|
|
Merkez neresi,
çevre kim?...
Bir meydandan geçerken beze yazılıp asılmış bir yazı ilişti gözüme: "Çevreyi hor gören geleceği göremez"... Hani önemine binaen kutlanan, çeşitli etkinliklerle "mânâ ve ehemmiyeti" vurgulanan "günlerimiz", "haftalarımız" var ya, onlardan biri için mi yazıldı bu yazı dedim içimden. En azından "çevrecilik" diye çok sık gündeme gelen bir mesele var ya.. Ama nedense bunun üzerinde durmadım fazla; uzun süredir tıkanıklık yaşayan siyasî ortam beni engelledi. Merkez ve çevreyi siyasî mânâda algıladım. "Çevreyi hor gören geleceği göremez" sözü bir başka anlama büründü. Aslında insanoğlu merkeze kendini koymakla şu fâni âlemdeki hayatını nasıl tanzim edecek. Buna hakkı var mı? Eşref-i mahlûkat, halife ve "merdüm-i dîde-i ekvan" olarak belki. Yine de Yunus Emre merkezdeki insana şöyle sesleniyor:
Hor bakma toprağa sen
Açıkçası kendini merkeze alan insanda bir "benlik" tutkusunun kabarması tehlikeli bulunmuştur. Bu pozisyonda çevresine "hor bakma"sı yasaklanmıştır. Bırakın hayvanatı ve nebatatı; toprağa, taşlara dağlara kısası "değersiz" addedilen her şeye dahi saygı göstermesi istenmiştir. Yine Yunus Emre'yi dinleyelim:
Yaratılmışı severiz
diyor. Burada merkez-çevre anlayışına belli bir yaklaşım söz konusu. Elbette ki bu ilişkiyi başka türlü koyanlar da olmuştur. O zaman ilk yapılacak iş "merkez"in neresi olduğunu tesbit etmektir. Çevre de buna göre yerini alabilir. Merkez-çevre ilişkisinin, kimin kimi belirlediğinin ölçütü meselesi de pek net değil doğrusu. Hele "oluşum" süreci ile "kabul" sürecini; bunların her türlü "güç" ve "mücadele" imkânlarını hesaba katarsak. Yine de kullanılan bir "teori" bu. "Çevreyi hor gören geleceği göremez" sözü yukarıdaki muğlak teoriye hem ekolojik, hem de siyasî bir boyut getiriyor. Merkez'in her türlü düzenleme, mühendislik, denge ve istikrar eğilimlerine; hakimiyet hırsına bir "uyarı" olarak değerlendirilebilir. Merkezden çevreye yönelebilecek her türlü istibdat, hegemonya, sömürü ve baskı; ne olumlu, ne verimli, ne huzurlu bir gelecek hazırlar. İşler bu çerçevede tam tersine işlemeye başlar. Çevrenin tahribatı merkezi bunalıma götürür, zayıflatır ve neticede onu yok eder. Mevcut hali ile uygulanan "çevreci" görüşler bir aldatmacadan ibarettir. İnsanoğlunun kendi kendini aldatması. Bu aldanıştan kurtulma ancak merkezin kendi nefsini yenmesi ile sona erer. O zaman kâinatın eşsiz âhengi insanoğlunu da içine alır. Ne merkez kalır ortada ne çevre...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |