler, bu sebeple benzin, eter, toluen gibi çözücülerde çözünür. Etil alkol ise molekülünde hem hidrofil hem de hidrofob grub bulundurduğundan hidrofil grubu ile hidrofil assosiasyon, hidrofob grubu ile de hidrofob assosiasyon yaparak ara çözücü vazifesi görür. Karmaşık gibi görünen bu mevzuu, aslında herkes çok basit bir deneme yaparak kolayca anlayabilir. Bir iki damla yağ cinsi madde (zeytinyağı, çiçek yağı veya diğer sıvı yağ ve esanslar) bir şişe suya ilave edilse, ne kadar şiddetle ve uzun müddet çalkalansa berrak bir çözelti vermez. Bu bir iki damla yağ-bulunursa, biraz etil alkolde kolayca çözülebilir. Etil alkol bulunamazsa, tuvalet ispirtosu veya kolonya da %75-80 etil alkol ihtiva ettiğinden, bunların az bir miktarları da yağ cinsinden bir iki damla maddeyi kolayca çözerek berrak bir çözelti verir. Bu berrak çözelti şimdi bir şişe suya ilave edilirse, suyun berraklığı bozulmaz. İşte gazozlarda tat ve koku verici yağ cinsi maddelerin berrak bir çözelti verecek şekilde suda çözünür hale getirilmesi için ara çözücü kullanma işlemi budur. 3- Etil alkolden başka, sekerat (sarhoşluk) verici olmayan sağlığa başka zararı da olmayan ara çözücüler yok mudur? Vardır. Fakat bunlar etil alkole nispeten daha pahalıdır ve imalatçının bunları seçip kullanmakta bir gayesi ve hassasiyeti yoksa, etil alkolden başkasını kullanmaz. 4- Tat ve koku verici yağ cinsi maddeleri suda çözünür hale getirmek için kullanılan etil alkol, gazoz içinde kimyevi bir değişime uğramaz mı? Etil alkol, hidrofil ve hidrofob assosiasyon yaparak yağ cinsi maddelerin suda çözülmesini sağlar. Kimyada bunun adı 'salvatasyon' olup fiziki bir olaydır. Fiziki olaya giren maddelerin asli mahiyeti genelde değişmez. Bir değişim olsa, bu fevkalede az oranda olabilir. Etil alkol tat ve koku verici yağları kimyevi değişime uğrayarak (solvaliz ile) çözmüş olsa idi, kendi ile birlikte çözdüğü maddelerin asli mahiyetinde de bir değişim olacaktı. Böyle bir değişim olsa idi, o yağların tat ve koku verme hassaları da kalmayacaktı. Bu fiziksel özellikleri çözeltiye katmak için yapılan imalat işleminde istenen tat ve koku özelliklerinin işlem sonucu kaybolmayıp devamı, kimyevi olarak, ne bu tat ve koku verici yağlarda ne de onları suda çözünür hale getiren etil alkolde karşılıklı etkileşim (interaction) ile asli mahiyetlerinde bir değişikliğin olmadığının delilidir. 5- Son yıllarda 'cola' rekabeti'nin artmasının sebebi nedir? Her birinin piyasaya çıkışının özel bir sebebi olabilir. Bir genelleştirme yapılması doğru olmaz. Bir süper devletin kapitalizmine tepki duymak ve bu tepkiyi duyanlardan müşteri portföyü olarak istifade etmek, Filistin davasında taraflardan birine destek veren kola üretici bir firmaya karşı, buna tepki duyarak ve tepki duyanlara satın almaları için imalat yaparak kola markaları piyasaya çıkarmak, kola piyasasını kapitalizmle ve emperyalizmle savaşın mühim savaş alanlarından biri görmek ve biri haline getirmeye çalışmak, etnik sebepler v.s. Ancak bu bizim için 'cola' rekabeti yapanların bunu niçin yaptıklarından çok, nefsimizin neyi, niçin yaptığı asıl önemli olanıdır. Yiyecek ve içeceklerden helalini araştırıp almak, hem kendimize hem bakmakla yükümlü olduklarımıza karşı temel bir vazifemizdir. Eğer helalini araştırıp seçmek zor geliyorsa, pratik bir kolaylık olarak helalini araştıran, seçen, yapan ve satan markaları seçmek elimizdedir. "Allah (c.c.) bizleri hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan sakınanlardan eylesin" duasıyla akla kapı açıp, ihtiyarı (cüz'i iradeyi) elden almamak lazım geldiği inancındayım. PROF. DR. MUSTAFA NUTKU / AKADEMİSYENÜniversitelerin dramatik sonu
Üniversiteler kelime anlamıyla 'evrensel bilgi'nin üretildiği yerlerdir. Bugün bu anlamı 'küresel bilgi'nin üretildiği yerler şekilde okumak gerekir. Sanayi toplumu, devasa fabrikaların üretimi ile şekillenirken, bilgi toplumu da 'üniversitelerde üretilen bilgi' ile biçim kazanır. Madem ki bilgi toplumundan söz ediliyor, o halde herhangi bir toplumu tanımlayıp tasvir edebilmek için o toplumun üniversitelerine bakmak gerekir; yani bilginin üretildiği yerlere. Türkiye'de üniversiteler gerçekten bilgi üretmekte midir? Bürokraside birkaç iyi adam (few happy), birkaç iyi üniversite, birkaç iyi akademisyen, vs.. ile Türkiye'de bilginin üretim ve dolaşım sürecini tartışmak mümkün müdür? Maalesef hayır!... Son günlerde 89 maddelik yeni YÖK taslağı, 26 bin öğretim üyesinin idari görevine son verilmesi, Millî Eğitim Bakanı Sn. Çelik'in konuyla ilgili yorumları, rektörlerin konuya ilişkin tutumları ile Türk üniversiteleri medya gündeminin birinci sırasına yerleşmiştir. Haklı bir gündem mi, değil mi tartışılır ama, tartışılması gereken esas konu üniversitelerin sadece idari yetkilerden oluşan kurumlar olmadığıdır. Gerek hükümet, gerek üniversite ve kendini bu tartışmaya dahil eden çevrelerin katıldığı tartışma veya spekülasyonlarda, kimse nasıl bir üniversite sorusunun cevabını arayan bir perspektifle konuya bakmamaktadır. Sözkonusu olan herhangi bir basit otomasyon veya toprak reformu projesi sanki "Açıkça teknik-idari bir kakafoni yaşanmaktadır" 21. yüzyılda Türk üniversitelerinin misyonu nedir; buna uygun bir misyonu var mıdır? Aslında bu kadar yalın bir cevabı var sorunun! Üniversiteler, akademisyenleri, öğrencileri, bilgi üretimine ilişkin alt yapının yeterliliği, uluslararası alandaki ilişkiler ve küresel kamusal alanın oluşumuyla önemlidir. Vakıf üniversitelerini hariç tutarsak, bugün hangi devlet üniversitesinde, hangi akademisyen gerçekten statüsünden memnundur? Memnun değildir! Çünkü, uygulamadaki statüsüyle (2547 sayılı yasaya tâbi olmasına rağmen) akademisyen sadece 657'lik bir memurdur. Sabah giriş ve akşam çıkışı kontrol edilen, imza atan, idari yetkisi olmasa da idari görevleri olan, teşrifat işlerine bakan; profesör, doçent, yardımcı doçent olmak için kitap ya da makale yazan, bedeni ile fakülte koridorlarında dolaşsa da ruhu ile başka yerde olan, insanüstü bir güç ile 15-20 saat derse giren, aldığı maaşla açıkça 'karın tokluğu'na çalışan, bu sebeple de asla işini kaybetmek istemeyen, 'boyun eğen' biridir akademisyen! Öğrencilere gelince, onlar da asla üniversiteden beklentilerini dile getirmeyen, kredi ve bağıl sistem hesaplamasıyla sistem onları merkeze almış olsa da, bu durumun pek de idrakinde olmayan, AB sürecinde, diğer Batılı ülkelerdeki kendi yaşıtlarının nasıl ve ne türden imkanlara sahip olduğunu dahi araştırmayan ve eğitim hakkı konusunda gerçekten büyük bir eksikliği olan kesimdir. Ve en acısı da özellikle de son yıllarda altını çizerek söylemek lazım ki, Türkçe yazma / kendi dilinde-ana dilinde (yazma standardı yokluğu, gramer yokluğu) ve konuşma konusunda ciddi sorunları olan bir üniversite gençliği 'bilgi üretme' mekanizması içinde zorlu bürokratik ve pahalı bir sınav köprüsünü geçmiş olsa da nasıl yer alacaktır? Altyapı ve teknolojik imkanlar açısından devlet üniversitelerinin yetersizlikleri ortadadır. Özellikle 1999 Körfez depreminden sonra bölgedeki üniversitelerin birçok binası oturulamaz halde olmasına rağmen, ciddiyet noktasında herhangi bir gelişme yoktur ya da ifade edilmemektedir. Herkes kendi korkusunu kendisi yaşamaktadır. 2003 senesinde ısınma dahil olmak üzere, sınıfların düzeni, bilgisayar kullanma oranı, sanayi ile işbirliği konularında üniversiteler yılların gerisindedir. Evet 'Türkiye'de üniversitelerin sonu'dur. Bu son, Fransa'da ihtilali takip eden yıllarda yaşanmış, 25'e yakın üniversite kapanmıştır. 1800'lü yılların sonunda Almanya'da üniversiteler bir son yaşamış, 1900'lerin başında milliyetçilik hareketlerinin başlama yeri olmuş ve yapısal olarak dinamizm kazanmıştır. Türkiye'de ise üniversitelerde herhangi bir yapısal değişiklik yaşanmamış, aksine üniversiteler statükonun temsil yerleri olmuştur. YÖK değişse de, değişmese de Türk üniversiteleri yapısal değişim ve dönüşümü yaşamayacaktır. Değişim ne hükümetin, ne de statükocuların belirleyeceği bir süreçtir. YÖK tasarısında akademisyenlere ilişkin tek bir madde yoktur. 'Akademik özgürlük', 'kurumsal özerklik' gibi soyut ifadelerle üniversite tanımlanamaz. Böylesi bir dil ve üslup, ne hükümetin YÖK tasarısındaki çabalarına, ne de rektörlerin itirazlarına bir anlam vermeye yetmeyecektir. Sonu gelmiş kurumlara ne özgürlüğü? Aslında özgür olmak, bu çağın söylemi de değildir. Üniversite özgür olma yeri değil, bilgi üretme yeridir. Ayrıca bu mesele talihsiz bir biçimde Milli Eğitim eski Bakanı Erkan Mumcu'nun siyasi / siyasallaştırdığı gibi siyasi değil, tam aksine sivil bir meseledir. Ayrıca her ne hikmetse Türkiye'de siyasi ve sivil konular tartışılırken ilgili kişiler arasında enteresan yakınlıklar, aile dostu muhabbetleri, kurulu argümanı birdenbire ortadan kaldırmaktadır. (Sayın Mumcu ile Sayın Gürüz arasında yaşanan gerginliğin orta yerine düşen ailece birlikte tatil geçirme haberinde olduğu gibi) Üniversiteler topyekün bir son yaşamaktadır. Birkaç iyi akademisyen de kurumlardan çekildiğinde görünen resim gerçek bir 'son' olacaktır. AB'ye uyum süreci, Irak'da yaşanan olaylar, Türkiye-ABD ilişkileri sadece hükümetin tavrıyla belirlenecek konular değildir. Üniversitelerin idari görevlileri hükümetlerin icraatları yerine, Türkiye'de bilgi sisteminin aktörleri ve bu sistemin idarecileri olarak rollerini yerine getirseler, sanırım mesele bambaşka bir boyut kazanacaktır. Zaten devlet de akademisyenlerine ve idarecilere bunun için para vermiyor mu? PROF. DR. EDİBE SÖZEN / AKADEMİSYENDostum olman kolay değil!
Ben 'anlaşılmaya' hasretken, düşüncelerimin, davranışlarımın lâyıkıyla anlaşılması ve paylaşılmasını umarken... Bana 'benzer' birisine kavuşmayı beklerken karşıma çıkan sen oldun. Söyle! Sen o musun? Gayet iyi biliyorum! Sen de benim tarafımdan sevildiğinde iyileşecek, mutlu olacak insanlardansın. Sevildiğinde ruhu gülecek ve dinleneceklerden! Ama sıra beni sımsıkı sevmene, yaralarımı iyileştirmene, mutlu etmene geldiğinde, belki de çabucak yorulacak, üstelik sızlanmaya başlayacaksın. Sahi, senin gönlüne, gönlündeki sevgiye kaç kişi, kaç ilişki sığabiliyor? Hayatında olmasam eksilen, kaybolan ne olur; yahut neyini yitirdiğini hemen fark edebilecek duyarlılıkta birisi misin? Meselâ; tadı mı kaçar hayatının, mânâsı mı bozulur? Üşür müsün, durgunlaşır, mahzunlaşır mısın? Varlığım neleri dölleyip besleyebilir yüreğinde, biliyor musun? Doğurgan mısın, kısır mı; bâkire misin yoksa dul mu? Ben senin neyin olabilirim, neyi ifâde edebilirim senin için? Cevabını merak ediyorum; çünkü dostluğun câhili misin, bilmem lâzım. Yoksa, 'Düşmanı olmayanın dostu da yoktur' siyaseti, düşmanının oluşu korkusu mu seni beni dost edinmeye sürükledi?... Öyleyse sakın bana yaklaşayım deme! İnsanları bir 'bulmaca' gibi görenlerden misin? Beni, sırlarımı deşifre etmek, çözüp bırakmak, çözmenin zevkine varmak isteyenlerden misin? Bulmaca müptelası mısın? Bana olan merakının, heyecanının, ilgi ve yakınlığının sebebi bu mu?... Zaten sende böylesi bir art niyeti sezersem, mahremiyetimi, özelliğimi, güzelliğimi muhafaza etmek için kendimi kapar, aramıza mesafe koyar, ilişkiyi soğutur, hatta seni iterim, bilesin. Ben senin oyunun veya oyuncağın olamam! Ayrıca, açık yüreklilikle söyleyeyim: Ben, bir sürü kusuru olan, günahkâr birisiyim. Zihninde kurguladığın, hayalini kurduğun gibi olmayabilirim. Bana yakınlaşmak için attığın her adımda bir kusurumu görebilir; benden uzaklaşmanı söyleyecek sebeplerle tek tek karşılaşabilirsin. Sonrasında nasıl bakacaksın bana, nasıl davranacaksın? Kusur ve günahın varoluş hikmetini anlayamamış, varlığını aslâ kabullenemeyen, günahkârlara karşı tutum ve davranışları olgunlaşmamış birisi isen, hakîkî dostum olamazsın. 'Zâtım' ile, bana ilişen ve değişebilen 'sıfat' ve 'fiillerim' arasındaki ayrımı kavrayabilmelisin. Belki de bu sebepten, dostumun, yaşça benden büyük birisi olabileceğini düşünüyorum. Hattâ, günahkârlık âteşinde pişip olgunlaşmış birisi olabileceğini! Diğer taraftan! Günahlarımızı birbirimize açıklamamızın ve onları pervâsızca paylaşmamızın bizi birbirimize yakınlaştıracağını ve dostluğumuzun böylece kurulacağını düşünüyorsan yanılıyorsun! Günâhı sevemem, günahkârlıkla da övünemem! Belki şu üslubumu incitici ve itici buldun! Ama kendime olan sevgim sebebiyle dostluk hususunda oldukça seçici ve kıskanç davranmak zorundayım. Bunu anlayabileceğini umuyorum. Denilmiş ki: 'Kendi kadrin bilmeyen, dostun kıymetini ne bilir!' (Kul Nesimi). EBUZER ÇETİN / EĞİTİM ARAŞTIRMACISI
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |