|
|
AB cilâsı - Kartel yaldızı
Bir zamanlar İsmail Cem baştan aşağı "beyaz güvercindi." Dışişleri Bakanlığı görevini yürütürken DSP rozetini hiç yakasından çıkarmaması, İstanbul milletvekili Azmi Ateş'in dikkatini çekmişti. Ateş, "Milli bir anlayışla yapılması gereken bir görevin DSP rozetiyle bağdaşmadığını" vurgulayarak, İsmail Cem'e yazılı soru önergesi vermişti. İsmail Cem, soruyu, "Partisinin rozetini takmak bütün siyasetçiler, milletvekilleri ve bakanları açısından kişisel bir tercihtir" diye cevaplandırmıştı. İşte Cem, DSP'ye ve beyaz güvercine böylesine bağlıydı.
Ecevit'in hatası
Elbette, Ecevit'in katı tutumu DSP'nin çözülmesinde önemli bir rol oynadı. Ecevit, iyi niyetle partisine sahip çıkan 9'ların dediği olağanüstü kongreyi bile yapmıyor. Ama İsmail Cem, bir anda beyaz güvercin sevgisini kaybetmeseydi, Uluç Gürkan ile elele, partinin şekillenmesinde rol oynayabilirdi. Uluç Gürkan, İsmail Cem ile görüşme teşebbüsünde bulunduklarını ama ona ulaşamadıklarını belirtiyor. Demek Cem, parti içi bir mücadeleyi Özkan'ın dışlanmasından sonra göze alamadı. Bu yüzden 9'larla biraraya gelmeden, görüşüp tartışmadan istifayı bastı. Doğrusu ne Ecevit'e, ne de Özkan-Cem ikilisine hak vermek mümkün. Ecevitler "DSP'yi biz kurduk, biz batırırız" diye düşünüyor olmalı. Sıfırdan başlamamışlar mıydı? Gene aynısını yapabileceklerini sanıyorlar. Fizikî engel akıllarına gelmiyor. İsmail Cem ise, DSP içinde kalmayı, zoru başarmayı düşünmedi. Kartel'in kollarında ve Hüsamettin Özkan ile elele samimi bir sol parti inşa edebilir mi?
CHP'yi vurdular
İşin tabiî mecrasında kalmasına izin vermiyor çıkar çevreleri. Halbuki, CHP büyüyor, DYP büyüyor. AK Parti'nin alternatifi bu iki parti olabilirdi. Derviş, seçimlere giderken pekâla CHP'ye girerdi. DSP, doktorların âlet edildiği bir saray darbesi yerine ya kongreye zorlanırdı; ya bu partiden kopanlar CHP'ye doğru yol alırdı. Ama toplum mühendisleri, siyaseti, kendi ihtiraslarına göre yoğurmaya kararlı. Hani amaç AK Parti'nin önünü kesmekti? Solu bölerek, yeni alternatifler üreterek CHP'yi zayıflattılar. İsmail Cem'in AB önceliğini vurgulayarak, bu konu üzerinden prim toplamaya çalışan Mesut Yılmaz'a da darbe vurdular.
İrtemçelik'in açıklaması
Aslında, AB'den sorumlu eski Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik, son açıklamasında, AB konusunda gayrisamimi bulduğu Yılmaz - Cem ikilisini teşhir ediyor: "Halkımıza doğruları söylemediğinizi AB yetkilileri zaten açıklamışlardır. Bu husus kamuoyumuzca zamanla daha iyi anlaşılacaktır. AB konusunu siyasi ihtiraslarınıza malzeme olarak kullandığınız, gerçekleri halkımızdan gizlediğiniz iyice netleştiğinde ne yapmayı düşünüyorsunuz? Yoksa 'öne çıkardığınız konular (idam, ana dilde yayın ve öğrenim) zaten TBMM'den geçmez; bizim foyamız da meydana çıkmaz' hesabıyla ve altınızdan kayan koltukları tutabilmek telâşıyla mı, halâ AB'den dem vurup, halkımıza hayal satmaya devam ediyorsunuz?"
Mehmet Ali İrtemçelik, Dışişleri camiasında uzun yıllar görev yapan değerli bir diplomattı. Sonra Anap'tan Meclis'e girdi. AB'den sorumlu Devlet Bakanı oldu. Ama, iktidarın AB yolunda ilerleme iradesi bulunmadığını anlayınca, hem bakanlıktan, hem de Anap'tan istifa etti. İrtemçelik'e göre, Türkiye'nin müzakere takvimi alması için idam ve ana dilde yayın ile öğrenim yeterli değil. Ancak bütün siyasi kriterlere uyulduğu takdirde, süreç başlayacaktır. Siyasi kriterler arasında Türkiye'nin sivilleşmesinden tutun, Terörle Mücadele Yasası ve Dernekler Kanunu'na kadar değiştirilmesi gereken bir çok husus var. Meselâ MGK'nın, Genel Sekreterlik kanalıyla, yürütme yetkisine sahip olması düşüncesi, AB'nin diğer üyelerine ters geliyor. Bu değişmeli. Sivil Toplum Örgütleri'ni sınırlayıcı hükümler, özgürlükçü bir anlayışla ele alınmalı. Kaldı ki, Anayasa değişmeden "ana dilde eğitim" konusu çözülemez. Anayasa'nın 42'nci maddesi, ana dil olarak sadece Türkçe'yi kabul ediyor. Ayrıca Radyo Televizyon Kanunu'nun yeni şekli, AB kriterlerinden daha da uzaklaşmamız sonucunu doğurmuştur. Bir yandan Üst Kurul tam anlamıyla özerkliğini kaybetmiş, bir yandan da, medyadaki tekelleşme eğilimi güçlendirilmiştir. Bütün bunlar yeniden ele alınmalıdır. Mesut Yılmaz'ın dediği gibi 15-20 günde ne yapılabilir ki?
Soru-cevap
Mehmet Ali İrtemçelik'e üstüne basa basa sordum:
-"Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini, bihakkın karşılamış olacağı anlayışıyla, 10 Ocak 2004'te, katılım müzakereleri başlayacaktır" diyebilirler. Burada bir tarih var, ama bir anlam ifade etmiyor. Diğer ülkeler gibi, kriterlerin tümünü yerine getirmeden, AB takvimini alamazsınız; alsanız bile işletemezsiniz.
AB cilâsı
10 Aralık 1999'da, Helsinki Belgesi'yle Türkiye aday ülke ilan edildi. Ama sonra ev ödevlerimizi yapmadık. AB Katılım Ortaklığı Belgesi'yle örtüşmeyen ve daha ziyade MHP'nin önceliklerini yansıtan bir Ulusal Belge hazırladık. Şimdi MHP, Ulusal Belge'ye uyun diye Yılmaz'ı uyarıyor. Çünkü Ulusal Belge'de Kürtçe yayın ve öğrenim hakkı yok. Zaten, ne Türkçe haricinde ana dilde öğrenimi yasaklayan Anayasa'nın 42'nci maddesi değiştirildi, ne de Radyo Televizyon Kanunu'nda Türkçe dışında yayını yasaklayan hükümler metinden çıkarıldı. MGK'da sivillerin sayısı arttı ama, Genel Sekreterlik'in yürütme yetkisini frenleyecek hiçbir düzenleme düşünülmedi.
AB iç siyaset malzemesi oldu. İsmail Cem ve Mesut Yılmaz, bu konuda samimi olsalardı, henüz Ulusal Program hazırlanırken ağırlıklarını koyarlardı. Bırakınız Ulusal Program'ı, Ecevit'in en son icraatı RTÜK Yasası'nda bile AB kriterlerine yüzde yüz ters düşen hükümler kabul edildi. "AB cilâsı" dahi, Yılmaz-Cem ikilisini başarıya taşıyamayacaktır. Hatta Kartel yaldızının bile işe yarayacağını sanmıyoruz. Aksine...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |