|
|
Şairin ölümü...
Sıcaklık gölgede 45 derece; sabah kahvaltı için indim, iki poğaça, üç gazete, bir Varlık dergisi, bir de, ayıptır söylemesi, telefonuma kontür aldım. Oturduğum duldada kavrulmamaya çalışırken, bir yandan poğaçaları götürüyor, bir yandan da dergi ve gazetelere göz atıyorum. Yaprak oynamıyor. Gazeteler okunacak, medyadaki "satılmış" kalemlerin bizi bu defa hangi "siyasi değer" etrafında kenetlenmeye çağırdığına bakılacak, Tahsin Yücel'le yapılmış söyleşiye "nazar" edilecek, sonra da elde kalem "Ne yazsam bu sıcakta?" diye kara kara düşünülecek. Bilgisayar kullanalı parmaklar tembelleşmiş. Kaskatı. Kalem tutmakta güçlük çekiyorlar. Üstelik, bu yazı bitecek, uygun bir "internet kafe" aranacak, hazırlanmış müsvedde önce "compose"ye tape edilecek, sonra da tashihten geçirilip gazeteye postalanacak, ya da meşrebinize göre maillenecek. Oysa canım hiçbir şey yazmak istemiyor. Ankara uzak. Siyaset, sarmadığı gibi, tanıdık ve can sıkıcı bir oyun olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. "Terörle mücadeleyi en iyi ben bilirim" deyip uluorta Washington'dan Başbakanlık dilenen huysuz güzelleri mi yazacaksın, yoksa "Yeni Oluşum" dümeniyle Türkiye'yi satan Amerikan ajanlarını mı? Ki, eskiden "gizli-kapaklı" yapılırdı bu işler. Kimin Başbakan olacağına, evet Washington karar verirdi, ancak bu, gizli mahfillerde, gizli oturumlarda belirlenir, sonra "uygulama"ya konulurdu; bu kadar da açık oynanmaz ki canım! Bereket, basiret (!) gösterip "Devlet ve Tabiat"ı almışım yanıma. Bir de, Hakan Arslanbenzer'in Ece Ayhan için kaleme aldığı "mail-yazı"nın çıkışı... Ece Ayhan önemli ve hakkı teslim edilmiş bir şairdi bana göre. Mülkiyeli'ydi. Ama sivildi. Mehmet Emin Erişirgil'in ruhunun dolaştığı koridorlarda hem "sivil" kalacaksın, hem de bunu bir "şiir yordamı"na dönüştüreceksin... Az şey midir? İki ay önce günlüklerini okumuştum; şiir üzerine notlar, bölük-pörçük izlenimler, anılar ve daha çok yurtdışında, hastane odasında derleştirilmiş ama mutlaka "has şair" tavrının yansıdığı metinler... Gazeteden istihbar ettiğim kadar, bir de tartışma başlamış şairin ölümünden sonra. Bir kısım şiirsever, "sağlığında telefonlarına bile çıkmayan, belki bir şey ister diye köşe-bucak gizlenenlerin", ölümünden sonra Ece Ayhan'ı "sahipleniyor görünmelerine" ateş püskürüyormuş. Haklılar... Şair düpedüz sürünüyordu. Herkesler de görüyordu bunu. Lütfü abi (Lütfü Oflaz) anlatmıştı; özel hayatında keramet vehmeden çevrelerin koca şairi nasıl ölüme terkettiklerini... Bir tek Öküz dergisi sahip çıkmıştı. Metin Üstündağ'ın üstün gayretleri, Hüsrev Hatemi hocanın omuzlamasıyla hastaneye yatırılmış, hem veremi tedavi edilmiş, hem de bacakları kesilmekten kurtulmuştu. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Priştina da kucak açmıştı. Adının açıklanmasını istemeyen bir edebiyat eleştirmeni "bu tür tartışmaların edebiyatçıların ölümünden sonra değil, sağlığında yapılmasının herkes için çok daha faydalı olacağını" hatırlatarak "dökülen timsah gözyaşlarına" artık kimselerin inanmadığını söylemiş. Neden adının açıklanmasını istemiyor? Bizden, hiç de ihtiyacımız olmayan bir babacanlıkla bu ölümden ders çıkarmamızı istediğine göre, bu arkadaş da muhtemelen "köşe-bucak gizlenenler" taifesinden...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |